Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Önce Ses Vardı

14 Ağustos 2017 - 16:54

Önce söz vardı, diye başlar Yuhanna İncili. Ben de ona nazire olsun diye ‘önce ses vardı' diyorum. Doğrusunu Allah bilir.
Eflatun der ki güzel bir müzik parçasını tam manasıyla dinleyen ölür. Pes doğrusu. Bir hakikat ancak bu kadar keskin ifade edilebilirdi. İddiamı tekrarlıyorum: Önce ses vardı. Bu ses ritimli olmaya başladıkça insanları büyülemeye başladı ve müzik oldu. Müzik kelimesinin kökeni büyüden çok da uzak sayılmaz zira 'müz' peri demektir.
Her ses müzik değildir elbette. Bir karganın, kornanın veya bombanın sesini kaç kişi severek, müzik niyetiyle dinler. Ama bülbülün şakımasını severiz, su şırıltısı hoşumuza gider. Kim bilir belki de müzik doğadaki güzel sesleri taklitle başlamıştır.
 Müziğin müzik olması için bir ritmi ve harmonisi olmalıdır. Bu manada bilimsel bir tarafı vardır müziğin. Fakat müziği bilimin katı sınırlarına hapsetmekten ziyade bir sanat olarak daha çok seviyorum. Mozart'ın ifadesiyle söyleyecek olursak ‘güzellik için bozulmayacak kural yoktur.' Müzisyen içinden coştuğu gibi ve kendinden bir şeyler katarak söylemelidir. Mesela aynı parçayı on kişi söyler ve siz en fazla iki kişinin icrasını beğenirsiniz. Neden? Çünkü kendinden bir şeyler katmıştır da ondan.
Müzik, dinî ritüellerde ve savaşlarda kullanılmış. Zonaro'nun ‘Zikreden Dervişler' tablosu beni çok etkilemiştir. Bu dervişleri bu kadar havaya sokan, cezbeye getiren şey nedir dersiniz? Biraz da zikir esnasındaki ritim değil midir? Ya da mehter marşını dinlediğimizde Osmanlı'nın neden savaşlara mehterle gittiğini kaval ile gitmediğini anlamıyor muyuz?
Eskiler müziğin iyileştirici gücünü keşfetmiş olacaklar ki bazı hastalıkları müzikle tedavi yoluna gitmişler.
Bugün okullarımızda müzik eğitimi ne derecededir, müzik eğitimi veren öğretmenlerimizin kaç tanesi kaç tane müzik aleti çalabiliyor, şu kadar müzik dersi aldıktan sonra şu kadar parça öğrendim ve bir müzik aleti çalabiliyorum diyen kaç öğrenci vardır; bilemiyorum. Fakat bir fikrim var. Müziğin iyileştirici gücünün yanında ruhu besleyici, hayatı güzelleştirici bir tarafının varlığına inanıyorum ve herhangi bir müzik aleti çalmasını öğrenen bir öğrencinin kolay kolay suça bulaşacağını zannetmiyorum.
Müziğin artık bir tüketim nesnesine dönüştüğü doğrudur. Özellikle pop müziği bu tüketimin nesnesi haline gelmiştir. Fakat tüketilen her şey kötüdür diyemeyiz. Ayrıca müzikler arasında fazilet yarışı yapmanın entelektüel bir fanteziden çok da öteye geçmediğini düşünüyorum. Nasıl ki her yörenin kendine mahsus bir yemek kültürü vardır müzik de öyledir. Zamanlar ve mekânlar üstü bir müzik türü yoktur. Her müzisyen zamanının çocuğudur. İsmail Dede Efendi, Hacı Arif Bey, Tanburi Cemil Bey, Sadettin Kaynak hep kendi zamanlarının çocuklarıdırlar. Artık ne kar musikileri ne son fasıl. Lale devri çocukları çoktan masal oldu.
Bir zamanlar arabesk ve günümüzde pop müziği yüksek musiki erbabınca istihfafla karşılanmış olabilir fakat inkâr edilemezler. Ayrıca arabesk şöyle bir sosyo-ekonominin ürünüdür, pop böyle bir erozyonun ürünüdür şeklindeki bir müzik sosyolojisinin çok da abartılmaması gerekir. Münir Nurettin'in, Bozkırın tezenesinin, Minik Serçe'nin ve Pop-star Tarkan'ın müziklerini kim, neye göre karşılaştıracaktır. Kakofoni yoktur demiyorum. Fakat bir müzik türünü mahkûm etmeyelim diyorum.
Mesela arabesk bu ülkenin bir gerçeği olarak bundan çeyrek asır kadar önce kendini kabul ettirmiştir. Rahmetli Müslüm Baba bu işin duayeniydi. Vefat etmeden önce hastanede yatarken doktorlar Müslüm Baba'nın ciğerlerinin bittiğini söylemişti. Nasıl bitmesin ki. Okuduğu eserde bu kadar transa giren, bu kadar ciğerden söyleyen başka kaç sanatçı vardır. Son albümü Veda'nın Ervah-ı Ezelden parçasını dinleyenler Baba'nın ne kadar da ciğerden okuduğunu görecekler. Ne zaman Müslüm Baba'yı dinlesem Zweig'in, iki müzisyeni karşılaştırdığı ve hakiki sanatçının tarifini de içerdiğini düşündüğüm şu pasajını hatırlarım:
'Bruno Walter'in müziğinde bir zorlama yoktur, o daha çok heyecanını ve sevincini yansıtır eserlerine; onların tek kölesi olur, onlarla çözülür, her eserle değişir, her değişimle mükemmelliği arar. Dinlenmek nedir bilmeyen bu insan, yaratıcılığın en aşırı noktasına kadar görevini sürdürür. Başka müzik dâhilerini dinlerken, örneğin Toscanini'yi izlerken, çoğu zaman orkestranın birden kaybolduğu, bütün güç ve sanatın onun iradesinden ve kişiliğinden kaynakladığı izlenimi oluşur. Walter'de ise, en doruk noktasına vardığı anda bile, sanki salonda o yok sanırsınız, bir dalganın üzerindedir, o insan şimdi aletlerdir, sestir, müziktir.'
Son gazelhan Kazancı Bedih, Araplarda Ümmü Gülsüm ve özellikle Taleal bedru aleyna parçası, Abdussamed'in cennetten gelen sesi. Azarbeycan'da Âlim Kasımov ve özellikle kızıyla beraber deli gibi söyledikleri Sarı Gelin. İran'dan Farid Farjad'ın ağlayan kemanı' Gözlerim kapalı, dinliyorum.
Ve'l-hâsıl Müzikle uğraşmayan herhangi bir halk, kabile, toplum, kültür yoktur.
Ben de sesimin yettiği ölçüde kendi şarkımı söyledim. Siz de kendi şarkınızı söyleyin, iyi geldiğini göreceksiniz.
İsterseniz Orhan Veli'nin Hoy Lu-Lu şarkısını beraber dinleyelim.
 
İsterim benim de acaip isimleri
Hiç duyulmamış zenci arkadaşlarım olsun.
Onlarla Madagaskar limanlarından
Çin'e kadar yolculuk yapmak isterim.
İsterim içlerinden bir tanesi
Vapurun güvertesinde, yıldızlara karşı
"Hoy lu-lu" şarkısını söylesin her gece.
 
Ve bir gün ansızın bir tanesine
Rast gelmek isterim
Paris'te...

Bu yazı 1234 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum