Eski Günler
Eskiden bazı mahallelerde elektrik kablolarını taşıyan demir direkler vardı.
Uçurtmamız kablolara takılır ve orada kalır, balkona asılan rengârenk çamaşırlar gibi göğü renk cümbüşüne çevirir, kar, yağmur ve rüzgâr onları düşürünceye dek bir hayalet gibi sağa sola sallanırdı.
Onları düşürmek için tekmeyle fırlattığımız plastik topun bu kabloları aşıp göğe yükselmesi hoşumuza giderdi.
Kar yağdığında kablolar, beyaz kalın pamuklu şekere dönüşür, oraya konan kuşlar karın çokluğunda görünmezdi.
Bir de güvercinlerimiz vardı ve uçarken bu kablolara çarpacak diye korkardık.
Takla atmaktan çatıya konmakta zorlanır ve inmek için evin etrafında dönüp dururlardı.
Evler birer katlıydı.
Tek tük iki katlı evler vardı ve onları çarşıya yakın yerlerde görürdük. Oralara “Zenginlerin Mahallesi” derdik.
Bayramlarda ilk ziyaret ettiğimiz evler onlar olurdu. Çünkü verdikleri şekerler çok güzeldi ve bu şekerlere “Almancı Şekeri” derdik.
Bir zaman sonra bu demir direkler söküldü ve kablolar yer altına alındı.
Mahalle dışında barajlardan iletilen elektriği taşıyan yüksek gerilim hatları vardı.
Bunlar, beş altı kadar elektrik kablosunu taşırdı. Ve üzerinde “yüksek gerilim hattı” yazılı, kurukafa resmi asılıydı.
Bazı çocuklar bu tabelaları söküp alırdı. Niçin aldıklarını pek bilmezdik.
Bazen onların bu direklere çıkıp elektriğe çarpılıp öldüğünün haberini alırdık.
Çocuk aklımızla buna pek anlam veremezdik. Ve bu durumu çok çabuk unuturduk.
O zamanlar tek sıkıntımız, elektrik ve su kesintisi idi. Sıkıntı olsa da pek önemsemezdik. Çünkü bunlar olmadan da yaşamayı öğrenmiştik.
Gaz lambası ve büyük güğümlere doldurulmuş sularla işimizi görürdük.
Bahçede sürekli pişen yemekler ise doğal gazın yokluğunu aratmazdı.
Halı ve kilimler, evin önündeki derede yıkanır, bahçeye ekilen tütün, domates, biber, soğan ve sarımsaklar buradan sulanırdı.
Yüksek gerilim hatları gibi çağımızın hastalığı, gerilimler sonucu çıkan hastalıklar…
Sınavlar, tartışmalar, kaprisler, giysiler, notlar, kıskançlıklar, tuttuğu takımın mağlubiyeti, işyerindeki kavgalar, maaşın azlığı, kiralar, pahalılık, araçlardaki kalabalıklar, trafik sorunları, dizilerde istenmeyen sonuçlar…
Birer hastalık…
Nasıl kurtuluruz?
Diye sormadan…
Neyi unuttuk?
Sorusunu sorabiliriz.
Sorgulamayı…
Sokrates’in “Sorgulanmayan bir hayat, yaşanmaya değmez” sözünü unuttuk mesela…
Yaşamaya değer, yaşamaya değmeyen şeyler neler?
“Değer” ve “değmez” kavramlarına anlam verme yetimizi de kaybettik.
Fakire infak etmenin, zayıfa kol kanat germenin, taşıtlarda yer vermenin, başkasının gözü kalmasın, üzülmesin diye pahalı giyinmekten kaçınmanın, kırmamanın, üzmemenin, anne, babaya saygı ve sevgi göstermenin, israf ve cimrilik etmemenin, canlılara zarar vermemenin, kendisini ve yaratıcısını bilmenin bir değer olduğunu unuttuk.
Ya da unutturulduk…
Elbette ki gerilmeden gerilime sebep vermeden hayatın gerilimlerini aşmak mümkün…
YORUMLAR