Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Türkiyeli misiniz?

16 Temmuz 2025 - 20:25 - Güncelleme: 16 Temmuz 2025 - 20:26

            Beylikten imparatorluğa uzanan bir tarihimiz var. Yaklaşık 6 asır sürmüş. Fütuhatlarla Viyana kapılarına dayanmış, Akdeniz’i Türk gölü haline getirmişiz. Her imparatorluğun değişmez tarzıdır. Mutlaka yeni fetihler yapıp, topraklar kazanacaksın. Osmanlı da aynısını yaptı.
            Osmanlı bu fütuhat hareketini, asırlarca dini bir temele dayandırdı. Neydi o? Bazen nizam-âlem, bazen ilayı kelimetullah aşkı, bazen hilalin haça üstünlüğü. Feth edilen topraklara insan ihtiyacı gerekirdi. Bu defa Anadolu coğrafyasından binlerce insan, fethedilen topraklara taşındı. Çoğunluk Konya’dan, Karaman’dan, Mersin’den, Toroslardan taşınan Yörük Türkmenlerdi. Onlara devlet, ulvi bir görev yükledi. Mesela, Balkanlara gidenlere, “İslamı götüreceksiniz” denildi.
            Hamaset, mehter marşı, nizam-ı âlem aşkı, İslam’ı götürüyoruz ruhuyla asırlar birbirini takip etti. Fetvalarla, vaazlarla bu hikâye insanların beynine zerk edildi. Türk devlet kurar, Türk savaşçıdır, Türk âleme nizam verir gibi. Ama Türk ticaretle uğraşmaz, başka işlerle meşgul olmaz. 16.yy âlimlerinden Kınalızade Ali Efendi, Ahlak-ı Alai adlı eserinde, Müslümanların ticaretle uğraşmasının, ahirette helakine sebep olacağını yazar.
            Biliyor musunuz, Cumhuriyete kadar Türklerin ticaretle, meslek ve sanatla uğraşmaları yasaklanmıştı. Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruldu, meclisinden ilk çıkan kanun neydi dersiniz? Türklerin ticaretle uğraşması ve meslek edinme hakkı.
            Bu serüven, 17.yy sonlarına doğru yara almaya başladı. 1699 Karlofça anlaşmasıyla, tarihinde Osmanlı ilk defa toprak kaybı yaşadı. 18.yy itibarıyla devlet sallanmaya başladı. İktisadi gelişmeler, devletin dengesini bozma eğilimine girdi. Akçenin zayıflamasıyla yeniçeri isyanları birbirini takip etti.
            Bu kötü gidişatın sonucu, 20.yy başlarında kaybedilen toprak 2 milyon kilometre kareyi buldu. Yemen, Hicaz, Galiçya, Balkan cephelerinden gerileye gerileye Anadolu’ya doğru sıkışmaya başladık.
            93 harbi, 1912 Balkan faciası ve 1. Cihan harbinde milyonlarca vatan evladını feda ettik. Resmi rakamlara göre; Kafkasya’da Sarıkamış harekâtı dâhil 219 bin şehit, Çanakkale’de 101 bin şehit, Filistin cephesinde 80 bin şehit verdik. Bu listenin tamamı 3 milyon şehittir. Vaktiyle o coğrafyalara gönderdiğimiz nüfus, 3 asır sonra Anadolu’ya muhacir olarak dönmek zorunda kaldı. Netice’de o coğrafyalara İslam’ı değil, sadece Müslümanları gönderdiğimiz gerçeği ortaya çıktı.
            Sadece bu kadar mı?
            Devletin hazinesi çöktü. İngilizlerden önce borç, sonra emir almaya başladık. Borçlarını ödeyemeyince, devlet moratoryum yani iflasını ilan etti. Balta Limanı ticaret anlaşmasıyla kapitülasyonlar devreye girdi. Duyun-u Umumiye rezaleti ardından geldi.
            Medrese bozuldu, ümmi koğuşuna döndü. İdari yapı darmadağın oldu. Osmanlı askeri gücünü tamamen yitirdi.
            Vee Sevri imzaladı Osmanlı. Bu anlaşma, siyaseten teslim bayrağını çekmekti. Anadolu itilaf devletleri tarafından paylaşılacaktı. Sınırlar haritalar çizilmiş, bize küçücük bir bölge lütfen kalmıştı.
            Çok uluslu imparatorluk hikâyesinin, 6 asır sonra geldiği nokta buydu. Ortada ne vatan kalmıştı, ne de devlet. Aslında Sevr anlaşması, Osmanlının 6 asırlık hükümranlığından alınan bir intikam belgesiydi.
            Şöyle bir rahat nefes alıp, düşünmenizi istiyorum. Vatan kılınacak toprağınız da yok ve devletiniz de yok. Söyleyin Allah aşkına ne yapardınız?
            Allah bu millete acıdı ve bir Mustafa Kemal nasip etti.
            O Mustafa Kemal, Osmanlının 6 asırlık serüvenini ve gelinen noktayı kılcal damarlarına kadar tahlil etti. Sevr’i yırttı, Milli Mücadeleyi kazandı. Bir daha benzer acıyı yaşamamak için Cumhuriyeti kurdu.
            Bu topraklar Türkiye idi ve “bu topraklarda yaşayan ve vatandaşlıkla bağlı olan herkese Türk denir” ibaresini devletin temel harcı yaptı.
            Bunun anlamı şuydu; son toprak Anadolu’yu mucize eseri vatan yaptık. Türk, Kürt, Arap, Alevi, Sünni demeden önce vatanın kıymetini bilin. Zira başka vatan olmadığını asla aklınızdan çıkarmayın. Bu ülkenin adı Türkiye’dir.
            Bütün bu anlattıklarımı uçuk bulabilirsiniz. Mustafa Kemalin 2. İzmir İktisat Kongresinde yaptığı konuşmayı okursanız, bana hak vereceğinize inanıyorum.
            Hal böyle iken; Terörsüz Türkiye süreci kapsamında, ABD Büyükelçisi ilginç bir açıklama yaptı. Türkiye Cumhuriyeti devletine, ümmet esasına dayalı Osmanlı modeline geçilmesi için sanki yol gösterdi.
            Sonra malum çevrelerden, bu tarzda söylem ve açıklamalar geldi. Yani terör bitecek Türkiyeli olacağız. Türk filan demeyeceğiz.
            Meselenin tarihi gerçekliğini kavrayamayanlar için, bu söyleme sarılmalarını anlayışla karşılayabilirim. ABD büyükelçisi söylerse, ayağa kalkarım. Yüz küsur yıldır, Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı, döşedikleri tezgâhları bilmiyor muyuz?
            Cumhuriyetten bugüne, bu topraklarda çok çatışmalar yaşandı. Sol-sağ, ülkücü-devrimci, Alevi-Sünni gibi.. Ama hiçbir zaman Türk-Kürt çatışması yaşanmadı. Ne Türkler, Kürtlerin kahvehanesini ve evini bastı, ne de Kürtler Türklerin. Keza Türk ve Arap unsurlar arasında da böyle bir çatışma olmadı.
            Herkes eşit vatandaştı. Kürt nüfusun önemli bölümü ülkenin batısında ve sanayi şehirlerinde ikamet ediyor. Ekseriyeti önemli iş adamı ve yatırımcı. Var mı birbirini rahatsız eden, yok. PKK örgütünün, hangi amaçla kurdurulduğunu ve bunca yıl nasıl ayakta durduğunu bilmiyor muyuz?
            Dolayısıyla bugünkü Türk-Kürt-Arap kardeşliği söylemini dikkat nazarıyla takip ediyorum.
            Bugün bu ülkede; zikrettiğim tarihi hakikatlerin şuuruyla yetişmiş kahır bir ekseriyet var. Vatanın kıymetini bilen, Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığını iliklerine kadar idrak eden bir ekseriyet bu.
            Bu ülkenin vatandaşı olarak Türküz. Bu vatan toprağına Türkiye dendiği için de Türkiyeliyiz….

Bu yazı 287 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum