Basri GÜLER

Basri GÜLER

basriguler58@yaani.com

Gördes'te Eskiden Tütün Keyfi

18 Temmuz 2025 - 16:48 - Güncelleme: 18 Temmuz 2025 - 16:49

Manisa'nın yemyeşil Gördes ilçesine doğru uzanan karayolunda ilerliyorduk. Güler Tarım'dan çıktıktan sonra yolculuğumuz oldukça keyifliydi. Tarlaların arasından kıvrılan yolda, içime huzur doluyordu. Tam o sırada, yol kenarında tütün çapası yapan iki siluet ilişti gözüme. Hamit amca ve Emine teyze olmalıydı. Bizi fark ettiklerinde, yorgun ama samimi bir gülümsemeyle el salladılar. Emine teyze "Gelin gelin!" diye seslendi neşeyle.
Hemen arabayı yolun kenarına çektim. Toprak yoldan inip yanlarına doğru yürüdük. Yanlarına vardığımızda "Kolay gelsin Hamit amca, Emine teyze," dedim içten bir sesle. Hamit amca alnındaki teri silerken "Allah razı olsun evladım," dedi. Emine teyze ise yüzündeki kırışıklıkları derinleştiren sıcacık bir gülümsemeyle, "Kolaysa başına gelsin!" diye takıldı. Hep birlikte güldük. Yorulmuşlardı ama misafirperverliklerinden ödün vermiyorlardı. Bu samimi karşılama içimi ısıtmıştı.
"Birer çay içelim," dedi Hamit amca, elindeki çapayı toprağa saplarken. "Bizim eski alışkanlık bu," diye ekledi gülümseyerek, "Bu mereti bir türlü bırakamıyoruz." Emine teyze de başını sallayarak onayladı. Hamit amca iç çekerek devam etti: "Çocuklar varken kolaydı tütün yapmak. Ne yaparsın, yaz günü herkes kendi tarlasına gidiyor. Apartmanda konu komşu da kalmıyor. Biz de Emine yengenle tütün yapalım dedik." Gözlerinde hem bir yorgunluk hem de yaşanmışlıkların verdiği bir bilgelik vardı. Güneşin altında tütün tarlasının ortasında, samimi bir sohbetin sıcaklığı sarmıştı bizi.
Tütün yapraklarına dikkat kesilmiştim. "Emine yenge," dedim şaşkınlıkla, "Bu tütün nasıl, yaprakları kocaman kocaman! Eskiden olsa buna battal yaprak deyip tutulmazdı tütün de."
      Emine yenge başını sallayarak onayladı. "Doğru söylüyorsun Basri Hocam," dedi. "Eskiden tütün tavşan kulağı olacaktı. Hepsi yaprakların aynı boyda olurdu, rengi de sapsarı olursa çok tutulurdu. Tarla komşuları birbirine gider, tütünlere bakardık. 'Senin tütün baş fiyat eder,' derdik."

Merakla Emine yengeye döndüm. "Emine yenge, anlatsana dedim, eskiden tütün nasıl yapılırdı?"
Emine yenge gülümsedi. Sanki geçmişe doğru bir yolculuğa çıkmış gibi gözleri uzaklara daldı. "Hele bak şimdi," diye başladı, "Eskiden tütüncülük bambaşkaydı. Öyle makineyle, traktörle iş olmazdı. Her şey el emeği, göz nuruydu."

"Tütün işi öncelikle bu senenin güzel tütünlerinden tohumlar almakla başlardı," diye söze girdi Emine yenge. "Sonra Şubat ayı gelince fidan ekme yerleri hazırlanırdı. Bir metre kadar genişliğinde, yirmi metreye kadar varan uzunlukta ocaklar yapılırdı. Çaydan gelen milde ekime hazır hale getirilen ocaklara, külle karıştırılan tohumlar elle ilk saçılarak ekilirdi."
     Ben merakla araya girdim, "Kül ne işe yarıyor?"

Hamit amca, bana dönerek, "Nereye ektiğim belli olsun diye," dedi gülümseyerek.
Emine yenge devam etti: "Sonra ince bir mil toprağın üzerine atılır, süzgü denilen kaplarla sulanırdı." "Neden hortumla sulanmazdı?" diye sordum.

Hamit amca yanıtladı, "Su güçlü olursa tohumları götürür."
"Sonra da yay gibi söğüt dalları ocağın üstüne sırayla yerleştirilirdi," dedi Emine yenge. "Üzerine naylon serilirdi. Söğüt dalları naylonu fidandan aralıklı tutmalıydı. Bu fidanlara zaman zaman su verilir, biraz büyüyünce de tekrar mil atılırdı.     
      Gözümüz gibi baktığımız fidanlar hastalanırdı bazen, hatta çökme hastalığı olurdu. Ama ne yaparsın, yine de büyütürdük onları." Emine yenge iç çekti. "Fidanlar yetişince tarlalar hazırlanırdı."

Tam o sırada, boğazım kuruduğunu fark ettim. "Emine yenge," dedim, "Çay var mı?"
Emine yenge gülümsedi. "Dur hele, bekle çayı doldurayım," dedi ve taze demlenmiş çaydanlığı getirip bardağıma doldurdu. Çayın buğusu, tütün tarlasının o keskin ama hoş kokusuna karıştı.

Çayımdan bir yudum alırken Emine yenge anlatmaya devam etti: "Tarla hazırlanınca ister amele bulursun, istersen imece usulü değişik yaparsın. Bir karıkçıya beş altı tütün dikici olurdu. O zamanlarda her şey elle yapılırdı. Bir gün önceden de fidanlar yardımlaşmayla çekilir, köfelere konurdu."
 Emine yengenin gözleri doldu, sesi titredi. "O zamanlar şimdiki gibi sekiz saat falan yoktu," dedi. "Sabahın 08.00'inde tarlaya girersin. Önce karıkçılar ip çekerler. Oranın kenarından aşağıya doğru karık çekerler, buna sayı başı denirdi. Sonra yan yana karıkçılar sıralanır ve karıkları çekmeye başlarlardı. Karıklar ince olursa 'iyi karıkçı' denirdi.       
     Dikiciler de karıklara girer, dikmeye başlardı."

"Bir de yaşlı bir ebe bulamaççı olurdu," diye ekledi Emine yenge. "Yere çapayla kazılan bir çukura su doldurulur, bulamaç haline gelen çamura özenle kökleri iyice bulanırdı fidanların. Bir de fidan dağıtıcı vardı. O da fidanları dikenlerin bitince hemen verirdi. Eeee, muhabbet gırla giderdi," dedi Hamit amca gülümseyerek. "Ben de karık çekerken bir de uzun hava türkü asılırdım ki sorma, herkesin gözünden yaş gelirdi."
"Böylece tütün dikilirdi," dedi Emine yenge, yorgun ama gururlu bir ifadeyle. Güneşin batmaya yüz tuttuğu o anlarda, tarlanın ortasında, eski günlerin hikayeleriyle harmanlanmış bu sohbet, paha biçilmez bir anıya dönüşüyordu.
Hamit amca, Emine yengeye katılırken söze başladı: "Sonra ara sıra gidersin tarlaya, tütünler büyümüş mü diye bakarsın. Çapa yapılırdı iki kere elle. Her şey güzeldi, zorda olsa tütün işi."
"Sizi işten alıkoymayalım Hamit amca," dedim. "Olsun ya," dedi gülerek, "Zaten dinlenecektik biz."
Hamit amca devam etti: "Çapa işi bitince tütünde dip kırma işi başlardı. O zamanlar tütün yaprağı ermeden kırılmazdı. Diplerden birer ikişer yaprak alınır, eren yapraklar köfeye doldurulurdu. Kahvaltı tarlada yapılırdı. Zeytinyağı, ekmek, domates ve peynirle. Eller öyle sapsak olurdu ki, ekmek diliminin tuttuğun yeri yiyemezdin."
Gözümde canlandı o anlar. Ellerdeki nasırlar, sapsak olmuş parmak uçları...
       "Kırılan tütünler eve getirilirdi," diye anlattı Hamit amca. "Orada tütün iğnelerine dizilirdi. Tütün iğneleri de 50 cm kadardı. Ucu çok sivri, arkasında tütün ipinin geçeceği bir delik vardı. İğnelerle yüz kadar olurdu. İğneye dizilen tütünler, evin erkeği tarafından kargılar dediğimiz, ip geçirilmiş uzun çubuklara aktarılırdı. Kargıda tütünler sarkmasın diye iki yerinden bağlanırdı. Kargılar, tellerlle yapılmış olan ızgaralara sırayla konurdu kuruması için. Kuruyan kargılardan tütün dizileri istife konulurdu. Tütün dip, ana, uç altı ve uç olmak üzere kırılırdı. Tütüne periyodik olarak tulumba ile ilaçta atılırdı. Tütün kırma genelde gece yapılırdı yıldızların altında. Lüksker vardı elle pompalanan onunda bir gömleği vardı. İspırto suyu ile yakılırdı. Lüksün gömleği vardı. Çok sarsan lüksü gömlek düşerdi."

"Tütün kırma işi bitince kalıp yapılması için yağmur yağması beklenirdi," dedi Hamit amca. "Kalıpçılar vardı, ev ev gezen. Onların kalıp yapmak için aparatları vardı. Önce bir tulumbaya su doldurulur. İki kişi tütün dizilerini alıp başka bir yere belli bir sırada konurdu. Kalıpçı da tulumba ile ıslatırdı. Buna da tütün tavlama denirdi. Birkaç gün sonra da tütün kalıplama işi başlardı. Gene iki kişi dizileri getirir, bir kilide gelen dizileri kalıp ölçüsünde keser ve başka bir kişi de kesilen tütünleri ustaya verirdi. Kalıpçı arada bir 'Aynalık tütün verin!' derdi."
"Ayna ne?" diye sordum merakla.
Emine yenge hemen araya girdi: "Kalıpta dışarıdan direkt görülen yüzüdür." Hamit amca da ekledi: "Orası albenisidir."
      Hamit amca son olarak kalıplama işlemini tamamladı: "Kalıp birkaç kez foka sıkılır mengene ile. O uzun süre bekler, ikinci kalıba devam edilir tütün koymaya. Kalıp bitince kenarları açılır, kalıbın altına konulmuş olan kendiri üç etrafını sarar, bir boş olan yerini de sırayla iple çuvaldız vasıtasıyla dikilirdi."
Hamit amca derin bir nefes aldı. "Tütün kalıplama işi bitince artık piyasa açılması beklenirdi," dedi. "Evlere tütün eksperleri gelir, tütünleri kontrol ederek her tüccar bir kart verirdi. Sonra tütün piyasası açılması çok önemliydi. Piyasa açılınca kim fazla para verdiyse insanlar tütününü ona satardı. Eğer tüccar almazsa TEKEL vardı, o mutlaka tütünü alırdı. Artık tütün teslimi yapılırdı. Bir de satılan tütün parası almak için gün sayılırdı. Para alınınca eve para ile pazar ekmeği ve tahin helva gelirdi. Öncelikle tütün parasına alınan bakkal borcu, ilaç borcu, giyecek alınan yerlerin borçları ödenirdi."
Hamit amcanın yüzünde buruk bir gülümseme belirdi. "Geri kalan parayla ilçeden ev ya da araba alınırdı."
Ben dayanamadım sordum: "Hamit amca dedim, şimdi nasıl? Tütün parasıyla ev alınır mı dedim?"
Hamit amca iç çekerek başını salladı: "Nerede Basri Hocam, masraf anca çıkıyor."
Sözlerine devam etti: "Eskiden tütün yapmak zordu, her şey elle yapılıyordu. Ama yine de zevkliydi, parası da değerliydi. Şimdi ise her şey makine ile yapılıyor, bir kerede kırılıyor. Dizme yok, kuruyunca kutulara konuyor. İşi kolaylaştı ama parasının da hiç bereketi yok be Basri Hocam, masrafı anca karşılıyor."

"Hayırlısı," dedim. "Biz de kalkalım, siz de çapaya devam edin."
Gördes'e doğru giderken düşündüm. Çiftçinin maliyet sorunu ve girdi fiyatları her geçen gün cepleri yakıyor. Durum nasıl düzelir onu da bilmiyoruz. Zaten köylerde boşalıyor, tarımla uğraşanlar azalıyordu. Bu topraklardan yükselen tütün kokusuyla birlikte, Hamit amca ve Emine teyzenin anlattıkları, kırsalın değişen yüzünü ve çiftçinin çaresizliğini fısıldıyordu rüzgara.

Bu yazı 261 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum