Hüseyin TUNÇAY

Hüseyin TUNÇAY

htuncay45@gmail.com

Balkan Gezimiz-VI

13 Eylül 2023 - 09:01 - Güncelleme: 13 Eylül 2023 - 09:01

(Arnavutluk/İşkodra, Kosova/Prizren,  Kuzey Makedonya/Üsküp, 15.7.2023)
            Arnavutluk’a sanki otelde kalmak için uğramış gibi olduk! Şehre gece yarısından sonra geldiğimiz için planlanan panoramik İşkodra turunu yapamadık.
            Balkanlardaki bazı şehirlerin bende uyandırdığı tesir farklı! Merhum babam, Cevdet dedemi ve babası Hacı Yüzbaşı Ahmet dedemin hayatını anlatırken, Selânik, İşkodra, Manastır ve Demirhisar’ı anar, Cevdet dedemin sünnetinde hediye edilen yağız at ile Selânik mavzerinden bahsederken her seferinde duygulanırdı... Bize küçük yaşlarda tarih şuurunu ve duygusunu veren sevgili babama ve cümlesine rahmet olsun.
            Dün gece otelimize geç saatlerde geldiğimiz için, tur firmamız paket yemek siparişi vermiş. Fakat o saatte arkadaşlarımızın birçoğunun yemeği yiyecek fırsatı olmamış ya da bizim gibi geç saatte yemekten imtina etmiştir. Firmamızın duyarlılığına teşekkür ediyoruz. Daha sonra öğrendiğimize göre, planlanan zaman aşılırsa böyle hareket ediliyor, yolcular aç bırakılmıyormuş.
            Kahvaltımızı yapıp, hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra saat 09.00’da, Anadolu kasabasını andıran, sokakları ıhlamur ağaçlarıyla bezeli, tarih hazinesi bu şehirden hareket ettik.  Yeni menzilimiz Kosova. Şehirden ayrılırken, Antika, Mekanik, Veterinar, Berber gibi dükkân isimleri okudum. Ayrıca çok sayıda Farmacı var. Bunların eczane olduğunu anlıyorum. Biliyorsunuz, ilaçların kullanışlarını ve etkisini konu alan bilim dalının adı da “Farmakoloji”. Zannediyorum isim aynı kökten geliyor. Suyu bol ve bereketli Buna Nehri’nin üstündeki köprüden geçtik.
            Bitki örtüsü gittikçe zayıflıyor. Bir süredir görmeye alışık olmadığımız çorak tepeler görüyorum. Yol boyunca sebze ve meyve satıcıları, yerleşim merkezlerinde manavlar, meyve bahçeleri var. Hayvanlar için otlar balyalanmış.
            Bir süre, geliş-gidiş olmak üzere iki şeritli yolda ilerliyoruz. Daha sonra çift şeritli otoyola geçeceğiz. Not aldığım bazı yer isimlerini yazayım: Paçram, Kallmet, Gocaş, Mozaik, Gjader, Spiden
            Özellikle eski binalarda dikkatimi çeken, kiremit yerine kullanılan çatı örtülerinden (Alperenler/Blagay Tekkesi’nde ve bazı köylerde görmüştüm.)  bahsetmek istiyorum. Yapısını tam öğrenememekle beraber, bizim kayrak adını verdiğimiz düz taşlara benziyor. Düzenli şekilleri yok. Çatı akıntısına uygun olarak yerleştirilen taşlar harçla ya da özel bir malzeme ile birbirine bağlanıp araları kapatılmış. Hâlâ işlevsel olduğuna göre tecrübe edilmiş bir malzeme olmalı. Pişirilmiş toprak olabilir mi diye düşünüyorum. Fakat pişirilen toprak çamuru olsa mutlaka düzenli bir şekli olur. Araştırmaya devam edeceğim...
            Saat 11.40’ta İşkodra-Kosova otoyoluna giriş yapıyoruz.  Otobüsler için giriş ücreti 11.3 avro. Otoyolda hız limiti 130 km/saat. Mola verdiğimiz KASTRATI akaryakıt şirketi işletmecileri istasyonun uygun yerlere koydukları zarif saksı çiçekleriyle fark yaratmışlar. Marketi güzel,   aradığımız özelliklere sahip tuvaletleri ve lavaboları gayet temiz.
            Arnavutluk sınır kapısından çıkıp, Kosova sınırına giriş yapmamız yarım saat sürdü. İstikametimiz, ülkenin ikinci büyük kenti Prizren.
            KOSOVA
            Başkenti Priştine. 2008 yılında bağımsızlığını ilan eden Kosova Cumhuriyeti’nin nüfusu 1.739.825, yüzölçümü 10.908 km². Para birimi Avro.  Arnavutça ve Sırpçanın konuşulduğu ülkede nüfusun % 93’ü Arnavut, %5’i Sırp, %1.08’i Türk, geriye kalanlar farklı etnik kökenden gelmekte.(Kaynak: mfa.gov.tr)
            PRİZREN
            Bir dağın eteğinde kurulu şehir beş asır Osmanlı Devleti’nin parçası olmuş, Türk turistlerin uğrak yerlerinden Prizren’e vardığımızda saat 13.30’du. Altından Bistriça (Akdere) Nehri’nin geçtiği tarihi Taş Köprü’den yürüyerek Sinan Paşa Cami’sinin olduğu bölgeye geldik. Caminin giriş merdivenlerinin sağında, oluğundan buz gibi su akan çeşme var. Bu çevrede esnaf ve sanatkârların dükkânları, yeme içme ve dinlenme mekânları yer alıyor. 
            Şehir, şefkatli ana kucağı gibi sizi sarıp sarmalıyor. Sıcak ve samimi... Gurbetten sılaya gelmişim de yılların hasretini birkaç saate sığdırmak için çırpınan evlat gibiyim...
            Türk turist kafilelerini de görüyorum. Bosna Hersek’teki yerel rehberimizin sözü hatırımda: “Sizler geldikçe kendimizi daha güçlü hissediyoruz..”
            Ayakkabıcı ve kuru yemişçi esnafıyla, çarşıda yemek yediğimiz lokantadaki gençlerle Türkçe konuşup anlaşıyoruz. Gayet nazikler. Bizi memnun etmek için ellerinden geleni yaptılar.     Çarşıya giderken, Türk Hamamı’nı, sadece kendisi ayakta kalan minareyi, kubbeli bir caminin önünde, akan çeşmeyi ve meyve sebze satan manavı görüyorum. Pembe olanlarla, hafif sivri, rengi gayet alımlı domatesler dikkatimi çekti. Yol üzerinde rastladığımız (MİSHTORE KASAP EDİN 1) kasabın dolabındaki butlara bakınca şaşırdım! İlk defa böyle büyük butlar görüyorum. Bizim büyükbaş hayvanlarımızın butları bunların yanında kuzu budu gibi kalır!
            Prizren, ailece çok sevdiğimiz halde içmeye fırsat bulamadığımız bozanın da ana vatanıymış. Manisa’nın en eski boza ustaları bu coğrafyadan gelen soydaşlarımızdır. Şimdilerde sayıları ancak birkaçı bulan bozacılara, 1970’li yıllarda özellikle Perşembe Pazarı’nda adım başı rastlar, bol bol içerdik. Nohut mayalı simidi meşhur olan Manisa’nın bozası da geleneksel tatlarındandır. Bozacılarımız akşamları da mahalleleri dolaşır, hoş nidalarla geldiklerini belli eder, sevenlerinin damaklarını boza  tadından mahrum bırakmazdı.
            SİNAN PAŞA CAMİ
            Türk-İslâm eserlerinin en önemli örneklerinden biri olarak gösterilen cami, 1615’te Bosna valisi Sinan Paşa tarafından yaptırılmış. Yol seviyesinden yüksek bir alana inşa edildiği için merdivenlerden çıkarak, iki kanatlı kapıdan  girdiğimiz caminin şadırvanı arka bahçede. Ana kubbesi ve minare külahı kurşun kaplı, iç mekânı görmeye değer süslemelerle bezeli. Caminin yanından yukarıya doğru uzanan sokağa da Mimar Sinan adı verilmiş. Yakışmış...
