Gülruh DEMİREL

Gülruh DEMİREL

gulruhdemirel123@gmail.com

Ortaokul Yılları

02 Aralık 2023 - 13:29 - Güncelleme: 02 Aralık 2023 - 13:34

Mesleğine yeni başlamış, yüksek başarı beklentileri olan, idealist ve Atamızın izinde öğretmenlerimiz ile çalışkan, kurallara uyan ve disiplinli biz öğrencileriyle yol aldığımız ortaokul yıllarını anlatacağım sizlere.
Değerli öğretmenlerimiz bilgileri belleğimize öyle güzel aktarmışlardı ki, yaşamımız boyunca bu bilgilerden yararlandığımızı söyleyebilirim.
Ortaokulda kızlar beyaz yakalık ile siyah önlük giyer, erkekler ise lacivert takım elbise ile aynı renk kravat takardı. Tüm öğrencilerin ortaokullu olduğunu belirten, ilkokuldan farklı olarak önünde ay yıldızı olan lacivert renkli şapkaları vardı.
Okulumuzda hizmetli olarak Emine ve Ahmet Bulambaç çifti birlikte çalışır, onların sayesinde sobamız yanar, tertemiz ve sıcacık bir ortamda derslerimizi işlerdik.
Okul Katibimiz Erol Hun ağabeyimiz evrak işlerinde bizlere yardımcı olurdu.
Öğretmenler arasında öyle güzel bir bağ vardı ki... Samimi, sıcak davranışlarıyla birbirleriyle sohbet ederler, bizler de onlara gıptayla bakardık.
Okul adeta bizim ikinci evimiz gibiydi. Her sabah sevinçle kalkar, okula gitmenin heyecanını yaşardık.
Okulda kızlar ve erkekler çok gerekli olmadıkça birbirleriyle konuşamazdı. Bu, aileden ve çevreden gelen geleneksel bir davranış biçimiydi. Teneffüs saatinde, çoğumuz elinde kitabıyla dolaşırdı.
Okul yönetimi bazı yasaklar da koymuştu. Hafta sonları ve okul dışı zamanlarda dışarı çıkarken yine okul kıyafetimizi giyerdik. Geceleri ise tek başımıza dışarı çıkmamız yasaktı. Okul dışında rast geldiğimiz öğretmenimizi görünce heyecanlanır, yanına yaklaşarak “hazırol” vaziyetinde eğilerek selam verirdik.
Hafta içi sinemaya gidilmesi de yasaktı. Ancak hafta sonları okul kıyafetlerimizle, ailemizle birlikte sinemaya giderdik. Öğretmenlerimiz veya seçtikleri öğrencilerden bir kişi, hafta içi giden var mı diye gece kontrol için sinemaya gelirdi.
Bir gün sinemaya çok güzel bir film gelmişti. Sıtkı Amca locamızı ayırmıştı, biletlerimiz hazırdı ancak hafta sonu değildi. Babam “Bir şey olmaz, arada bir olur böyle şeyler.” dedi ve ailece sinemaya gittik. Uzaktan kontrole gelen öğretmenimizi görünce inanın film izlemek benim için adeta bir kâbusa dönüştü. Ertesi günü haysiyet divanına (disiplin kurulu) verileceğimi beklerken, hiç ses çıkmadı. Öyle rahatladım ki anlatamam.
Tüm bu kurallara çoğumuz uyar, kuralların bizlerin başarısı için uygulandığını kabullenirdik. O yıllarda "psikolojimiz bozuldu, stres yaptım” sözleri de bilinmezdi. Sadece "Çok canım sıkıldı. Biraz kafam bozuldu." sözleriyle rahatlar, ruh halimizi toparlardık.
Değerli ve başarılı öğretmenlerimizle yol almıştık. Matematik ve Beden Eğitimi dersimize giren Mustafa Varol öğretmenimiz öğrenciler için zor gelen matematik dersini bizlere sevdirmiş ve bilgileri de adeta nakış gibi zihnimize işlemişti. Problemlerin, verilen-istenen çözüm şeklinde sonuca ulaşması ise bana öğretmenlik yaşamımda da örnek teşkil etmiştir.
Beden eğitimi derslerinde, sınıfta masaların bir tarafa toplanmasıyla oluşan alanda, kasa ve minderde takla atma, köprü kurma gibi çalışmalar yapılırdı. Öğretmenimizin tüm okul öğrencilerinin katılımıyla hazırladığı 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlamaları öyle güzel ve duygu dolu geçerdi ki... Trampet takımını ve sportif hareketleri ders dışında da büyük bir özveriyle çalıştırırdı. Bizler de öğretilen hareketleri hep beraber, hiç eksiksiz yapmaya çalışırdık. Su deposunun yamaçlarına kilim sererek oturan ailelerimiz top sahasında yapılan töreni coşku içinde izlerdi.
Yarışmalar bölümü ise en keyif aldığımız bölümdü. Seçilen arkadaşlarımızla çuvalla hedefe varma, simit yeme yarışı, ip çekme yarışı, yumurta yarışı (kaynamış yumurtayı ağzımızla tuttuğumuz kaşıkla düşürmeden hedefe ulaşmak) gibi yarışmalar düzenlenirdi. Bizleri en çok heyecanlandıran bölüm ise alevli çemberin içinden geçerek takla atan arkadaşlarımızı izlemekti.
 Tören, erkek arkadaşlarımızın üst üste birbirlerinin omzuna çıkarak oluşturduğu kule ve en üstteki öğrencinin şanlı bayrağımızı dalgalandırması ile son bulurdu. Ayağa kalkan velilerimizin alkış sesleriyle Türk Milletinin bir ferdi olmanın gururunu yaşardık.
Resmigeçit törenimiz muhteşemdi. En önde Bayrağımız, yanında Atamızın resmini taşıyan öğrenciler, trampet takımımız, öğretmenlerimiz ve öğrenciler, asfaltın iki yanına dizilmiş tüm Gördes halkı... Çarşı bölümünden bizleri alkışlarla karşılayan esnaflarımız ve velilerimiz arasından geçerek hükümet binasının önünde bayramımızı coşku ile kutlardık.
Okul müdürümüz İbrahim Toker'di. Ayrıca matematik derslerine de girerdi. Başarılı ve idealist öğretmenimizi elim bir trafik kazasında kaybetmiştik. Hepimiz gözyaşları içinde günlerce ağladık.
Türkçe öğretmenimiz Betül Oral ve İnsel Güven... Tüm özverileriyle bizlere Türkçeyi akıcı bir şekilde konuşmayı, dilbilgisi kurallarına göre yazmayı öğretmişlerdi ve halâ verdikleri bilgilerle bizlere ışık olmaktalar.
 Türkçe öğretmenlerimizin bizleri hazırladığı Namık Kemal'in “Vatan Yahut Silistre”yi tiyatroda sahnelerken görev alan arkadaşlarımız, vatan toprağımızı savunmayı ve vatan sevgisini öyle güzel sunmuşlardı ki... Bu gösteriye duygularımız da eşlik etmişti. Velilerimiz bizleri dakikalarca ayakta alkışlamışlardı.
Betül Oral ve İnsel Güven öğretmenlerimiz elişi derslerine de girerdi. Kız öğrencilerine düğme ve sökükleri dikmeyi, günlük yaşamda gerekli olan ufak tefek şeyleri onarmaya öğretirlerdi. Erkek öğrencilerin dersine ise ilkokul öğretmeni Ali Katkat girer, tahtadan elembe, ekmek kutusu, tabure yapımı gibi çalışmalar yaptırırdı.
Şu an eğitimde el işi derslerinin olmamasının yeni yetişen nesil için biraz eksiklik oluşturduğunu düşünüyorum. Bu yüzden evde yapılabilecek ufak tefek onarımlar için de yeni iş kolları belirdi.
Fen Bilgisi dersimize giren, rahmetle andığım Bayram Ercan Öğretmenimiz, sakin ve sevecendi. Öğretmenimizin kurbağanın iç yapısını, bir kurbağa üzerinde inceleyerek öğretmesi ise yaşamımızdaki ilk canlı deneyimizdi.
Tüm öğretmenlerimiz; tiyatro, münazara, bilgi yarışmaları, şiir okuma becerileriyle bizleri toplum karşısına çıkardılar.
Ortaokul son sınıfta "Medeniyet insanı felakete mi sürükler yoksa refaha mı ulaştırır?” konulu münazaraya “medeniyet refaha ulaştırır” tarafında yer alarak katılmıştım.
 Yıldız Sineması’nın salonu tıklım tıklımdı. Anne ve babalarımız aralarında konuşuyorlardı. Hiç bilmedikleri münazarayı, münakaşa şeklinde algılamış, “Bizimkiler aralarında münakaşa yapacaklar.” diye endişe ve merak içindeydiler.
 "Medeniyet insanı refaha ulaştırır" konusunu tartışırken, bir arkadaşımızın kimseye belli etmeden salonun ışıklarını söndürüp tekrar açmasını istedik. Sinema salonundan “Hay Allah! Işıklar söndü.” sesleri arasında tekrar ışıkları açtık. “İşte medeniyet insanı refaha götürür. Şu an bile karanlık bize çok şeyler anlatıyor.” diyerek konuşmamızı sürdürmüştük. "
Medeniyet insanları felakete sürükler" konusunu da karşı taraf savunmuştu. Savundukları konuyu çevre kirliliği, yaşamda insani değerlerin yok oluşu, bitkilerin doğal olmayan şekilde hormonla büyümesi, kanser vakalarının artışı ve ozon tabakasına verilen zararları anlatarak desteklemişlerdi.
Coğrafya dersine giren Ömer Altun öğretmenimiz dünyadaki ülkeleri, başşehirleri, ovaları, dağları, nehirleri harita üzerinde tüm detaylarıyla öğretmişti. Tarih dersi öğretmenimiz Nafiz Şentürk tüm padişahları, yapılan savaş ve anlaşmaları öyle güzel zihnimize yerleştirmişti ki... Kendi doğum tarihimizi, hangi şehirde oturduğumuzu unutabilirdik ama öğrendiğimiz anlaşmaların, savaşların tarihlerini, dünyadaki ülkeleri unutamazdık.
İngilizce öğretmenimiz Miss Clarr ise ABD'den barış gönüllüsü olarak gelmişti. Güzelliği ve yaşam tarzıyla bizleri çok etkilemişti. Dışarıya sadece ailemizle çıkabildiğimiz Gördes'e, onun dünyanın bir ucundan tek başına gelmesi inanılmazdı.
Betül öğretmenimizin sizlere iletmemi istediği, Miss Clarr ile aralarında geçen bir anekdotu da aktarmak istiyorum.
Betül Hanım Miss Clarr'a Türkçe öğretirken o sırada yoldan geçen inekleri göstererek Miss Clarr'a soruyor: “Bu geçenler inek mi? Sinek mi?”, Miss Clarr “Sinek.” diye cevap veriyor ancak Betül Öğretmenimizin gülüşüyle cevabın yanlış olduğunu anlayıp hemen cevabı düzeltiyor.
Vatandaşlık dersine de Emekli Albay Eşref Salur girerdi. Bizlere Türk vatandaşı olarak hak ve görevlerimizi öğretmişti. Atatürk'ü ve vatan sevgisi konusunu ruhumuza işlemişti.
İlkokul öğretmeni olan Güngör Sivaslı bize zaman ayırarak müzik dersimize girerdi.
Gece mütelâsı derslerimiz de olurdu. Gruplar halinde giderdik.  Bizlere bilgileri aktarmak için gece gündüz emek harcayan öğretmenlerimizin hakkını ödeyemeyiz.
Gezilerimiz de olurdu. Ayvalık ve Bergama Harabeleri gezilerimizi hiç unutamıyorum.
Ayvalık ve Bergama okul gezimizde babam bizi arkadaşımız Buket Yıldız'ın babası Yıldız amcaya emanet etmişti. “Aman, bizim kızlar sana emanet. Göz kulak oluver. Sakın sandalla denize açılmasınlar.” diye de sıkı sıkı tembihte bulunmuştu. Ayvalık’a gidince Yıldız amca kiraladığı sandala bizi de çağırmaz mı!.. Sevinç ve korkunun birbirine karışmış ruh haliyle Ayvalık'ta deniz turu yapmıştık. Çocukların ruhunu anlayan, rahmetle andığım Yıldız Amca bizi o gün çok mutlu etmişti.
Arkadaşlarımız ve öğretmenlerimizle birlikte gezdiğimiz Bergama harabeleri ve yolculuk boyunca otobüste söylediğimiz marşlarla, okul şarkılarıyla geçen zaman dilimi belleğimde güzel bir anı olarak kaldı.
Pazartesi ve cumartesi günleri ayrı bir güzellik yaşardık. Türk bayrağımızı göndere çekerken verilen komutla, hep bir ağızdan İstiklal Marşı’nı söylerdik. Duygulu ve öyle coşku dolu olurdu ki... Türk genci olduğumuzun heyecanını bir kez daha hissederdik.
O yıllarda, şimdilerdeki gibi televizyon yoktu. Verilen ödevleri araştırabileceğimiz, tüm bilgileri içinde barındıran ansiklopediler birkaç kişinin evinde bulunurdu. Bizler ders çalışmak için uyarı almayan, ödevlerimizi eve gelir gelmez sobanın yanındaki minderin üstüne oturup, halının üzerinde yapan kuşağız. Çoğu evde masa yoktu. Yine de yazılarımıza "inci tanesi gibi" diye övgüler yağardı.
Paylaşmayı, başkalarının acısını kendi acımız gibi bilen bir nesildik. Atatürk’ü seven, sayan, O’nun ilke ve inkılaplarının takipçisi, İstiklal Marşı nerede okunursa okunsun dimdik hazırolda duran ve halâ da durmaya devam eden bir nesil…
Büyüklere saygı, küçüklere sevgimiz sonsuz.
Eskiler mi iyi yoksa şu anki sistem mi desem... 
İkisinin de en doğru ve güzel yönlerini alıp karma bir sistem yapmak daha iyi olurdu diyebilirim. Bizim dönem, içimizdeki duygu ve düşüncelerini söyleyemeyen bir öğrencilik dönemiydi. Zamanı geriye sarabilsem, yasakların olmadığı, sevgi ağırlıklı bir eğitim olmasını dilerdim. Öğretmenlerime çekinmeden soru sorabilmeyi veya “Anlayamadım.” diyebilmeyi... Kızlı erkekli paylaşacağımız sohbetlere katılmak ve oyunlar oynamak isterdim. Kar yağdığında okul yokuşundan erkeklerin mukavva veya çantalarının üstüne oturarak kaydıkları gibi ben de kaymak isterdim. Pasif değil, aktif olmak isterdim.
Bizim kuşak yaş aldıkça özgürlüğün tadına erişebiliyor sanırım.
Bizlere büyük özveriyle bilgi sunan tüm değerli öğretmenlerimize, okul çalışanlarına, okul yıllarını birlikte paylaştığımız arkadaşlarıma ve Tüm emeği geçenlere minnet duygularımla teşekkür ediyor, sevgilerimi iletiyor, aramızdan ayrılanlara da Allah'tan rahmet diliyorum. 

Bu yazı 649 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 1 Yorum