Hüseyin TUNÇAY

Hüseyin TUNÇAY

htuncay45@gmail.com

Liderle Yönetici Arasındaki Fark-Devlet Aklına Kurmay Bakış-II

11 Ağustos 2025 - 19:33 - Güncelleme: 11 Ağustos 2025 - 19:34

Pütürge Evlâtlarınız Geldi!!!
            1980 yılının sonuna doğru önce il, daha sonra da atanmış olduğumuz illerde görev yeri kuralarımızı çektik. Malatya ilinin Pütürge ilçesine ataması yapılan kırk meslektaşımla beraber, 1981 yılının ocak ayı başında, karlı bir günde yola çıktık. 5 Ocak 1981 tarihi, 32 yıllık öğretmenlik hayatımın milâdı oldu.
            Benim nasibime, okulları olmadığı için çocukları yıllardır karda, kışta, yağmurda her gün bir velinin gözetiminde 3-4 kilometre yürüyerek Çığırlı Köyü’ne gitmek zorunda kalan buraya bağlı Kalikuşağı Mezrası İlkokulu öğretmenliği düştü. Kalikuşağı, benim ilk görev yerim, ben de onların ilk öğretmeniydim...
            On iki hanelik mezrada yaşadığım kısacık zaman dilimine pek çok Anadolu gerçeğini sığdıracaktım...
            Okulumuz; içinde, kavak ağacından yaptıkları sıra, masa ve yazı tahtasının olduğu, toprak damlı iki oda bir salondan ibaretti. Alt katı bir zamanlar ahır olarak kullanılan binanın bir odası da benim evim oldu...
            İki yıl gecikmeyle vazifemizin başındaydık artık...
            Kürt vatandaşlarımızın yaşadığı bu mezrada (2) pırıl pırıl 19 öğrencim, bir dediğimi iki etmeyen, beni evlâtlarından ayırmayan velilerim vardı.
            Mezraya ulaştığım günün ertesinde ihtiyar heyeti üyesi Bayram Güzeler: “Hocam bu okula ait banka cüzdanı, ihtiyaçlarını buradan karşılarsın. İlçeye de iki katır gönderiyorum, okula için gerekli araç ve gereçleri getirsinler. Bakımlı Köyü’ndeki eşyalarını da aldırıyorum.” dedi. Etkilendim...
            Elektrik, okul, yol yoktu. Suyu köy çeşmesinden alıyorduk ama etrafımda pervane olan insanlar vardı... Yarıyıl tatiline kadar beni kendi odamda yatırmadılar. Her gün bir haneye misafir oldum. 24 yaşındaki bu genç öğretmeni misafir odalarındaki “baş köşe”ye oturtuyor, sokakta beni gören kadınlar ayağa kalkıp saygı ve tazimde bulunuyordu...
            Mezranın “bilge”si Mehmet Aytekin amcaya misafir olduğumda, diğer mezra sakinlerinin de gösterdiği saygı, iltifat ve itibar beni ziyadesiyle memnun etmişti. Benim geldiğim haneye, diğer komşular da geliyor, sohbet ediyor, onları daha yakından tanıma fırsatı buluyordum. Sohbette komşular daldırıp Kürtçe konuşmaya başlayınca Bayram araya girip; “Türkçe konuşun, hoca anlamıyor da...” diye ikaz ediyordu.
            Mehmet Aytekin amca misafirler gittikten sonra odadan ayrılırken; “Hocam, burada küçük tüp var, şurada da su. İhtiyaç hasıl olursa kullanırsın.” deyişini minnet ve şükran hislerimle çok özel bir hatıra olarak anlatıp, medeniyet tarihimize not düşmeliyim.
            Yarıyıl tatilinden döndüğümde beni bir sürpriz bekliyordu. Kalacağım odanın tabanı kırmızı çamurla güzelce sıvanmış, duvarlar bembeyaz badana edilip, silinmiş, süpürülmüş, odun sobam kurulmuş, gaz lâmbam dahil, kapkacaklarım, demliğim, bardaklarım hazırlanmış yerli yerine koyulmuş.
            Görev yaptığım sürece, sabah, öğle ve akşam yemeklerimi onlar getirdi, helâl lokmalarıyla karnımı doyurdular.
            Dokuz ay görev yaptığım, ilk göz ağrım Kalikuşağı’ndan yeni görev yerime uğurlamak için eylül ayının sabahında, çoluk çocuk, anne-baba, nine-dede toplanmış ağlarken, bu genç öğretmen de göz yaşlarına hakim olamamış, başını çevirip baktığı Gerger dağlarından medet ummuştu... Onca mahrumiyete, kışın karına, tipisine, geçit vermez dağlarına, baharda coşup “yanıma varmayın” dercesine deli akan Şiro Çayı’na rağmen, yüce gönüllü insanlara hizmet etmenin, evlâtlarını bir emanet olarak alıp eğitmenin huzuru her şeyden kıymetliydi...
            Mehmet Aytekin amca bir yıl sonra bana yazdığı mektupta; “Hocam, beraber temelini attığımız, taşlarını katırlarla getirdiğimiz okulu bitirdik. Sana da kalacak yer yaptık, bize gel...” diyecekti...
            Bir daha ne ben oraya gidebildim, ne de onlar bana gelebildi... Orada yaşadıklarım, gördüğüm iyilik, sevgi, saygı ve insanlık, hatıralarımın en kıymetlilerinden oldu...
            Birkaç yıl evvel deprem felâketini yaşadıklarında telefon ettim Pütürge İlçe Millî Eğitim Müdürlüğüne; “...benim mezramdan,  Kalikuşaklılardan haber var mı, can kaybı oldu mu?” diye... Çok şükür kayıp yoktu amma okul da “yok”lara karışmış, taşımalı eğitime geçilmişti... “Hocam, öğrenci bile kalmadı!” dediler...
            Bizim bir problemimiz yoktu. Onlar büyüğümüzdü, biz de onların evlâtları... Hatta akrabalık bağı kuran meslektaşlarım oldu. İnanç ve gönül coğrafyamız birdi.
            Biz hep birlikte “Türk Milleti”ydik...
            Bizi ayrıştıran, kin ve düşmanlık besleyen, bu duyguyu körükleyen, coğrafyamızda emelleri olanların sorunları vardı. Bunlar tarih boyunca eksik olmadı...
            Şimdi de ciddi bir sınavdan geçiyoruz.
“Onlar”
            Hak, kuvvetlinin değil, haklı olanındır düsturuyla yola çıkıp, inanç ve ideallerini inkâr etmeyen, harama asla el sürmeyen, mevkî, makam ve koltuk için eğilmeyen,
            “Dünyanın efendileri”ne şirin görünmek için, onur ve şahsiyetlerini onların emrine vermeyen,
            Türk milletinin dinine, diline, tarihine vakıf, Türk medeniyeti iddiasını sahiplenen ve yücelten,
            Memleket meselelerini çözecek her türlü bilgi ve birikimin sahibi, Türk milletinin dostunu, düşmanını ayıracak, coğrafyamızda gözü olanları ve onların muhiplerini, kalemşörlerini tanıyacak feraset ve basirete sahip “Onlar” var...
            Bakmayın saçlarının ağardığına,
            Şimdilerde siyaset tarlasında “bir evlek yerin” nöbetini tuttuklarına, 
            Zor günlerde, “Yüce Türk Milletine!” diye başlayıp 8-10 maddelik manifesto yayımlayıp “...biz varız!!!” dedikten sonra, altına “Sizin evlâtlarınız” yazamadıklarına,
            Gözleri nemlenerek eski günleri yad ettiklerine... Bakmayın!!!
            “Onlar”; Türk milletinin vicdanını temsil ederler...
            Yunanistan’ın  “Megola İdeası”ndan Yahudilerin “Arz-ı Mev’ud”una,
            “Şark Meselesi”nden “Büyük Ermenistan”a ve “Kürdistan”a,
            Çarların “Sıcak deniz...” hülyasından, Amerika’nın “BOP” projesine,
            Sömürgeciliğin  üstadı İngiltere’nin “Ortadoğu ve petrol bölgeleri”ne dair hesaplarını, bilcümlesinin gizli niyet ve amaçlarını bilirler...
            “Onlar”, halleriyle, dilleriyle, kalemleriyle dün olduğu gibi bugün de hakikatin peşinde ve sahip oldukları kudretin  farkındadırlar...
           “Onlar, Hakk için yola çıktılar, yoldan çıkmadılar. Allah’tan başkasına minnet etmediler.” (3)
            Hasılıkelâm; biz, hep birlikte “Türk Milleti”yiz...
            Vesselâm...
1) Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Yedinci Kitap, Kıssadan Hisse
2) Mezra: Köye bağlı, az sayıda evden oluşan küçük yerleşim merkezi.
3) Dr. Mehmet Güneş

Bu yazı 116 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum