Bin dokuz yüz yetmiş altı yetmiş yedi eğitim öğretim yılının ilk haftalarıydı. Bizler, o günlerdeki yeni adıyla Demirci Öğretmen Lisesi’nin devlet parasız yatılı orta kısım öğrencileriydik. Bir önceki yıl son öğretmenlerini mezun eden Demirci İlk Öğretmen Okulu Öğretmen Lisesi’ne dönüştürülmüştü. O günlerde okulumuza yeni bir Din Dersleri öğretmeni geldi. Orta boylu, esmer tenli hafif badem bıyıklı bu öğretmenimiz çok hareketli ve enerjik birisiydi. Sanki acelesi varmış, bir yerlere yetişmeye çalışıyormuş gibi her yere koşar adımlarla gidip geliyordu. Ders anlatırken bile hiç yerinde durmuyor sınıfın içerisinde oradan oraya koşturup duruyordu. Gözlerimizle onu takip etmekte zorlanıyorduk.
Bazı muzip arkadaşlar üşenmemişler ders boyunca attığı bütün adımları tek tek saymışlardı. Din dersi öğretmenimiz kırk dakikalık bir ders boyunca sınıfın içerisinde tam dokuz yüz yirmi beş adım atmıştı. Bu öğretmenimiz hep bir yerlere yetişme telaşı içerisindeydi. Hep acelesi vardı. Nöbetçi olduğu günlerde sabah erkenden erkekler yatakhanesine gelir, uzunca bir koridorun iki yanına sıralanmış sekiz adet koğuşta uyuyan yaklaşık iki yüz öğrenciyi sekiz dakika içerisinde yataklarından kaldırır sınıflarına gönderirdi.
Öte yandan yeni Din Dersleri öğretmenimiz tam bir hitabet ustasıydı. Bu özelliği elbette anlattığı konulara tam anlamıyla vakıf olmasından kaynaklanıyordu. Kendisi İlahiyat Fakültesi mezunuydu. Ayrıca çok kitap okuyordu. Evinde dört bin beş yüz kitaplık bir kütüphanesi olduğunu söylerdi. Kütüphanesindeki bütün kitapları, hem de önemli yerlerin altını çizerek okuyup hatmetmişti. O günün şartlarında bizim okul kütüphanesinde bile belki o kadar çok kitap yoktu. Kuran-ı Kerim ezberindeydi. Bizler birkaç namaz suresini ezberlemekte sıkıntı çekerken, hocamız altı bin küsür ayetten oluşan Kuran-ı Kerim’i ezberlemişti. O güne kadar Kuran-ı Kerim’in ezberlenebileceğini hiç düşünmemiştim.
Hocamız dersleri makineli tüfek gibi hiç takılmadan gümbür gümbür anlatıyordu. Bizlere sürekli kitap okumanın faziletlerinden bahsediyor, harçlıklarımızdan artırarak haftada en azından bir kitap satın alıp okumamızı öneriyordu. Kitap alacak parası olmayanlara para verebilir, evinden kitap getirebilirdi. Öğretmenimize göre, yazılı ve sözlü sınavlarda strese girmemize gerek yoktu. Her Müslüman Türk genci on üzerinden beş almayı zaten hak ederdi. Sınavlarda göstereceğimiz performanslarımız beş ile on arasındaki yerlerimizi belirleyecekti.
Siyah parke taşı döşeli bir ana caddenin iki yanına sıralanmış evlerden ve kısa sokaklardan oluşan Demirci kasabasının birkaç küçük meydanı vardı. Öğretmen okulundan çıkıp çarşıya doğru inildiğinde insanı ilk karşılayan Çereşe Meydanı olurdu. Burada, Öğretmen Okulundan gelen yol İmam hatip Lisesi tarafından gelen yol ile birleşir şehir merkezine doğru devam ederdi. Çereşe meydanında biri öğrenci kantini görünümlü iki bakkal dükkânı, bir çay ocağı, ekmek fırını, fotoğrafçı, kuru temizlemeci ve bir de plak dükkânı vardı. Bazı günler Öğretmen Okulundan çıkar Çereşe meydanına kadar gelir, ufak tefek ihtiyaçlarımızı buradan karşılayarak okulumuza geri dönerdik.
Yine böyle bir günde, Hamam Sokağının başındaki bakkal dükkânında alış veriş yaparken içeriye hızla Din Dersi Öğretmenimiz girdi. Dedim ya hep acelesi vardı. Bakkal amcayı ve bizleri selamladıktan sonra yarım kilo çay ve bir kilo toz şeker istedi. Tam hesabı ödeyecekken “A, Hakan’ın sürprizini unuttuk. Bir tane de Çokomel verir misiniz?” diye ekledi. Demek evde Hakan adında küçük bir çocuğu vardı. Kapıdan girerken Çokomeli uzatıp oğluna sürpriz yapacaktı. Ders, sadece sınıfta öğrenilen bir şey değildi. O gün orada, Çereşe meydanındaki bir bakkal dükkânında ayaküstü ben de dersimi almıştım. İlerde bir gün baba olursam eve giderken ben de çocuklarıma sürprizler hazırlayacaktım.
Bir sonraki eğitim öğretim yılında lise birinci sınıfa geçmiştim. Ayrıca okulun Fotoğrafçılık Kolu başkanı olarak seçilmiştim. Ders ve etüt saatleri haricinde okulun fotoğraf makineleriyle öğretmenlerimin ve arkadaşlarımın fotoğraflarını çekiyor, otuz altılık poz dolunca okulun fotoğrafhanesinde önce filmi banyo ediyor sonra da fotoğrafları siyah beyaz olarak kartlara basıp dağıtıyordum.
O günlerde renkli fotoğraflarla henüz tanışmamıştık. Bahar aylarına doğru Ankara’da yeni bir hükümet iş başına geçmişti. O günlerde yeni bir hükümetin kurulması demek, devlet memuru statüsündeki öğretmenlerin ülkenin ücra köşelerine sürgün edilmesi ve yerlerine iktidar yanlısı yeni öğretmenlerin ve idarecilerin gelmesi demekti. Ne yazık ki bu durum, toplum olarak aksatmadan sürdürdüğümüz en önemli ritüellerimizden birisiydi.
İşte o günlerde artık, başka memleketlere, zor coğrafyalara sürgün edilen öğretmenlerin ve sürgün edilen öğretmenlerini çok seven öğrencilerin veda fotoğraflarını çekiyordum. Sırtını Simav dağlarına dönmüş kameraya poz veren bir grup öğretmen ve öğrencinin arasında Din Dersi öğretmenimiz de vardı. Gri tonlardaki takım elbisesinin içerisine siyah gömlek giymiş, açık renk kravat takmıştı. En önde ortada yere çömelmiş, dirseklerini dizlerine dayamış ve umutla geleceğe bakıyordu. Pek çok öğretmenimi son kez bir arada gördüğüm o fotoğraf karesinden (fotoğrafta yer almadığım halde) bir tane de kendime ayırmıştım.
Üç yıl kadar sonra artık lise son sınıftaydık. Bu arada köprünün altından çok sular akmış, Türk Ordusu ülke yönetimine el koymuştu. Darbeden altı ay kadar sonra bir bahar günü okulun bahçesinde bir grup arkadaş toplanmış ellerindeki gazeteyi birbirlerine gösteriyorlardı. Hepsi de çok üzgün görünüyordu. Çünkü bu sefer baktıkları yer gazetenin spor sayfası değildi. Aynı gazeteye ben de eğilip baktım. Ermeni terör örgütü Asala tarafından düzenlenen bir terör saldırısında, Paris Büyükelçiliğimiz çalışma müşaviri Reşat Moralı ve Din Görevlisi Tecelli Arı’nın şehit edildiğini yazıyordu. Hepimiz şok olmuştuk.
O, hepimizin yakından tanıdığı, her yere ve her şeye acelesi olan, dersleri adeta koşarak anlatan üç yıl önceki Din Dersleri öğretmenimiz Tecelli Arı Bey’di. Kısacık ömründe daha çok insanın hayatına dokunabilmek için Paris’e kadar gitmiş ve ne yazık ki orada şahit olmuştu. Çokomeller öksüz kalmıştı. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.


YORUMLAR