            2007 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü ve TİKA işbirliği ile restorasyona başlanmış. Aslına uygun şekilde elden geçirilen ve eksiklikleri tamamlanan cami tekrar ibadete açılmış. Caminin çevre düzenlemesi de TİKA tarafından yapılmış.
            KOSOVA PRİZREN’DE ABD BAYRAĞI
            Otobüsümüzle ilerlerken rehberimiz gösterip anlattı. Prizren’in mahalli idare merkezindeki giriş kapısının bir tarafında Kosova, diğer tarafında ABD bayrağı dalgalanıyor. Sebep?  Bu ülkenin Kosova’ya verdiği desteğe karşı duyulan minnet duygusu! En hafif tabirle can sıkıcı, onur kırıcı... Şaşırdım... Egemen ülkelerde yabancı devlet bayraklarının asılacağı yerler bellidir... Askerinin çizmesinin değdiği, ekonomik yardım vaadiyle para verdiği hangi ülke kurtuluşa ermiş ki Kosova abad olacak? Egemenliğine şöyle ya da böyle tesir ettiği, çeşitli yol ve yöntemler kullanarak halkına benimsettiği liderler vasıtasıyla yönetilen hangi ülke huzura erdi ki? Sırbistan’ın hâlâ bağımsızlığını tanımadığı, dengelerin pamuk ipliğine bağlı olduğu bu coğrafyada Kosova bu hale düşürülmemeli! Düşürmemeliyiz!!!  “Kem âlât ile kemâlât olmaz.” Vesselam...
            Bu durumu merak edip araştırırken konuyla ilgili 4 Temmuz 2023 tarihli bir habere rastladım! “ABD’nin 4 Temmuz Bağımsızlık Günü vesilesiyle başkent Priştine’deki Bedri Kamberi Camisi’nde göndere ABD bayrağı çekildi!  İmam Labinot Maliqi: “Kosova halkının Amerika devletinin, Kosova Devleti’nin özgürlüğü ve bağımsızlığı için yaptıklarına ve aynı zamanda Avrupa’nın en genç devletine verdiği sürekli desteğe minnettar olduğunu belirtti.” (1)
            Prizren’de yaşadığımız güzel duygularla yeni uğrak yerimize doğru hareket ediyoruz.
            KUZEY MAKEDONYA
            Kosova sınır kapısını geride bırakıp, 18.15’te Kuzey Makedonya’ya, kısa bir yolculuktan sonra da saat 19.00’da büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın doğduğu şehre, Üsküp’e vardık.
            Yüzölçümü 25.173 km² (Ankara ve Erzurum illerimizin büyüklüğü kadar) olan Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nin nüfusu 2.097.319, başkenti Üsküp. Resmi dili Makedonca ve Arnavutça. Nüfusunun %54,21’i Makedon, 29,52’si Arnavut, %3,98’i Türk, %2,34’ü Roma, %1,18’i Sırp, kalanlar da diğer etnik kökenlerden oluşuyor. Uzun bir süre “Makedonya” ismi konusunda Yunanistan’la sıkıntılar yaşayan ülke sonunda her iki tarafın da mutabakatıyla Kuzey Makedonya isminde uzlaşıyor.
            ÜSKÜP
            Vodna Dağı’nın eteğinde kurulu, nüfusu 526.502 olan Üsküp’ün Makedonya Meydanı’nda inip yerel rehberimizle buluşuyoruz. Kuzey Makedonya nüfusunun dörtte biri bu şehirde yaşıyor.
            Vardar Nehri, beş yüz yıl Osmanlı hakimiyetinde kalan bu güzel şehrin ortasından geçiyor. Makedonya Meydanı’ndan bakınca, Vardar Nehri’nin bir tarafı yeni yapılan binalar ile açık hava heykellerinin müzesini (!), diğer tarafa bakınca da Türk-İslam mimarisinin nadide örneklerini  görüp Anadolu’nun sıcaklığını hissediyorsunuz. 1884 yılında Üsküp’te doğan edebiyatımızın zirve şairlerinden Yahya Kemal Beyatlı’nın (1884-1958) buraya olan hasretini dile getirdiği Kaybolan Şehir şiiri size daha anlamlı geliyor.

