Reklam
Reklam
Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Geçti mi Sanıyorsunuz?

04 Kasım 2020 - 23:42

Güzel İzmir, ülkemizin cennet köşesi tarihinin en yıkıcı depremini yaşadı. Acılar, kahırlar, yürek burkan hikâyeler aynıydı. Depremin ruhlarda yarattığı sarsıntının, her zamanki gibi tarifi yoktu. Hasarlı binalar, girilemeyen evler, bozulan iş düzenleri depremden sonraki artçılar gibiydi.
            Dayanışma, fedakârlık, yardımseverlik yine ön plandaydı. Yürekten temenniler İzmir içindi: Geçmiş olsun İzmir.
            Ancak beyinlere yerleşen keskin korkular var. Bugün İzmir geçirdi. Yarın veya ilerleyen zaman içerisinde sıra nerede?
            Muş, Bingöl, Marmara, Düzce, Van, Malatya felaketlerindeki görüntüler neyse İzmir aynıydı. Gündeme oturan söylemler de aynıydı. Diyorum ki aynı konuları konuşarak, aynı felaketleri yaşamak bir çaresizliğin sonucudur.
            Bu ülke, bu yüzden her felakette çaresizliğine ağıt yakıyor.
            Yitirdiğimiz canlar, yüreğimizi yakan yıkıntılardan daha fazlası benim ruhumu acıtıyor. Bu acının adı; çaresizliğine ağıt yakan bir toplumun hali pür melalidir.
            Can pazarının yaşandığı saatlerde, acıların kangren olduğu saatlerde, ekranlara en çok kim çıkıyor? Elbette deprem hocaları. O saatlerde onların faylar üzerinde konuşması, depremin şiddeti üzerinde tartışması neyi çözümlüyor. Hiç bir şeyi.
            Aslında onlar, ülkenin en saygın bilim insanları. Bir geleneği devam ettirerek ülkenin yeraltı düzenini ortaya çıkarmış isimler. Türkiye'nin fay haritası, riskli bölgeler onların çalışmaları sonucu, en ince noktasına kadar ortaya konmuş.
            Şehirleri buna göre kuracaksın, konutları buna göre inşa edeceksin. Alt yapını, yollarını bu gerçeğe göre planlayacaksın. Şehirlerin nüfus yoğunluğunu, bu ürkütücü gerçeklere göre belirleyeceksin. Sanayi yatırımlarını ve tesislerini, bu haritaya göre kuracaksın.. Say sayabildiğin kadar.
            Bunları yaparsan, depremde ölmek asla kader değildir. Aksi halde başına gelenlere kader der geçersin. Bugün banadır, yarın sana, bugün benim çocuklarımadır, yarın senin çocuklarına. Üstelik nerede ve ne zaman olduğunu bilemeden'
            En son İzmir ve öncekilerde yaşadıklarımız, topyekûn bir günahkârlığın sonucudur. Bu öylesine bir günahkarlıktır ki toplum olarak birinin diğerinden, zerrece fazlalığı ya da eksikliği yoktur.
            Müslüman bir toplumuz. Ama hangi Müslümanlıktır yaşadığımız. Kur'an'ı kendimizden uzaklaştırmış ve onu kozmik bir metin haline getirmişiz. Hayatımızdan ve yaşam biçimimizden çıkarmışız. O kitabı bize tebliği eden Nebi Muhammedi, ütopik bir zemine oturtarak tasfiye etmişiz. Allah'ın dinini, halkın dini haline getirerek günahkârlığa adım atmışız. Sonrası çorap söküğü gibi gelmiş.
            Mesela şu ayeti, bugüne kadar çoğunluk duymamıştır. Anlatılmamıştır, öğrenilmemiştir:
            'Onlara, çevrelerinde ve kendi bedenlerinde olan ayetlerimizi göstereceğiz, sonunda onun (Kur'an'ın) tümüyle doğru olduğu, onlar açısından iyice ortaya çıkacaktır. Sahibinin her şeye şahit olması yetmez mi?' (Fussilet–53)
            Bu ayetin anlatmak istediği şudur.
            Allahın yerlerde ve göklerde yarattığı her şey, O'nun birer ayetidir. İnsan yaratılış olarak, bütün zerreleriyle birlikte yine Allah'ın ayetlerindendir. Allah onların her birine bir ölçü koymuştur. Bir başka ifadeyle, yarattığı ve var ettiği her şeyde bir ölçü vardır.
            İnsan bunları, bilip öğrenmekle sorumludur. Bunlar Allah'ın yarattığı ayetlerdir. Bunları okudukça kitabi yani indirilen ayetleri daha iyi anlayacak ve Rabbinin kudretini hakkıyla idrak edebilecektir.
            Dolayısıyla yaratılıştaki hiçbir şey, tesadüfe dayalı değildir ve belli bir ölçü yani düzen içerisinde devam etmektedir. Gerek indirilen ve gerekse ayette belirtildiği gibi yaratılan ayetleri okuyup kavrayanlar, yaşam biçimlerini de buna göre tanzim eder.
            Allah'ın yarattığı ayetlerden bazıları da yer bilimiyle ilgilidir. Fussilet suresinde ilgili konuları anlatan ayetlere, dikkatinizi çekmek istiyorum.
            'İçine, üstten itibaren sabit dağlar yerleştirip yeri bereketlendiren ve içinde her türden nimetin gıdanın ölçüsünü dört günde oluşturup araştıranlar için dengeli bir şekilde yayan O'dur.' (Fussilet–10)
            'Aynı zamanda duman halindeki göğe yönelmiş, ona ve yere; ‘Gönüllü veya zorunlu olarak emrime girin' demişti; ikisi de ‘Gönüllü olarak emrine girdik' diye cevap vermişlerdi.' (Fussilet–11)
            Yukarıdaki bilgileri teyit eden, şu ayete dikkat kesilmek gerekir:
            'Allah'ın ayetlerinden biri de şudur: Yeri kupkuru görürsün, üzerine yağmur suyunu indirdik mi kımıldar ve kabarır. Yeri dirilten Allah, elbette ölüleri de diriltecektir. O HER ŞEYİN ÖLÇÜSÜNÜ KOYMUŞTUR.' (Fussilet–39)
             Daha nice ayet yazabilirim. Ufuk açması bakımından sadece birkaçı ile yetiniyorum. Bu ayetleri kimler okuyacak? Şüphesiz bilim insanları. Bizde ilk kim okudu yer ayetlerini? Prof. Dr İhsan Ketin. Kuzey Anadolu Fay hattını bularak, dünyada çığır açtı. Almanya'nın en önemli bilim nişanına layık görüldü.
            Bugünün deprem hocaları, onun açtığı çığırdan yürüyüp geldiler. Anadolu'nun yeraltında artık bilinmeyen hiçbir nokta bırakmadılar. Buna rağmen halk ve siyasetçiler; bu bilgi ve verilere, daha doğrusu okunan ayetlere kulak verdiler mi? Hayır vermediler.
            Peki neden?
            Aşırı dünyevileşme, aşırı itibarlaşma güdüsü toplumu berbat etti. Milyonluk şehirler, cazibe merkezi haline geldi. Faymış, deltaymış, tarım arazisiymiş kimsenin umurunda olmadı. Filan semtte evim var diye övündük. Kendimizi dünya nimetleri ile gurur abidesi yaptık. Hangi marka araç kullanalım, hangi telefonu elimizde taşıyalım. Çocuklarımızı hangi okullarda okutalım gibi tercihler, hayat felsefemiz oldu.
            Milyon liralık evlerde otururken, milyon liralık arabalara binerken, milyon liralık telefonları elimizde taşırken şunu hiç düşünmedik bile. Yerin altında neler oluyor?
            Toplum böyle olunca, onu yönetenler farklı mı oluyor dersiniz. Elbette olmuyor. Neticede iş, oy hesabına dayanıyor. İmara açılan fay hatları, alışveriş merkezlerine tahsis edilen araziler, çok katlı belediye ruhsatları, defalarca ilan edilen imar afları neyi söylüyor acaba?
            Günahkârlığımızı'
            Bir ülke düşünün, 450 bin müteahhit var. Keresteci müteahhit var, köfteci müteahhit var, mobilyacı müteahhit var, doktor müteahhit var. Var da var. Almanya'da kaç müteahhit var? Hepsi 2500 civarında. Koca Avrupa'da 37 bin imiş.
            Bir günahkârdık, bu katmerlisi. Demirden çalan var, çimentodan çalan var, galeri için sütunları kesen var, deniz kumu kullanan var.
            Allah'ın ayetlerini böylece hiçe saymış bir toplum; şehirler inşa etmiş, o şehirlerin taşıyamayacağı kadar nüfus yığmış. Yerin altı fay, yerin altı delta, yerin altı çürük, yerin altı oyuk.
            Kat kat binalar, başı göğe yükselen gökdelenler, başımı sokacağım cinsinden evler, mecburen iş merkezleri ve cümlesi de cümlesi.
            Bunları bize, böyle yapın diye Allah mı söyledi. Bu saçmalığı, bu akılsızlığı haşa bize Allah mı öğretti?
            Fay hatlarının Allah'ın ayetlerinden olduğunu, bize anlatacak kim var? Diyanet mi? Geçiniz efendim. İlahiyat hocaları mı? Fıkıh kelam tartışması yapmaktan, bunlara kafa yormaya hiç vakitleri olmamış. Müftüler, imamlar mı? Hadi canım sende. Mevlit, hatim işi onlarınkisi.
            Eee sonunda olacağı budur. Bu kadar günahkârlığın bedelini toplum olarak hep birlikte ödüyoruz.
            Geçmiş olsun İzmir. Yüreğim senin için yanıyor.
            Yanıyor da yarın kimin için yanacak korkusuyla, daha bir alevli yanıyor. Çünkü bu günahkarlıktan, zerre miktar dönüş emaresi göremiyorum'

Bu yazı 8123 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum