Hüseyin TUNÇAY

Hüseyin TUNÇAY

htuncay45@gmail.com

Balkan Gezimiz-III

16 Ağustos 2023 - 20:08 - Güncelleme: 16 Ağustos 2023 - 20:09

Öğleden sonra Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’ya doğru hareket ediyor,  Sava Nehri’nin üzerindeki köprüden geçerken, bizde  olumlu intibalar bırakan Belgrad’ın güzelliklerine  son kez bakıyoruz. Suyun hayat ve güzellik olduğuna bir kez daha şahitlik ederek (300 km) her zaman kullanılan yol bakımda olduğu için tali yollardan devam ediyoruz.
            Köyler güzel, evleri gayet bakımlı. Evler bahçe içinde, genellikle tek ya da 2 katlı. Bizim köy evlerinin ayrılmaz bir parçası olan, ekşi mayalı sarı buğday unlarından yaptığımız lezzetine doyum olmaz pide ve ekmekleri pişirdiğimiz fırınlara buralarda rastlamadım. Belki ben göremedim. Çocuklar için hazırlanmış şişme yüzme havuzları görüyorum. Gelecek kış mevsimin hazırlıkları şimdiden başlamış. Odunlar  kesiliyor ve istifleniyor. Yollarda, ülkemizde olduğu gibi römork üzerinde karpuz, kavun satan çiftçileri ilk defa görüyorum. Bazı yerleşim merkezlerinde  manava da rastladık.
            Bosna Hersek’e Giriş
            Yerel saatle 14.37’de Sırbistan sınır kapısına ulaşıyoruz. Görevli memur, otobüsümüze gelerek pasaportlarımızı toplayıp, çıkış işlemlerimizi yapıyor.
            Bosna Hersek sınır kapısında da gerekli kontrolleri yaptırdıktan sonra merak ettiğimiz, hakkında pek çok şey okuyup dinlediğimiz, kendimizden bir parça kabul ettiğimiz ülkeye giriyoruz.
            1992 yılında bağımsızlığını ilan eden ülkenin yüz ölçümü 51.197 kilometrekare,  nüfusu 3.849.891 Nüfusun %50,11’i Boşnak, %30,78’i Sırp, %15.45’i Hırvat, geriye kalanları diğer etnik unsurlar oluşturuyor. Boşnakça, Sırpça ve Hırvatça dilleri konuşuluyor.
             Şahsen sevip saygı duyduğum, ismi ülkesiyle özdeşleşen Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in mütevazı kişiliği, Bosna Hersek’i bağımsız bir ülke yapmak için harcadığı gayreti ve kararlı duruşunu hatırlıyor, karlar altında şehitleri için dua ederken çekilen fotoğrafı gözümün önüne geliyor...
            Çok etkilendiğim şu sözünü unutmuyorum: “Ölmeye hazır olan insanlar, ölmeye hazır olmayanlara karşı galip gelirler. Biz kin gütmeyeceğiz ama asla yapılanları unutmayacağız ve her şey bittiğinde hatırlatacağımız şey düşmanlarımızın sözleri değil dostlarımızın sessizliği olacaktır. Biz ölüyoruz ama onlar da kazanmıyorlar...”
            Saraybosna yolunda, akarsular ve yeşilin tonlarıyla beraber akıp gidiyoruz. Ahşap palet üreten bir iş yeri  tabelasını görüyorum; “TABANCI”.  Ne güzel bir karşılık bulmuşlar.
Bişina ve Skelani, yolda gördüğüm yerleşim merkezlerinden birkaçının adı.
            Rehberimiz, Bosna Hersek ve Saraybosna hakkında bilgi veriyor. Burada da bize yine yerel bir rehber eşlik edecek.
            Çocuk Sesi Güzeldir, Gürültüsü de!
            Sınıf öğretmenliğinden emekli oldum. Gürültüden yorulduğumuz, bazen de rahatsız olduğumuz doğrudur... Fakat ara ya da yaz tatilinin ikinci haftasında, zil ve çocuk sesini, onların gürültüsünü özlerdik. Binalar bomboş gelirdi bize. Binalara anlam veren insanlar tabii. Eşya onlarla güzel.
            Daha önce bahsetmiştim,  kafilemizde on civarında ortaokul, lise ve üniversite  öğrencisi var. Onların heyecanları, soruları ve değerlendirmeleri, “genç bakışları” hoşuma gidiyor ve gezimize renk katıyor. Gündüz Aydın’ın torunu 6. sınıf öğrencisi Elif Zeren’in, sessizliği yırtan; “Ne zaman mola vereceğiz?, Kaç kilometre kaldı?, Yolumuz çok mu uzun?” sorularını her duyuşumda tebessüm ediyorum... Soruları bazen bize de tercüman oluyor.
            Mezarlıklar
            Yol üzerinde gördüğüm Müslüman ve Hristiyan mezarlıkları temiz ve bakımlı. Duvarla   çevrilmiş. Müslüman mezarlıkları sade ve gösterişten uzak. Mezar taşları bizimkilere benziyor. Genellikle, baş ve ayak ucunda mermer taş bulunuyor. Bazı taşlarda yeşil renkli hilâl var. Ayrıca  ülke bayraklarını gördüğüm (Bosna Hersek, Makedonya...) mezarlıklar da oldu.
            Hristiyanlara ait mezarlar mermer lahit halinde yapılmış. Gösterişli... Hemen hemen tamamı böyle. Kullandıkları mermerlerde tek tük beyaz renge rastlasam da hakim renk, koyu füme ve siyah.
            Yol boyunca camisi olan köyler kadar, kilisesi olan yerleşim merkezlerini de görüyoruz. Bir yerleşim merkezinde hem cami hem de kilise gördük. Hristiyan köy ve kasabalarında, gösterişli kiliseler en görünür yerlere yapılmış, görünür tepelere büyük haçlar dikilmiş. Çok canlı ve diri bir Hristiyanlık inancının, dini hayatının olduğunu görüyorum.
            Umarım, bu barış iklimi devam eder...
            Akşam üzeri saat 18.00’e doğru Saraybosna’dayız. Yüksek öğrenimini ülkemizde yapan kadın rehberimiz, savaşta 2 milyon belge ve kıymetli evrakın yakıldığı kütüphanenin (yakılıp yıkılan yapının yerine Başçarşı’nın hemen girişinde 4 katlı büyük bir bina yapılmış. Rehberimiz, binanın bu kadar büyük  yapılmasını çarşının görüntüsünün engellenmesi şeklinde yorumladı.) önünde “Hoş geldiniz” diyerek açıklamalarına başladı.
            ABD, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (Güneri Cıvaoğlu’nun, 22.06.2010 tarihli “ABD’li Yarbay” başlıklı yazısın bulup okumanızı öneririm.) bir adımı olarak  sözde sebeplerle (daha sonra ikrar ettiler) Irak’a saldırdığında ilk yaptıkları şey kültür varlıklarını yakmak, yıkmak, talan etmek, müzelerdeki tarihi eserleri kendi ülkelerine kaçırmak olmuştu. Amaç, tarihleriyle olan bağlarını koparmak. Burada da, Büyük Sırbistan hayali aynı şeyi yaptırmış.
            Sırtınızı, rehberimizin açıklama yaptığı Millî Kütüphaneye verip, Milyatsa Nehri’nin öbür yüzündeki  yamaçlara baktığınızda sanki Kula ve Bolu evlerini görüyorsunuz.
            Güneş bir sonraki güne koşmanın telaşında... Geçmişin tanığı yan yana sıralanmış camiler bir gelecek vakti, minareler de  ezanı beklemekte.
            Srebrenitsa Soykırımı (11-22 Temmuz 1995)
            11 Temmuz, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da, Srebrenitsa’da Sırpların yaptığı en büyük katliamın, 8.373 sivilin canına kıyıldığı soykırımın yıl dönümü.
            11-22 Temmuz 1995 tarihleri arasında, Sırp ordusu, güvenli bölge ilan edildiği için silahlarını teslim eden Srebrenitsalılara saldırdı. Savaş sırasında şehrin güvenliğini sağlayan Hollandalı Komutan Thom Karremans kontrolü Sırplara verdi. Bu soykırım, halkın kendilerini savunmalarını istediği Hollandalı BM askerlerinin gözü önünde yapıldı.  “Medeniyet dedikleri tek dişi kalmış canavar”ın müsamahasıyla gerçekleşti...
            Sırplar önce erkekleri, sonra kadınları ve çocukları öldürerek,  pek çoğunu toplu mezarlara gömdü. Katliamın görüntülerini yayımladılar. Savaştan sonra bulunan onlarca toplu mezardaki  Srebrenitsalıların kimlikleri tespit edilip her 11 Temmuz’da Potoçari Anıt Mezarlığı'nda törenle toprağa veriliyor.  Potoçari’ye defnedilenlerin sayısı 2022 yılı itibarıyla 6.610 olmuş. Bosnalılar kaybettikleri  2 bine yakın kurbanını aramaya devam ediyor...
            O tarihlerde akşam haberlerini dinlerken yüreğimiz kanıyor, saf ve masum sivil halk pazar yerlerinde hedef alınıp bombalanırken biz de vuruluyor, bir şey yapamamanın acısını çok derinden hissediyorduk...
            Srebrenitsa Çiçeği (Hafıza Çiçeği)
            Belki sizin de dikkatinizi çekmiştir. Soykırımın yıl dönümünde (11 Temmuz) ölenlerin anısına, basında, sosyal medyada bir çiçek paylaşılıyor; Srebrenitsa Çiçeği (Hafıza Çiçeği) Beyaz yaprakları masumiyeti, ortasındaki yeşil renk umudu, 11 tane yaprağı da soykırım (11 Temmuz) gününe işaret ediyor.
            Kosovalı kadınlar tarafından tasarlanan ve 11 Temmuz soykırımının sembolü kabul edilen Srebrenitsa Çiçeği’nin (Hafıza Çiçeği) hüzünlü bir hikâyesi var: Hafıza Çiçeği, toplu mezarların üzerinde bitermiş. Mavi (Morfo) kelebekler de kalabalık gruplar halinde Hafıza Çiçekleri’ne konarmış...  Hafıza çiçeği ile mavi renkli kelebekler, insanlık dışı muameleye maruz kalan bedenlerin ve onlarca toplu mezarın bulunmasına kılavuzluk etmişler ...


            Saraybosna Gülü
            Rehberimizin liderliğinde Başçarşı’ya doğru yürüyoruz. Bir Anadolu kokusu geliyor, o çarşının muhabbeti sarıyor hepimizi. Sol tarafımızda, Saraybosna’ya büyük hizmetlerde bulunan, İkinci Bayezit’in oğlu, bir Sırp isyanını bastırırken burada şehit düşen devlet adamı Gazi Hüsrev Bey’in yaptırdığı, onun ismiyle anılan cami var.  Türbesi caminin bahçesinde.
            Rehberimiz, yol üzerinde etrafı  çevrilmiş bir alanın yanında duruyor. Bu, Saraybosna Gülü!!! Topların yerde açtığı, izler, oyuklar ve yarıklar kırmızı reçine ile doldurulmuş. Unutmamak, unutturmamak, ölenlerin hatırasını yaşatmak için. Şehirde bu güllerden 200 taneymiş!!! Şehir kuşatma altında havan toplarıyla dövülürken, en az  üç kişinin can verdiği her yerde bu güllerden varmış! Dolaşırken, bu gülleri gördüğümüzde daha dikkatli oluyor, etrafından dolaşıyoruz...
            11 Temmuz’dan itibaren birkaç gün hayatın durduğunu, müzik, oyun ve gösterilerin yapılmadığını, belediye hoparlöründen soykırımda ölen 8.373 Saraybosnalının isimlerinin okunduğunu öğreniyoruz.
            Gündüz Aydın hocam, rehberimize,  milletimizle beraber ihtiyaç olan desteği  vermeye her zaman hazır olduğumuzu söyledi. Rehberimiz teşekkür ederek, savaşta yakın destek sağlayan Türkiye Cumhuriyeti’ne, yardımını gördükleri Prof.Dr. Necmettin Erbakan’a minnet ve şükran duygularını ifade etti.
            Başçarşı
            Çarşı oldukça canlı. Her aradığınızı  bulabileceğiniz dükkânlar, alışveriş merkezleri, dinlenme mekânları, hediyelik eşya satan yerler, dondurmacılar, lokantalar, bizim gibi rehberlerini takip eden fotoğraf çekmeye çalışan turist grupları çarşının görüntüsünü tamamlıyor.
            Başçarşı, dini hoşgörünün de merkezi. Çarşı girişinde Gazi Hüsrev Bey Camisi’ni, biraz ötede sokak içindeki  havrayı, ilerleyince de İsa’nın Ruhu Katedrali’ni görüyorsunuz. Serbest zamanda birkaç kapalı çarşıyı, bezistanı (bez türlerinin satıldığı çarşı) geziyoruz. Burada  bir devlet bankamızın şubesi var.
            Boşnak Köftesi
            Saraybosna’ya daha önce gelen arkadaşların yemek tavsiyelerinden birisi “Boşnak Köftesi”ydi. Başçarşı’daki tarihi bir mekândaki köfteciye giriyoruz. Üst katı bizim kafileye ayrılmış. Elli kişinin yemek yiyebileceği, tavan ve tabanı ahşap salonun duvar kenarlarına dörder kişilik, ortaya da yuvarlak ve uzun masalar yerleştirilmiş. Tavandaki avizeler hoşuma gitti.
            Hareketli günün sonunda iyice acıktık. Nihayet önce ayranlarımız akabinde damağımızı yeni bir tat ve lezzetle tanıştıracağımız Boşnak köftemiz geliyor. Köfteler, ince bazlamaya benzeyen yarım pidenin içine sıralanmış. Yanında bir tatlı kaşığı kadar soğan var! Soğanın azlığına  bir anlam veremedim. Masalarda tuz ve karabiber dışında baharat yok. Biz;  kimyonu, kekiği, karabiberi ızgaranın demirbaşı sayar sonra da köftemizin üstünü gelincik tarlası gibi acı pul biberle süsleriz! Kalkıp araştırdım, bulamadım. Farklı yemek kültürlerine ve damak tatlarına saygı duyacağız.
            Köftelerin porsiyonlar oldukça doyurucu. Etinin lezzeti fevkalâde. Bu coğrafyada, yedi dağın envaiçeşit otunu yiyen hayvanların eti tabii ki lezzetli olacak! Keza, köfteleri   arasına koydukları pidenin tadı da harika. Yolunuz düşerse, Boşnak köftesi yemenizi tavsiye ederim.
             Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç (1925-2003)
            Saat 21.30’da buluşma noktamıza gelip otobüsümüze bindik. Fakat, Bosna Hersek Cumhuriyetinin kurucusu Aliya İzzetbegoviç’in mezarına gidememiştik. Kafile ve tur sorumlularıyla yaptığımız değerlendirmeden sonra ziyaret etmek isteyenler için ek süre verildi.
            Arkadaşlarımızla birlikte merdivenleri tırmanarak Osmanlı şehitlerinin de olduğu 15. yüzyıldan kalma, Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç ve 1400 arkadaşının yattığı Kovaçi Şehitlik Mezarlığı’na saygı ve tazimle girdik.
            Gece karanlığını yaran bembeyaz mermer taşlı mezarlarında, içtimaya geçmiş askerleri, “Her fâni gibi, ben de öleceğim. Mezarıma anıt yapmayın. öldüğümde, Osmanlı askerleriyle, Bosna şehitleriyle yan yana yatmak istiyorum.” diye vasiyet etmiş Bilge Kral’dan bir işaret bekliyorlar sanki.
            “Hayat kısa sözüne hiç itibar etmedim. Çünkü yeterince uzun yaşadığımı düşünüyorum.” diyen  Aliya İzzetbegoviç, askerlerinin ortasında, hilâl şeklindeki kaidenin uçlarının birleştiği yerde yatıyor. Sekiz sütun üzerinde, sonradan yapılan, gök kubbeyi gören sade ve estetik görünüşlü kubbeli  gölgeliğin altında yatıyor. Mezar taşında; “Abdullah (Allah’ın kulu) Aliya İzzeetbegoviç” alt tarafında ise “Allah’a yemin ederim ki hiç bir zaman köle olmayacağız” ifadesi var.
            Bir arkadaşımız Kur’an-ı Kerim’den sure okuyor. Dua ve niyazlarımızı, Osmanlı ve Saraybosna  şehitlerine gönderiyoruz. Ruhları şad olsun. Bir vecibeyi yerine getirmenin huzuruyla otobüsümüze dönüyoruz.
            Yurt dışındaki değerlerimize sahip çıkan Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) 2013 yılında Aliya İzzetbegoviç’in, Bosanski Şamac şehrinde doğduğu evi restore etmiş. Buna da çok sevindim.
            Otelimize geldiğimizde saat 22.30’du. Temposu yüksek bir günden sonra dinlenmemiz lâzım.

Bu yazı 522 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum