Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Bağlam

05 Temmuz 2020 - 15:19

Bağlam anlamın evidir. Anlam ancak ve ancak bir bağlamda var olabilir. Bunun içün bir düşünür demiş ki bana sözün bağlamını verin size anlamını söyleyeyim.
Bağlam dildir, kültürdür, çevre kültürlerdir, algıdır.
Bağlam bilinmeden bir olayın veya yazılı bir metnin anlamını anlamak kolay değildir. Tabi metin öylesine yazılmış bir roman değilse. Bağlam bilinmeden de yorumlarım diyen de elbette kendince yorumlar. Fakat şöyle bir tehlike vardır. Yorumlayacağım derken yorumladığı şeyi yorup farkında olmadan istediğini de söyletebilir.
Bağlam, genellikle sistematik bir düşünce bütününü ifade eder. Her düşünce bir bağlam içinde doğar, her düşünce kendi bağlamı içinde anlamlıdır. Farklı bağlamlarda yer alan düşünceler, farklı doğruluk ve geçerlilik ölçütlerini gerektirebilirler. Bir düşünceyi anlamanın en iyi yolu onu kendi bağlamı içinde görmektir.
Düşünce bağlamından koparıldığında anlamını kaybeder. Çünkü belirli bir bağlamda yer almak kaçınılmazdır ve bunun en tabiî sonucu da evrenselciliğin karşıtı olan izafiyetçiliktir.
Bu evrenselcilik konusu kulağımıza hoş geliyor. Hâlbuki izafi olanın, mahalli olanın evrensel olandan bir eksiği yoktur. Mesela Anadolu yemekleri güzeldir ve afiyetle yeriz ama aynı yemekler bir Çinli için veya bir Avrupalı için aynı lezzeti verir diyebilir miyiz? Bir uzun hava dinleriz kendimizden çok şey buluruz. Fakat aynı etkiyi bir Afrikalı da hisseder mi? Bunları söylerken evrensel değerler yoktur demiyorum. Sadece her şeyin bir zamanı, mekânı, muhatabı vardır. Nasılı ve niçini vardır. Yani bağlamı vardır diyorum.
Şöyle bir örnek verebiliriz. Mesela bizim güldürü filmlerimiz her defasında bizi aynı iştahla güldürüyor. Sebebi basit. Aynı kültür içinden düşünüp konuşuyoruz, aynı imgelere aynı manaları yüklüyoruz. Belki bir yabancının hiç anlam veremediği veya komik bulmadığı bir şeye katıla katıla gülebiliyoruz. Sevdiğimiz birine ‘gözünün yağını yerim' dememiz veya kurnaz birine ‘hmmm o ne anasının gözüdür' sözünü ne bir Arap ne de bir İngiliz anlar. Ancak biz anlarız. Ve bu sözler bihakkın bir başka dile tercüme de edilemezler. İşte bu kültürel bağlamdır.
Her kültürün, her toplumun, hatta her olayın bir bağlamı vardır. Bağlamı kaybettiğimiz anda anlamı da ve dolayısıyla sahih yorumu da kaybederiz. İlahiyatta okurken beni en çok meşgul eden soru şuydu. Metin tek iken neden bu kadar ihtilaf oluşmuştur. Bunun elbette tek bir cevabı yok. Rivayetlerin ihtilafı, yorumcuların seviyeleri, ihtiyaçlar, hatta rüzgarın estiği yön bütün bu ihtilafların oluşmasında etkili olmuştur denilebilir. Elbette buna bağlamın göz ardı edilmesini de eklemek zorundayız.
Bağlamı hesaba katmadan yapılan bir yorum olarak Haricilerin tarihte Hz. Ali'yi tekfir ettikleri şu ayeti zikredebiliriz. 'Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendisidir.' Hariciler bu ayete dayanarak Hz. Ali'nin kanını helal saymışlardır. Hâlbuki ayet ehli kitapla ilgilidir. Belki bu hatanın yapılmasında en büyük etkenlerden biri zihinlerin derinliklerindeki şu hüküm olmuş olabilir. Sebebin hususiliği hükmün umumiliğine mani değildir.
Bir söz ne zaman söylenmiş, nerede, niçin, nasıl, kim tarafından kime söylenmiş. Bunları doğru tespit etmeden doğru anlama ulaşmak mümkün değildir. İlahiyat literatüründe ayetlerle ilgili sebeb-i nüzul ve hadislerle ilgili sebeb-i vürud işte bu söylediğimiz hususları tespit vasıtalarıdır.
Mesela ‘bilmiyorsanız zikir ehline sorun' diye herkesin bildiği bir ayet var. Bu ayet üzerine bir âlim oturup bir kitap bile yazabilir. Zikirle ilgili, işi ehline sormayla ilgili bir kitap yazabilir. Fakat bağlamı bilmiyorsa ayet anlaşılmamış demektir.
Cuma günü gusletmeyle ilgili bir hadisi şerif vardır. Bununla ilgili Abdullah b. Abbas'a sorduklarında O, meselenin teferruatını anlatıyor.
İki kişi ibni Abbas'a gelip: 'Ya ibni Abbas Cuma günü gusletmeyi vacip görür müsün?' dediler. İbni Abbas onlara dedi ki: 'O daha çok temizlik ve gusleden için daha güzeldir. Cuma günü guslün nasıl başladığını size haber vereyim.'
İnsanlar darlık ve meşakkatte idiler. Yünden elbiseler giyer, sırtlarında hurma yükü taşırlardı. Mescitler dar, tavanı basıktı. Sıcak bir Cuma gününde Resulullah mescide geldi. Minberin boyu kısa idi. Yalnızca üç basamaktı. İnsanlara hitap etti. İnsanlar, yün elbiseler içerisinde terlemişler, kendilerinden kokular yayılmıştı. Bu kokularla birbirlerine eziyet ediyorlardı. Onların kokuları minberin üzerindeki Resulullah'a ulaşınca, O şöyle buyurdu:
-'Ey insanlar! Bugün (Cuma günü) olunca yıkanınız. Her biriniz bulabildiğiniz kokuların en güzelini sürünsün.'
Ebu Davud, Kitabu'l-Et'ime'de geçen şu hadis-i şerifi de sebeb-i vürud bağlamında zikredebiliriz.
Halid b. Velid'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Resulullah ile birlikte Hayber savaşına katılmıştım. Orada Yahudiler gelip, Müslüman halkın Yahudilerin koyunlarını yağma etmek üzere Yahudilerin ağıllarına koşuştuklarını Hz. Peygamber'e şikâyet ettiler. Resulullah da Müslümanlara hitaben:
'Dikkatli olun! Anlaşmalı olarak Müslüman topraklarında yaşayan gayr-i müslimlerin mallarını haksız yere ellerinden almak helal olmaz. Ehlî eşek eti size haram olduğu gibi at ve katır da haramdır. Yırtıcı hayvanlardan her köpek dişli hayvan ile kuşlardan her pençeli kuş da haramdır' buyurdu.
Bağlamı bilmeden konuşursak Bektaşi babasının durumuna düşmemiz işten bile değildir. Bektaşi babasına neden namaz kılmadığı sorulunca Allah ‘namaza yaklaşmayın' buyurmuyor mu diyor. Ama o ayetin öncesi var ‘sarhoşken namaza yaklaşmayın' buyruluyor denilince; ne bileyim ben hafız mıyım diyor.
Bilmem anlatabildim mi?

Bu yazı 1122 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum