Yemek elbette bir kültürdür. Allah’ın bahşettiği bin bir türlü nimeti, insan becerisi ve ustalığıyla damak zevki haline getirir. Her toplumun, bu konuda çok farklı çeşitliliği vardır. Günümüzün iletişim imkânlarıyla, yemek kültürü üzerine devasa bir etkileşim söz konusudur.
Televizyonlarda, internet sitelerinde ve cep telefonlarında çok sayıda yemek programına rastlıyoruz. Özellikle yemek yarışmaları, müthiş bir ilgi görüyor ve takip ediliyor. Evlerde yemek çeşitliliği kadar, pişirme usulleri de hızla değişip gelişiyor. Şehirlerdeki ünlü lokanta ve restoranlar, cazibe merkezi halline geliyor.
Netice itibarıyla; gelinen noktada, yemek beğenme ve beğenmeme ikilemine sürükleniyoruz. Tavuğun butu mu yoksa göğüs kısmı mı? Etin danası mı yoksa kuzusu mu? Makarnanın soslusu mu yoksa peynirlisi mi? Peynirin ineği mi yoksa keçisi mi? Baklavanın cevizlisi mi yoksa fıstıklısı mı? Sarmanın kıymalısı mı yoksa sadesi mi? Say sayabildiğin kadar. Sınır yok.
Bunun bir anlamı var. Toplum yemeği artık idealize etmiştir.
Bu idealizm, zaman içerisinde tapınmaya evrilmiştir.
Bugün, evet bugün yemeğe tapınır hale geldik.
Bu tablo, beni aşırı derecede rahatsız ediyor. Ve bu tablodan mustaribim.
Niye mi?
Manevi değerleriyle yaşayan bir insanım. Tarihin seyrini didik didik eden, bilgi ve tecrübeye sahibim. Yemeğe tapınır hale gelen toplumun, sahip olduğum manevi değerlerle bir ilgisi yok artık. Müslüman bir toplumun, yemeğe tapınır hale gelmesi, ruhumu acıtıyor.
O akşam, evde yiyecek bir şeyleri yoktu. Yatağa aç yattı. Gece boyunca yatağında kıvrandı durdu. Açlık tarifi olmayan bir durumdur. Bu durumda insan, ne yapar biliyor musunuz? Yürüyüşe çıkar. Durmadan yürür ve açlığını yatıştırmaya çalışır.
Öyle yaptı. Gece yarısından sonra yatağından kalktı. Sokağa çıktı ve ağır ağır yürümeye başladı. Kimdi o yürüyen diye merak edeceksiniz.
Şanlı Nebimiz, Muhammed aleyhisselamdı.
Yürümeye devam etti. Bir müddet sonra, karşıdan iki kişi belirdi. Yavaş yavaş birbirlerine yaklaştılar. Muhammed Aleyhisselam onları görünce şaşırdı. Ömer ve Ali idi o iki kişi. Selamlaştılar. Gece yarısı nedir bu haliniz dedi şanlı Nebi. Biraz sıkılarak ve saklamaya çalışarak cevap verdiler; “Bugün yiyecek bir şeyimiz yoktu. Aç yattık fakat uyuyamadık. Açlığımız gidermek için yürüyüşe çıktık.”
Bende açım dedi şanlı Nebi. Madem öyle, beraber yürümeye devam edelim diye seslendi.
Bir gün akşam vaktiydi. Evine geldi. Onunkisi müthiş bir nezaket örneğiydi. Önce kapıyı çaldı. Hanım evde misin diye sordu. Sonra eşi kapıyı açtı. Ve öyle içeri girdi. Hayatı boyunca hep böyle yaptı.
Eve girdiğinde hanımına sorardı, bugün yiyecek bir şeyimiz var mı? Yiyecek dediğin ya süttür ya da hurmadır. Hanımı süt ve hurmamız var deyince, ellerini Rabbine açar, verdiği nimetlerden dolayı teşekkür ederdi. Hanımı ya yiyecek bir şeyimiz yok dediğinde, şöyle seslenirdi; “Şükür Rabbime, öyleyse yarın oruç tutalım.”
Sağlıklı kalmayı, sağlıklı yaşamayı aslında bize o öğretti. Bu öğreti sadece kendi ümmetine değil, tüm insanlığa idi. Şöyle dedi şanlı nebi; “ Midenizin üçte bir yemek, üçte biri su, üçte biri boş olsun”
Kaç asır oldu, Muhammed Aleyhisselam hayatımızdan çıkalı ve daha doğrusu çıkaralı. Bugün Müslümanların hayatında, ütopik bir peygamber var. Hâlbuki O, hayatı bütün gerçekleriyle yaşadı ve yaşattı. Onun sakalına, şefaatine sarılanlar, öğretisinden nasibini alamadılar.
Dünyanın bin bir türlü hali var. Tarihin binlerce yıllık geçmişinde neler var neler. Açlık, susuzluk yılları var. Pandemi sürecinde dünyada ne önemli oldu? Elbette buğday. Hayat bugünkü gibi tek düze gitmeyebilir. Yemeğe tapınan toplum, bir buğday tanesine muhtaç hale gelebilir.
Eve her gelişimde, ne yemeği var diye sormam. Eşim Beray Hanım, mutlaka güzel şeyler yapmıştır. Zaten bu konuda maharetlidir. Buna rağmen yemek yerken, Muhammedi hakikati hiç aklımdan çıkarmam. Her defasında, verdiği nimetlerden dolayı Rabbime şükrederim.
Yemeğe tapınan bir Müslüman olmaktan, her zaman imtina ettim. Bazen peynir, üzüm ve ekmekle karnımızı doyurduğumuz günler oldu. Bazen tarhana çorbası ve turşuyla yetindiğimiz günler de oldu.
Ama her defasında, şanlı Nebimiz hatırımdan hiç çıkmadı. Birde Çanakkale ve İstiklal savaşlarında, hoşafla somuna talim eden askerlerimiz.
Yemeğe tapınan Müslüman bir toplum, elif ba öğretisiyle çocuklarına din eğitimini verdiğini sanıyor. Kaç aile, kaç okul, kaç çevre çocuklarına Muhammedi yaşanmışlığı anlatabiliyor?
YORUMLAR