Padişahım Çok Yaşa!

Hüseyin TUNÇAY htuncay45@gmail.com

Padişah, herkesin gıptayla baktığı, bazı malzemelerini Hindistan'dan getirttiği, işlemelerini ise uzun araştırmalardan sonra seçilen ünlü nakkaşlara yaptırdığı, havuzların şırıl şırıl aktığı, dallarında kuşların en güzel nağmeleri bestelediği çeşit çeşit ağaçlarla bezeli, her ilkbaharda kokusunu sultan ve şürekasına cömertçe sunan ıhlamurlarla süslü dillere destan sarayının çevresinde dolaşır, hediye edilen atları dener, gezinti yapardı.
              Her gezintinin sonunda vakur bir edayla atından iner, gül bahçesine girer, onlara uzun uzun bakar, koklar, özellikle gül goncalarını bek beğenirdi. Sarayın pencerelerinden kendisini gizlice izleyen gözlere aldırmadan bunu hep yapar, güllerin arasından sarayına şöyle bir bakıp mağrur bir edayla odasına çekilirdi.
              Hem epeydir başı da rahattı. Vezirin teklifiyle; 'Senden büyük Allah var sultanım!' diyenlere de süresiz izin verip, altınlarla ödüllendirmiş, ağız tadını bozan, ölümü ve ahireti hatırlatan sözlerden kurtuluvermişti. Bu kadar kolaydı demek'
             En zor zamanlarda kıvrak zekası ve manevralarıyla sultanına yol açan, her güçlüğün üstesinden gelen, 'Sen şeytana bile pabucunu ters giydirirsin.' diye şakalaştığı veziri bir iyilik (!) daha yaparak 'Padişahım çok yaşa'cı müstesna bir ekip kurmuş ve hemen harekete geçirmişti. Memnuniyetini gözlerinden okuduğu sultanının nazarında makamını iyice garantilemiş, yıllar yılları kovalar olmuştu. Tebâyı bir kenara bırakırsak herkes mutluydu.
               Sultan yine güzel atlarından birine binerek rutin gezintisini yapıyordu. Yüzünü yalayıp geçiveren hava gayet lâtif, ufukta yeryüzüyle birleşen beyaz bulut kümeleri ise harika görünüyordu.
               Halk, atının üzerinde daha bir haşmetli görünen sultanlarına saygı ve tazimde bulunup kenara çekiliyordu. İşte tam o sırada bir çift göz sanki aklını başından alıverdi. Şöyle bir daha baktı. 'Bal' dedi. Bu 'bal rengi gözler''Simsiyah kaşların altında ne de güzel bakıyorlar. Gönlü bir hoş oldu. Farkında olmadan 'bal renkli' gözlerin sahibine ardından bakakaldı. Sanki yüreği de, yerde sürüklenen eteğin ucuna tutunmuş yana yakıla, taşa dikene aldırmadan gidiyordu.'Dur nereye?' diyecek oldu sonra vazgeçti.
                Atını bayırlara doğru sürmeli, insanlardan uzaklaşmalı ve kendine gelmeliydi. Öyle de yaptı. Bağrımı serinletir, yüreğimi soğutur diye rüzgara karşı sürdü. Atının yelelerini okşadı. Bayıra sardıklarında atı da olanları sezmiş gibi; 'Bal gözlü'nün yıktığı sultanımı bir de ben sarsmayayım diye tırıstan rahvana geçerek saraya ulaştırdı sahibini.
                 Padişahın bir süredir devam eden durgunluğu herkes gibi vezirin de dikkatini çekti. Saray soytarıları bile neşelendiremiyordu sultanı. Ne olmuştu da gözünden kaçmıştı?
                 Huzura çağrıldığında her şeyi öğrendi. Sultan,'bal gözlü'dedi.' Ne yap yap çare bul.' dedi. Vezir süre isteyip huzurundan ayrıldı.
                 Vezir araştırmasını yaptıktan sonra sultana bilgi verdi. 'Bal gözlü' sarayın yakınlarındaki marangozun eşiydi. Çözümü de basitti. Sultanın bir fermanıyla tereyağından kıl çeker gibi bu işi de halledecekti. Daha öncekiler gibi çetrefilli değildi. Alt tarafı bir 'kelle' alınacaktı. Hazırlıklar da ferman da tamamdı.
                 Marangoz, karşısında veziri görünce şaşırdı. Bugüne kadar vezirle, sultanla, sarayla işi olmamıştı. 'Buyurun' dedi. Vezir, sultanın fermanını başladı okumaya: Saray hazinesinde kullanılmak üzere bir hafta içinde on tane sandık, beşi ceviz, beşi maun ağacından, sedef kakmalı, yarısı çiçek yarısı da yaprak işlemeli diye devam etti ve aksi halde 'kellesi vurula' diye bitirdi.
                 Marangoz, işinin piri zeki bir adamdı. Anladı. Sultanın niyeti, sandık değil başını almaktı. Çünkü, Bbr haftada bu özelliklere sahip değil on, bir tanesini bile yetiştiremezdi. 'Ferman padişahın ise dağlar bizimdir.' diyecek hali de yoktu. 'Emir sultanımızındır.' dedi. Bu rahatlık veziri şaşırttı. 
                 Yedi gün dediğin nedir ki? Su gibi akıp geçti. Mahir marangoz ustası aletlerine elini bile sürmedi. Eşiyle paylaştı düşüncelerini. Hep sevmişti de şimdi bir başka seviyordu onu. Alnına minik bir buse kondurdu. Sonra, gülüşünü ve yüzündeki ahengi seyrederken, ömür dediği şey önünden akıverdi. 'Rabbim bilir, tevekkül edelim' dedi eşi. Gün doğmadan neler doğardı değil mi?
                  Kul hakkından korkardı. Borçlarını ödedi. Çocuklarıyla vakit geçirdi. Onlarla, sevdikleri oyunları oynadı. Nafile ibadetler yapıp,bolca af diledi. Zamanı geldiğinde her can ölümü tadacaktı.
                   Yedinci günün sabahı namazını kılıp, uyuyan çocuklarına tekrar baktı. Hanımı da onu uğurlarken rengine ve desenine hayran olduğu elbiseyi giymişti. Eşi cuma vakitleri de böyle giyinir, kocasının elini öper 'Allah seni başımızdan eksik etmesin.Allah kabul etsin Bey.' temennisinden sonra kocasından aldığı 'Allah senden razı olsun Hanım' duasıyla uğurlardı.
                  Bir ara diğer odaya geçen marangoz, döndüğünde eşinin gözüne bembeyaz kar yumağı gibi göründü. Hakikaten öyleydi. Yakasız elbisesini giymiş,kefenini bile hazırlamıştı
                     Kapı çalındığında, eşiyle vedalaşıp, bakmaya kıyamadığı gözlerindeki yaşları sildi. 'Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir.Hakkını helal et.' diyerek kapıyı açtı.
        'Ben hazırım, buyrun.' dedi. Karşısında vezir ve iki asker vardı. Bir türlü söze başlayamayan vezire tekrar 'Buyrun gidelim.' dedi. Kendini toparlayan Vezir: 'Biz sizin boynunuzu vurmak için götürmeye değil, sabaha karşı ölen padişahımızın sandukasını hazırlatmak için geldik.' dedi.
        Kapıdaki eşiyle göz göze geldiklerinde, marangoz fısıldadı: 'O, ne güzel vekildir.' Hazırlığını yapan marangoz kellesini alacak sultanın sandukasını çakmak için saraya doğru gidiyordu.
        Sendeleyerek yürüyen vezir; ne fermanı, ne alacakları kelleyi ne de bal gözleri düşünmek dahi istemiyordu. Kader ağlarını ördü diye mırıldandı. Yoksa benim sandukamı da bu marangoz mu çakacak? Sarayına, saltanatına güvenmeyeceksin. 'Çok yaşa padişahım' değil 'Mağrur olma! Senden büyük Allah var sultanım.' diyeceksin.
        Rivayet o ki: Padişahını gömen vezir saraydan ayrılır ve ölünceye kadar her gördüğüne yukarıdaki sözleri mırıldanırmış.