Fatma VURAL

Fatma VURAL

fvur.69@gmail.com

Bunaltıcı Yaz Mevsiminin Edebiyatta Yeri

19 Ağustos 2025 - 16:16 - Güncelleme: 19 Ağustos 2025 - 16:17

Ağustos ayı gelince bir kalbur kış gelir, der eskiler. Ancak hâlâ yaz mevsiminin sıcak, çok bunaltıcı günlerini yaşıyoruz. Geçen yıl olduğu gibi bu yaz da aşırı sıcaklar yaşadık. Okuduğum kitaplarda bizim sıcaklarla mücadelemiz gibi karakterler de sıcaktan etkileniyorlar ve kaçıyorlar. Sıcağın karakterleri yaktığı satırlar, okuyanı da derinden etkiliyor mutlaka. Hatta şairler ve yazarlar bunaltıcı sıcağa dayanıklılığını eserine kendi kişiliğiyle de yansıtıyor.
Yaz mevsimi yazar ve şairlerimizin kullandığı zaman dilimleri arasında yer almaktadır.  Daha önceki yazılarımın birinde yine kullanılan zaman dilimi olarak kış mevsiminden bahsetmiştim. Kavurucu sıcaklıkları yaşadığımız şu günlerde edebî eserlerde yaz mevsiminin de nasıl işlendiğini anlatmak istedim. Aslında yaz mevsimi edebiyatta çoğunlukla neşenin, aşkın ve özgürlüğün simgesi olarak yer alsa da bu mevsimin yakıcı sıcaklığı bazı kalemlerin gölgesinde bambaşka duyguları ifade etmiştir. Çünkü kavurucu sıcaklar sadece teni değil, ruhu da yakar. Geceleri uyutmayan, gündüzleri miskinleştiren bu bunaltı hali, yazar ve şairlerin satırlarına sıkça sinmiştir.

Manisalı yazar Yusuf Atılgan’ın Manisa’da bir oteli anlattığı"Anayurt Oteli"nde yaz sıcağı, Zebercet’in ruh halini doğrudan etkileyen atmosferik bir unsur olarak karşımıza çıkar. Otelin kasvetiyle birleşen sıcaklık, karakterin içsel çöküşünü besleyen bir ögedir.
Sait Faik Abasıyanık’ın yaz hikâyeleri, çoğu zaman deniz kıyısında geçse de bu pastoral atmosferin altına gizlenmiş huzursuzluklar, özellikle sıcak öğle saatlerinde açığa çıkmaktadır. “Havuz Başı ya da “Bir Yaz Gecesi” gibi hikâyelerinde karakterlerin içinde bulunduğu durgunluk, dışarıdaki sıcaklıkla paralellik göstermektedir.
Nazım Hikmet, “Memleketimden İnsan Manzaraları” adlı eserinde, Anadolu’nun sıcak yaz günlerinde trenin içindeki havasızlığı, insan kalabalığını ve teri tarif ederken, yaz mevsiminin bedene ve ruha yansımasını çarpıcı şekilde işlemiştir.
Albert Camus’nun "Yabancı" romanında sıcak, özellikle cinayet sahnesinde belirginleşir. Roman kahramanının  “gözümü kamaştıran güneş” bahanesiyle işlediği cinayet, güneşin fiziksel etkisinin ruhsal çözülmeyle nasıl birleşebileceğini göstermiştir.

Behçet Necatigil ise bazı şiirlerinde ev içi sıkıntılarını, sıcak yaz öğleleriyle birleştirerek daralmış, bunalmış bir ruh halini yansıtmıştır.
Behçet Necatigil’in yaklaşık 70 yıl önce hemen hemen bugünleri anlattığı“Ev Çölü” şiiri şöyledir:

Alev alev yanıyor temmuz ortası sokak
Sıcak olanca evde
Delikli taşlara demin dökülen su
Tuzlu bir tortu oldu düştüğü yerde.

Kızgın sac mı bastığım tahta
Camlar akkor mu saydam
Boşuna açsam kapasam
Emmiş yakan sıcağı pencere, perde

Yaprak kımıldamıyor, gevşek, bitkin
Dağılırken eşya
Tıkayan sıcakta bunalıyorum
Senin kadar ben de.

Keskin parıltıda kamaşır göz
Bezgin, içerlek erirken kurşun
Evlerde kalmanın dehşetini duydum
Senin kadar ben de.

Ak pak gemilerin pırpır eden tenteleri
Temmuz çölü uzarken süzülür mavilerde,
Gecenin azıcık serinliğini bulsak
Daha çok ilerde.
Türkçemizin büyük şairine saygıyla… Demek ki o günler de böyle çok sıcak idi. Şairimizi derinden etkilediği aşikâr.

Son olarak edebiyatta sıcaklık, sadece bir mevsimsel detay değil, çoğu zaman karakterin içsel dünyasının dışa vurumu olarak işlev görmektedir. Kavurucu güneş, ter, susuzluk, uykusuzluk gibi fiziksel detaylar; bunalım, sıkışmışlık, kaçış arzusu gibi psikolojik temaların taşıyıcısı olur. Sıcaklık, bazen bir cinayeti tetikleyen unsur, bazen de bir aşkın başlamasına neden olan arka plan olmuştur

Bu yazı 106 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum