LİDERLE YÖNETİCİ ARASINDAKİ FARK, “DEVLET AKLI”NA KURMAY BAKIŞ VE BİRKAÇ HATIRA
(1)
2000 yılının yazı da son birkaç yıldır yaşadığımız hava sıcaklıklarını aratmıyordu. Bir de o yıla dair aklımda kalan, toplumsal problemleri sinema diliyle anlatan, oyuncu, senarist, yapımcı ve komedyen Kemal Sunal’ın kalp krizi sebebiyle vefatıydı. Seyrek de olsa filmlerini seyrettiğim Kemal Sunal, ciddi bir hayran kitlesine sahipti.
MEB, bir süredir yerinde bir karar ve uygulamayla eğitim kurumlarına yönetici olarak atanacakları merkezî bir sınavla belirliyor, başarılı olanları eğitim yöneticiliği kursuna alıyordu. Bu yöntem, yönetici atamalarında başarı ve liyakati öne çıkaran, politik baskı ile her türden kayırmacılığı uzaklaştıran bir seçenek gibi görünüyordu.
Manisa Merkez Gazi İlkokulu öğretmeniyken girdiğim bu sınavı kazanarak, meslektaşlarım arasında haklı bir ün ve eğitim kalitesine sahip Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesinde 3-21 Temmuz 2020 tarihleri arasında açılacak “Eğitim Yönetimi” kursuna çağrıldım.
Büyük bir zevk ve dikkatle takip ettiğimiz dersler, çok verimli geçiyor, hocalarımızdan faydalanıyor, böyle bir okulda böyle bir kadro tarafından eğitilmeyi büyük bahtiyarlık sayıyorduk. Blok derslerimizde, sıkılmadan pürdikkat dinlediğimiz İnayet Pehlivan hoca ile anlatımlarını deyim ve atasözleriyle süsleyen Ali Balcı bey ilk aklıma gelenlerden.
Barınma ihtiyacımızı Kredi ve Yurtlar Kurumuna ait yurtlarda sağlayan biz kursiyerler, tam bir Türkiye karmasıydık. Hemen hemen her bölgeden gelen yönetici adayları vardı.
Fırsat Eğitimi!
Bir cuma günü 3-4 arkadaşımızla beraber fakülte yakınlarındaki camiye namaz kılmaya gittik. Giderken derse 15-20 dakika geç kalacağımızın farkındaydık ve hocamızın hoşgörüsüne sığınacaktık...
Döndüğümüzde dersine başlayan hocamızdan özür dileyip yerimize geçmeye hazırlanırken, “Arkadaşlar şimdi bir fırsat eğitimi yapalım!!!” sözlerinin muhatabı olduk. Beni işaretle, “Siz okul müdürüsünüz. Lütfen kürsüye oturun... Arkadaşlarınız da (benimle beraber geç gelenleri kastederek) farklı mazeretlerle sıklıkla derslerine ve okula geç gelen öğretmenler olsun!!! Buyrun...” dedi.
Ben yönetici olarak, öğretmenlerime geç kalma sebeplerini soruyorum tabii... Bilindik film klişeleri gibi cevaplar alıyorum...
- Trafik çok sıkışıktı müdür bey!
- Çocuğum hastalandı!
- Uyanamadım!
- Arabamın lastiği patladı!!!
...
Bu sözlerin ardından; “Bir daha olmasın...”lı, “Arkadaşlar beni ceza vermeye mecbur bırakmayın!”lı, “Geçen gün de aynı mazeretle geç kalmıştınız...”lı “Baba müdür” tavsiyelerimi peş peşe sıralıyorum...
Arkadaşlarımızın gülüşmeleri arasında yaptığımız fırsat eğitiminden aldığımız “dersin” ağırlığını kulağımıza küpe yapıp yerimize oturduk.
Herkes rolünün hakkını vermiş, ben de “yönetici” olarak verilen görevi yapmıştım...
“Liderle Yönetici Arasındaki Fark Nedir?”
Dersimizin sonlarına doğru hocamız bir soru yöneltti: “Lider ile yönetici arasındaki fark nedir arkadaşlar?”
Pek çok arkadaşımız, düşündüklerini ifade edecek ve meramını doğru anlatacak cümleleri bulmak için bir süre sessiz kaldı, ardından da açıklamalar gelmeye başladı. Belli ki hocamız aldığı cevaplardan tatmin olmadı. “Başka söz almak isteyen var mı?” diye birkaç defa sordu. Daha veciz ve tumturaklı bir ifade ya da açıklama bekliyordu.
Kürsüsüne geçti, hepimizi görecek şekilde ayağa kalkarak, hiç unutmadığım, günümüzde gölgesi büyük kendisi küçük, ölçüsü yanlış olduğu için bütün ölçümleri yanlış olan zümreyi gördükçe tekrar ettiğim sözü söyledi: “Yönetici verilen işi yapar, liderin gözleri ufukları tarar...” Hepimiz, sekiz kelimelik cümlenin verdiği mesaj, tarif ve anlamın güzelliği ile ayırt edici özelliğine hayran olmuş, gelmiş geçmiş “lider”leri ufuk terazisine koyup tartmaya başlamıştık!!! Geçemeyenleri heybenin arka gözüne koyuyor, geçenleri de ön gözüne...
Bir süre sonra, “verilen işi yapanlar” ağır basıp, “ufka bakanlar”a galebe çalmaya başladılar... Öyle ki dünyadaki baş yöneticilere biat ederek, Makyavel’in (Niccolo Machiavelli) sadık öğrencileri olup felsefesini “alfabe” yaparak dünya ölçeğinde büyük bir “kardeşlik” kurdular... İcazet alıp, bulundukları yerde şube açmaya memur edildiler... “Efendiler” ile “köleler”i!
Amfideki onlarca arkadaşın aklında deli sorular...
Dünyada kaç kişiye, Türk tarihinde kaç insana nasip olmuştur “gözleri ufukları tarayan” liderlik?!!! Sahi, “Kut” nedir? “Kut” kime verilir? “Kim” layıktır? “Kutlu Töre” nerede? Ahlâk, merhamet, cesaret ve haysiyeti, zamanımıza ne söylüyor?!!!
Bu arayışa, bir ömür az gelecek galiba...
Haydut Devletler Düzeni
Amerika, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, İsrail... gibi ülkelerin yörüngesine giren dünya, özellikle fakir ve gelişmekte olan, yeraltı zenginliklerine sahip, stratejik konumu itibarıyla önem arz eden ülkeler bir süredir, “güçlü olan haklıdır” felsefesinin ete kemiğe bürünmüş halini yaşıyor... Hakim ülkeler, kukla devletler, kurum ve kuruluşlar marifetiyle istedikleri amaca ulaşıyor, o coğrafya üzerinde yaşayanların hak ve hukuku yok sayıp istedikleri düzeni inşa edinceye kadar binlerce cana kıyıyor, masum insanların kanı sebil olup akıyor..
Ürünlerini satın almayı şart koşan, gözüne kestirdiği toprak parçasını işgal etmek yahut satın almak isteyen, yüzlerce yeni silahı Müslümanların bedenleri üzerinde deneyen, her karışında şehit edilen Gazzeli kadın, erkek, çocuk ve bebeğin kanıyla sulanmış coğrafyaya tatil köyü olarak bakan, yalan, iftira ve desiseler icat ederek girdiği ülkelerde huzur bırakmayan, en az dört-beş parçaya bölen, Doğu Türkistan’da akla hayale gelmedik işkenceleri yapan, Kırım’ı ilhak eden, “askerimin olduğu yer benimdir” diyen bir düzen...
Bizden istenen bu “düzen”e biat etmek!!! Kendilerini dünyanın sahibi olarak gören bu ülkelere karşı yakın zamanda ortak tavır ve politikaların oluşturulamayacağı anlaşılıyor... Bu bakımdan, gözleri ufukları tarayan, milletini yanına almış, “oyun”ları bozacak liderler bu dengeyi değiştirecek!
“Devlet Aklı”na Kurmay Bakış
“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” (1)
Son aylarda ülkemizde yaşadığımız olaylar ve gelişmeler, Mehmet Akif Ersoy’un Kıssadan Hisse şiirindeki gerçeği bir kez daha yaşayacağımızı gösteriyor. Hadiseleri değerlendirirken hem elli yıl öncesine gittim, hem de “Devlet Aklı”nı kullananların ferasetine, basiretine bir kez daha hayranlık duydum.
1977-1978 öğretim yılında, sınıf öğretmeni yetiştiren Demirci Eğitim Enstitüsünün son sınıfında birinci yarıyılı okuyoruz. 78 kuşağı iyi bilir... Ülke olarak ateş çemberinden geçtiğimiz bir süreç...
Bir gün ziyaretimize, merhum Alparslan Türkeş’in hem silah hem de yakın çalışma arkadaşı, yetişmemde büyük payı olan, 29 Mayıs 2017’de ebediyete uğurladığımız Ahmet Er ağabey geldi. Çok dar anlamda yaptığı toplantıda, Demirci Eğitim Enstitüsünde mezun olacak arkadaşlarımızın (400 civarında) Güneydoğu Anadolu Bölgesi illerine atanacağını, diğer okullardan mezun olacaklar için de başta Doğu Anadolu Bölgesi olmak üzere planlamaların yapıldığını söylüyor. Biz de hazırlığımızı ve motivasyonumuzu bu yönde yapmaya başlıyoruz.
Murat edilen; bu bölgelerde yaşayan vatandaşlarımızla gönül köprüsü kurmak, onları tanımak, onlar gibi yaşamak, zorluklarını ve sevincini paylaşmak, cenazesinde bulunmak, düğününde halay çekmek, yeşermeye başlayan bölücü ve ayrıştırıcı zihniyetin hayat bulmasına mani olup, her köyde her mezrada Türk bayrağı olup dalgalanmak...
Planlama; ülkemizin yıllar sonra karşılaşacağı zorlukları, terör belasını, coğrafyamız üzerinde hesabı olan ülkelerin plan ve projelerini görüp tedbirleri hayata geçirme, ortak değerlerimizi yaşatma, birlik, beraberlik ve kardeşliği pekiştirmeye, burada yaşayan vatandaşlarımızın Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu birer üyesi olduklarını fark ettirmeye, her türlü siyasi ve ekonomik istismarın yok edilmesine yönelikti.
Bu, kurmay zekâ sahiplerinin “Devlet aklı”na bakışıydı ve isabetliydi.
1978 yılı ocak ayı başında yaşadığımız siyasi gelişmeler, hükümet değişikliği ile sonuçlanınca bu plânlama akamete uğradı, uygulanamadı. Bizler, 1976-1977 öğretim yılında girdiğimiz eğitim enstitüsünden 1980 yılının haziran ayında mezun olabildik...
Atanmayı beklerken de, TSK, 12 Eylül 1980 tarihinde yaptığı darbeyle yönetime el koydu. Çaresiz yeni yönetimin kararına ve atama takvimine tabi olacaktık...
(Devam edecek)
YORUMLAR