Çocukluğumda Gördes kırsalında yaşıyorduk. Arazilerimiz Şahinkaya bölgesinin güneyindeydi. Eğitim amacıyla küçük yaşlarda gurbete çıkmaya başlamıştım. Gurbette ne kadar uzun kalırsam kalayım döndüğümde, sanki evden hiç ayrılmamışım gibi her şeyi bıraktığım gibi yerli yerinde bulurdum.
Zamanla bu duygu belleğimde yer etmişti. Bizim arazilerimizin altında zengin kömür veya mermer yatakları yoktu. Vadi tabanından akan derenin suları bir hidroelektrik santralini besleyebilecek kadar gür değildi. Bölgemizden büyük otoyolların geçmesi de söz konusu değildi. Öyleyse bizim oraları hiç değişmezdi. Bu duygularla yıllarca gurbette yaşadım.
İki bin yirmi yılında korona virüs salgını başlayınca çalıştığımız tesisler kapandı. Zaten emekli de olmuştum. Pılımı pırtımı toplayıp yıllardan beri özlemini çektiğim topraklarımıza geri döndüm. Küçük bir zeytin bahçem vardı. İçerisine bir de bağ damı yaptım. Ve orada yaşamaya başladım. Beklediğim gibi fiziki olarak pek bir şey değişmemişti. Dereleri tepeleri, dağları ormanları, tarlaları bahçeleri yine aynıydı.
Ancak birkaç ay orada vakit geçirince, aslında hiçbir şeyin aynı olmadığını üzülerek gördüm. Bölgemizdeki akarsular azalmış, su değirmenleri kapanmıştı. Dağa, harmana, ormana, değirmene hatta köye giderken kullandığımız patikalar kaybolmuştu. Bölgemizde küçük ve büyük baş hayvancılık tamamen bitmişti. Artık patikalardan sürüler geçmiyor, insanlar yayan yürümüyordu.
İçerisinde yaşam olmadığı için çoktan harabeye dönen Yörük damlarının yıkıntılarına yılanlar, sansarlar ve tilkiler yerleşmişti. Ahırlarda unutulan düvenler, yabalar ve her biri bir sanat eseri olan öküz arabası tekerlekleri artık sahillerdeki turistik tesislerin bahçelerini süslüyordu. Kimse tarlasına darı veya nohut gibi domuzların çok sevdiği taneli ürünlerden ekemiyordu. Korunaklı sık ormanlık alanlarda yaban domuzları hızla çoğalmış artık gündüzleri bile sürüler halinde dolaşır olmuşlardı. Uzaklardan duyulan akşam ezanıyla birlikte etraftaki çakallar ulumaya başlıyor ve birbirleriyle haberleşip sürüler halinde geceye akın ediyorlardı.
Siz bakmayın geyiklerin fotoğraflarda ve videolarda çok tatlı ve sempatik göründüklerine. Özellikle çiftleşme mevsimlerinde ormanın derinliklerinden ürkünç geyik böğürtüleri duyuluyordu. Orman işletmesinin, yaban hayatını geliştirmek için bölgemizdeki ormanlık alanlara bıraktığı geyikler de hızlıca çoğalmış ve ekili alanlara zarar vermeye başlamışlardı. Hatta bizim oralarda “Andık” olarak bilinen sırtlanların bile ormanda dolaştıkları söyleniyordu.
Etrafta köpekler havlamıyor, horozlar ötmüyordu. Bir zamanlar kedimizle köpeğimizle, eşeğimizle beygirimizle, büyük ve küçükbaş hayvanlarımızla yaşadığımız alanlar her ne kadar gündüzleri bize aitmiş gibi görünseler de geceleri vahşi bir yaban hayatına ev sahipliği yapıyorlardı. Hiçbir şey eskisi gibi değildi. Biz eskiden güzel bir dünyada yaşıyorduk ve öyle bir dünya artık yoktu.
Bu duygu ve düşüncelerle kâğıt ve kaleme sarıldım ve (unutulmadan) çocukluğumun Şahinkaya’sını yazmaya başladım. Kayalı ve Akman adlı kitaplar böyle ortaya çıktı. Ayrıca sosyal medyada paylaştığım pek çok öyküde Şahinkaya bölgesinde dağınık halde yaşayan Yörüklerin yaşam biçimlerinden ve kültürel miraslarından kesitler sunmaya çalıştım. Elbette devamı gelecek. Sevgilerimle…
YORUMLAR