Üsküp ki Yıldırım Beyazıd Han diyârıdır,
Evlad-ı Fatihân’a onun yâdigârıdır.

Firûze kubbelerle yalnız bizim şehrimizdi o;
Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyla biz’di o.

Üsküp ki Şar Dağ’ında devâmıydı Bursa’nın.
Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.

Üç şanlı harbin arş’a asılmış silâhları
Parlardı yaşlı gözlere bayram sabahları.
...
            “Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene, / Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.” (2) deyip tarihi hafızamızda dipdiri tuttuğumuz bu nadide şehir, hükümetin AB yolunda mesafe alma, Yunanistan’a karşı elini güçlendirme ve yeni bir kültürel kimlik kazandırma amacıyla başlattığı Skobje (Üsküp) 2014 projesiyle kimliğini kaybetmiş görünüyor! Üsküp’e giydirilmek istenen yapay ruh, tarihi misyonu ile örtüşmüyor. İmkanları sınırlı bir ülkenin 500 milyon avro civarında para harcayarak yaptığı onlarca bina, meydana kondurduğu sayısız heykel kendi ülkelerinde de tartışma yaratmış. Bana sorarsanız, binalar ve heykeller o şehrin ruhuna, taşıdığı tarihi mirasa uymamış. İçlerinde anlamlı bulduğum heykeller olmasına rağmen, bazılarını estetikten uzak buldum.
            Vardar Nehri üstüne Fatih Sultan Mehmed döneminde (1451-1469) inşa edilen, Üsküp Belediyesinin armasında da yer alan Taşköprü; 12 ayaklı, 220 metre uzunluğunda, 6 metre genişliğinde ve 13 kemerli. Köprünün tam ortasında mihrabı (Kıblegâh/Namazgâh) var. (Mihrab kıbleyi gösteriyor ve burada toplu olarak namaz kılındığı rivayet ediliyor.) Taşköprü’nün Kıblegâhı, üzerindeki yazıların, boyaların temizlenmesini bekliyor...
            Şehrin iki yakasını birleştiren köprünün üstünden hem Vardar’ı hem şehri seyrettik.
            Köprüden inip çarşıya yöneldiğimde kulağıma tanıdık bir müzik parçasının ezgileri gelmeye başladı. Dikkat kesilip tekrar dinledim... Oydu. Sohbet vesilesiyle Manisa’ya geldiğinde, kendisinden de dinlediğimiz merhum Abdürrahim Karakoç’un Mihriban’ı idi. Musa Eroğlu’nun Mihriban bestesi bir musiki ustasının gitarından Üsküp’ün Makedonya Meydanı’na akşam rüzgârı gibi yayılıyor, gönül telimizi okşayıp geçiyordu... Bu ne güzellikti! Yaklaşınca gördüm ki, öğretmen  arkadaşlarım da sözlerini okuyor!!!

Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışım çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban

Yar deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
...
            Yahya Kemal’in “Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyla biz’di o.” (2) dediği Üsküp’ün çarşısına doğru ilerliyoruz. Tarihi Türk hamamı, Arnavut kaldırımlı yollar,   sağlı sollu birbirine yaslanmış kadim dostlar gibi uzanıp giden kuyumcular, ayakkabıcılar, köfteciler, tatlıcılar, el sanatları ve hediyelik eşya dükkanları, çay ocakları bizi bekliyor. Onlara da “merhaba” diyeceğiz. Kısacık zamana, pek çok hatırayı, gözlemi ve bilgiyi sığdırabilmenin telaşındayız.
            Çarşının başına doğru gidip, kızımın arkadaşı tarafından Üsküp’te illa gidilip tadılması tavsiye edilen tatlıcıdan trileçe alıyoruz. Gezmeye doyamadığımız çarşıdan dönerken bir kadın, boynundaki 1,5 metrelik yılanla poz vermek isteyenlerle (ücretini ödeyerek) meraklı bakışlar arasında fotoğraf çektiriyor. Bazı seyirciler olup biteni ürkek bakışlarla uzaktan seyrediyor.
            Akşam oldu. Programa göre yemeğimizi yiyeceğimiz mekânda Makedon Gecesi var.  Lokantaya geçiyoruz. Burada birkaç Türk kafilesi daha var. Yemeğimizi yedikten sonra, orgunun başına geçen müzisyen Balkan havalarından ve rağbet gören ezgilerden çalıp söylemeye başlıyor. Ben, Makedon Gecesi denilince, Makedon kardeşlerimizin yapacağı halk oyunları vb. gösteri ile müzik performansı vardır diye düşünmüştüm. Yanılmışım.
            Orgtan nağmeler dökülmeye başlayınca gençler yavaş yavaş piste çıktı. Bizim kafileden ilk atağı Musa Akyol hocam yaptı ve halay başı oldu. Hepimizi coşturdu. Sonrası geldi artık... Müzisyen çaldı biz oynadık...
            Konaklayacağımız G HOTEL, Makedonya Meydanı’na 15 dakika uzaklıkta. Türk olan otel sahibi bizi dışarıda karşıladı. Ayaküstü konuşurken Manisa’dan geldiğimizi öğrenince; “Ben de kendimizi Salihlili zannediyordum. Anneme sorunca Konya’dan geldiğimizi öğrendim.” dedi.  Başka bir şehirde, Osmanlı döneminde aynı yöreden Balkanlara gönderilip burada iskan edilen yerel rehber vatandaşımızla da karşılaştık.
KAYNAK:
1) https://www.kosovaport.com/camiye-abd-bayragi/ 4.7.2023
2) Yahya Kemal Beyatlı, Kaybolan Şehir

Bu yazı 464 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum