Merhaba sevgili okurlar,
Son yazımdan beri Ramazan ayı geçti, bayram geçti, bayramdan sonra, üstüne birkaç hafta daha geçti. Yani günler su gibi aktı geçti, ben zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamadım. Yani bu arada yazamadım.
Bayram haftasında, malum biz öğretmenlerin seminer haftası vardı. Okulumuzda kurduğumuz bir kitap kulübü var, iki üç haftada bir seçtiğimiz bir kitabı okuyoruz. Dersler ve okuldan dolayı ancak yetişiyor. Okuduğumuz kitaplarla ilgili en sonunda söyleşi düzenliyoruz. Çok güzel bir etkinlik yapıyoruz kendi adıma. Mart ayı kitabımız Irvin Yalom’un “Günübirlik Hayatlar” adlı kitabıydı.
Kitapla ilgili birçok önemli kişi övgüyle söz ediyor. Onlardan biri olan Harvard Üniversitesi Psikiyatri Profesörü George Vaillant, "Hepimiz bu hayatta bizi anlayacak birilerine ihtiyaç duyuyoruz, ancak öncesinde farkına varmamız gereken birçok şey var. Günübirlik Hayatlar kendimizi, insanları ve dünyayı anlamamız için bize lekesiz bir ayna tutuyor." diyor.
Bizim toplumumuzda psikolojik olarak biraz sıkılsak psikoterapi alma gibi bir durum yok. Belki yeni nesilde vardır ama kırk beş-elli yaş üstünde olanlar normal şartlarda gitmeyi tercih etmez. Belki çok rahatsız hissederse gider. Yabancı toplumlarda bizdeki gibi değil. Rahatlama amacıyla gidiyorlar. Yani psikoloğa veya psikiyatriye gitmek bir hayat tarzı onlarda. Bu kitapta 10 seansa yer verilmiş, her öykünün içinde kendimizi bulabileceğiniz, gündelik hayatlara, nedensiz kaygılar gibi farklı konulara temas ediyor ancak genelde ölüm korkusunun hâkim olduğu bölümlerden oluşuyor.
Benim açıkçası ölümle ilgili seanslar daha çok dikkatimi çekti. Kitap, biz hayattayken ne yaparsak yapalım hayatın değerini bilelim istiyor. Yaşamımızın kıymetini hayattayken bilmemiz gerektiğini ifade ediyor.
Özellikle Ellie’nin hastalık süreci ve gittikçe ölüme yaklaşması. Ellie’nin hissettikleri ilgi çekiciydi. İlerleyen yaşı nedeniyle yazarın da ölüm korkusuna sahip olması seansı daha dikkat çekici hâle getirdi. Ellie’nin duygularını düşüncelerini gönderdiği e-maillerden öğreniyoruz. Şöyle ki,
“İster uzun yaşayacak olayım ister kısa, şu an hayattayım. İnsanın hayatta uzun yaşamaktan başka umutlarının da olabileceğini görmek istiyorum. Ölüm veya acı çekme fikrine sırt çevirmek gerekmediğini ama bunlara uzun uzun vakit ve alan ayırmanın da lüzumu olmadığını bilmek istiyorum. Hayatın geçici olduğu bilgisine kendimi alıştırmak istiyorum. Sonra da bu bilginin ışığında (veya gölgesinde) nasıl yaşamam gerektiğini öğrenmek istiyorum. Şu an nasıl yaşanacağını da…”
Ve başka bir yerde de
“Şu an yaşıyorum ve önemli olan bu.
Hayat geçici. Her zaman, herkes için.
Benim işim, ölene kadar yaşamak.
Benim işim bedenim ile barışmak, onu her şeyiyle sevmek. Böylelikle, temelim sabit olduğunda, elimi güçlü ve cömert bir biçimde uzatabilirim.”
Seansta kanser hastası kadın hastalık sürecini mümkün olduğu kadar iyi geçirmek istiyor, çevresine ölüme nasıl güçlü gitmek istediğini göstermeye karar veriyor aldığı psikoterapiyle. Ölüme nasıl gidileceğini evlatlarına göstermek istiyor. Yani nedeni olan, nasıla katlanıyor. Bu cümleyi okuduğumda çok etkilendim.
Hayatta nedenlerimiz çok olabilir, çok çeşitli de olabilir ve bizler bu nedenleri nasıl yaşamamız gerektiğini öğreniyoruz yaşadıklarımızla birlikte. Nedenlerimiz ne olursa olsun zorunlu nedenler dışında iyi nedenler seçmek ve güçlü olmak bizim elimizde. O gücü bulduğumuzda zorluklara katlanmayı da öğreniyoruz. Ve sonuçta katlanıyoruz.
YORUMLAR