Hüseyin TUNÇAY

Hüseyin TUNÇAY

htuncay45@gmail.com

Salihli Adala Hermos Kanyonu Yürüyüşü

13 Aralık 2025 - 20:45 - Güncelleme: 13 Aralık 2025 - 20:47

            Anemonların, 7 Aralık 2025 Pazar günü etkinliği, binlerce yıl önce oluşmuş “Yanık Ülke”nin bağrında, Gediz’le arkadaş, sonbaharın güzellikleriyle bezediği, dağcıların ve doğa severlerin aşina olduğu Salihli Adala Hermos Kanyonu oldu.
            Daha önce kulüp (ANDAK) başkanı Ömer Bülbül’ün açıkladığı gibi bu yürüyüşte rehberimiz Zeki Türe olacak. Tavsiyeler doğrultusunda hazırlıklarımızı yaptık.
            Arkadaşlarımızı alarak sisli ve puslu bir Manisa sabahının saat 08.00’inde başlayan yolculukta, güneş, Aşağı Çobanisa’ya yaklaştığımızda yüzünü göstermeye başladı.
Kırk beş kişiyiz. Grubumuzda ebeveynleriyle gelen öğrencileri görünce seviniyorum. Bu gezi onlar için hayatın içinden fevkalâde güzel bir tecrübe olacak.
Salihli ilçemizin güzel köşelerinden, toprakları münbit, yaz meyveleriyle ünlü Adala’nın bir kahvehanesinde, getirdiğimiz kahvaltılıklarla günün ilk öğününde enerjimiz alıyor, vakit kaybetmeden yola koyuluyoruz.
Kahvaltıda, Gazi İlkokulundan son dönem okuttuğum, tıp fakültesinde öğrenimine devam eden Ayşe’nin anne ve babaları Sibel-Mehmet Tekin’le karşılaşıyorum. Tabii mutlu oluyor, Gazi’li günlerime dönüp hatıralarımı tazeliyor, doktor namzedi Ayşe’ye başarılar diliyorum.
Adala içindeki köprüye gelince otobüsümüzden inip yürüyüşümüze başlıyoruz. Ben bu kanyonu ilk defa göreceğim. Buraya birçok kez gelen arkadaşlarımızdan, bu tabiat güzelinin dünü hakkında bilgiler alıyorum. Biz akarsu yatağının sağındaki, görece daha kolay olan yürüyüş parkurunu takip edeceğiz. Zeki Türe bey bu coğrafya üzerine açıklamalar yapıyor.
Mevsimin getirdiği güzelliklerle süslü yürüyüş yolumuza hayran oluyor, sahip olduğumuz doğal güzelliklerin bir kez daha farkına varıyorum. Tadına varmak istediğim güzellikler için biraz ağırdan alıp, yürüyüş kolumuzun artçısı Mehmet Ali Mihrioğlu’yla yürüyorum. Mihrioğlu, “Sahip olduğumuz tabiatın, eşi benzeri olmayan güzelliklerin kıymetini bilmiyoruz hocam!” diyor.
Neredeyse akmayan/akamayan akarsuda, birikintilerin oluşturduğu gölcüklerde, tabiatın aksini görüyor, “Yanık Ülke”nin kararan yüzüne, oluşan taş ve kaya tabakalarına merakla bakıyor, izci grubu gibi liderini takip eden ördek yavrularını büyük bir zevkle seyrediyorum. Şahidi olduğum her güzeli, her güzelliği fotoğraflıyorum.
Hava kapalı. Bulutların ardına gizlenmiş güneşi bugün hiç göremeyeceğiz. Bize küstü sanki…  Zaman zaman biz bulutlara, bulutlar bize bakıyor. Saatlik hava durumuna göre, yağışın olmadığı bilgisini almamıza rağmen biraz endişeleniyoruz.
Vadide bir süre yürüyor, bir derenin akarsuyla birleşme noktasında zamanla aşınarak oluşan oyuktan bundan sonraki güzergâhımızda kullanacağımız patikaya doğru tırmanıyoruz. Dikkatli olmamız konusunda uyarılıyor, zor ve zahmetli yerlerde birbirimize yardım ediyoruz.
Vadiye hakim olan bitki örtüsü genellikle çalı formatında. Onlar bize biz onlara dokunuyor, birbirimizden enerji alıyoruz. Sonbahar, buralara da sinmeye, mührünü vurmaya başlamış. Bugün, baharın sonuna, rengine, bize sunduğu güzelliğe meftun olacağız…
 Bu bitki örtüsünün istisnaları; sıkça gördüğüm yabani (delice) zeytin ile bazı yükseltilerdeki çam ağaçları. Yabani zeytinlerin meyveleri, aşılılara göre oldukça ufak. Ağacın dallarına tesbih taneleri gibi dizilmişler. İlk defa gördüğüm bu ağacın zeytinlerinden birkaç tane alıp yiyorum. Saf zeytin kokusu, rayihası ve tadı… Rehberimiz, “Geçen yıl yabani zeytin ağaçlarından topladığım tanelerden yağ çıkardım, çok beğenildi.” diyor. Vadideki bazı düzlüklere zeytin dikilmiş, tarlalar bakımlı.
Hava biraz serince. Tedbirimizi alıyoruz. Bulutların bıraktığı belli belirsiz minik rahmet damlaları yüzümü yalayıp geçince hoşuma gidiyor…
Zaman zaman yükseltilerde durup, ardımızda bıraktığımız vadinin ve bitki örtüsünün, ilginç yeryüzü şekillerinin fotoğraflarını çekiyoruz. Ömer Bülbül hocamdan; “Tek kolda yürüyelim arkadaşlar!” uyarısı gelince video çekeceğini anlıyoruz. Kareye giren arkadaşlarım selam veriyor, el sallıyor, veciz sözlerle bu çekime hatıra bırakıyor.
Adını pek beğendiğim Su Uçtu Şelalesi’ne az kaldı. Yazımı hazırlarken rastladığım bir kaynak beni oldukça aydınlattı.
Jeopark Belediyeler Birliğinin internet sitesinde: “Kız Köprüsü'nün altından akan suyu her iki kıyısından batıya doğru 2 km kadar takip ettiğinizde bir doğa harikası olan Su Uçtu Şelalesi'ne ulaşırsınız. "Su Uçtu" aslında suları yüksekten dökülen tüm şelaleler için kullanılan bir deyim ama zengin bir çeşitliliğe sahip ağaç ve bitki örtüsü ile kaplı dar bir boğazdan 25 metre aşağıdaki Adala Kanyonu'na dökülen şelale bu deyimi özel bir ad olarak taşımayı fazlası ile hak ediyor.
Şelale'nin diğer bir özelliği de jeoparkın diğer pek çok arazi şekli gibi volkanizmanın lavları ile önü kapanan Gediz'in araziyi aşındırıp oyarak akıntısına yatak açmasının bir sonucu olması. Bir zamanların coşkun akışlı ırmağı Demirköprü Barajı'nın bendi ile dizginlendikten sonra Şelale'nin debisi azalıp gücü zayıfladı ancak uğultulu bir çağıltı ile dökülen sularından sıçrayan zerreciklerin yarattığı nemli serinlikte Adala Kanyonu'na yüksekten baktığınızda, onun bir zamanlar ki gücünü kavrayabilirsiniz.” diyerek anlatılan şelale çağlayamıyor artık, sadece ağlıyor! Evet damla damla gözyaşı döküyor.
Düzlükteki sık orman ağaçlarıyla kaplı alana geldiğimizde, Su Uçtu Şelalesi’nin ne sesini ne de nefesini duyamadık! Bir zamanlar şen şakrak çaldığı bestelerden, rüzgârın götürdüğü yere kadar ulaştırdığı nağmelerden ses, seda yok. Derin bir sükutun içinde…
Ben son durumunu görmek için kararlıyım. Şelaleye hakim kayaların tepesine doğru yürüyorum. Mehmet Ali bey, dik ve sarp olan engebeli alanda dikkatli olmam için uyarıyor beni. Videosunu seyredip, metrelerce aşağıya dökülürken çıkardığı sesi dinlediğim şelaleye uzaktan yakından benzemeyen bir tabloyla karşılaşınca hüznüm katlanıyor. Doğal kaynaklarımıza karşı takındığımız hoyratça tavrı ve tutumu yediremiyorum kendimize… Acı sonla yavaş yavaş tanışmaya, meşum akıbetle yüzleşmeye başlıyoruz!
Bu kadar zambağı bir arada görmedim! Bir el tarafından muntazam şekilde dikilmiş gibiler. Yer gök onlarla bezenmiş! O kadar güzeller ve hayatlarından memnunlar ki! Zamanı bekliyorlar… Bugünleri de bir uğurlasınlar, hava biraz ayaza çeksin… Sonra çiçekleriyle, müstesna renk ve ahengiyle bu yıla düşen ömürlerine merhaba deyip, bir sevgilinin elinde unutulmayan hatıra, naif ve nazik bir buse, yaşlı bir tren garında hasretle karşılanan genç sevgiliye buket, ardından gidilen asırlara bedel bir yârin kokusu olacaklar…
Çamlığı arkamızda bırakıp ilerliyoruz. Fakat orada gördüğümüz, varile değil de yerlere saçılan çöpler hepimizi üzüyor. Zamanımızın elverdiği ölçüde bazı arkadaşlarımız çöpleri varile atıp temizlemeye çalışıyorlar.
Biraz ilerleyince tam bir yaban hayatıyla karşılaşıyoruz. Burada yaşayanların köpekleriyle tanışıyoruz önce. Kendilerine değer verenleri anlıyorlar sanki. Mütevazı birkaç yapı, ahır, büyükbaş hayvanlar, sebze ve meyve bahçeleri geliyor ardından. Gördüklerimizle merhabalaşıp kolaylıklar diliyoruz.
Vakit öğleyi buldu. Çam ağaçlarının sıklığından hedef noktalarımızdan birisi olan, Tarihi Kız Köprüsü’ne yaklaştığımızı anlıyorum. Köprü hakkında Jeotermal Belediyeler Birliği tarafından verilen bilgiyi özetle paylaşıyorum:
“…
Gediz Vadisi'nin daraldığı bir noktada, vadinin iki yanındaki taraça düzlükleri birleştirecek şekilde inşa edilen 97,5 metre uzunluktaki bu büyük ve zarif taş köprü, yerli kayadan oluşan sağlam zemine oturması ve yer seçiminin yanı sıra tasarımındaki mükemmellikler nedeniyle günümüze sapasağlam gelebilmiştir. Kuzeybatı – Güneydoğu istikametinde uzanan köprünün zeminden en yüksek noktası, 11,5 metre ve korkuluklar dahil tabliye genişliği 3,4 metredir. Yuvarlak kemerli altı ayak üzerinde yükselen Kız Köprüsü'nün merkezindeki kemer, büyük ve yüksekken iki yanındaki kemerler, arazi yapısına bağlı olarak farklı büyüklüklerdedir.

Kız Köprüsü'nün kitabesi yoktur ve büyük kemerin kilit taşı üzerindeki kitabe boşluğu da muhtemelen yerine konulmayan ya da günümüze ulaşmayan tamirat kitabesine aittir.

Araştırmacı İbrahim Çiçek "Tarih İçinde Adala ve Köyleri" adlı kitabında "Adala'nın Lidyalılar'a ait bir kasaba olduğunu, yanından geçen Gediz Irmağı'na da Kız Çayı denildiğini, bu çay üzerine yapılan köprünün Krezüs'ün kızına ait olduğunu bu nedenle de Kız Köprüsü denildiğini" anlatan rivayeti nakleder.

 Köprüsü konumu nedeniyle inşa edildiği tarihten yakın zamana kadar, Gediz Havzası'nda Sart, Salihli, Adala ve Dibek Dağı çevresinin yanı sıra Demirci, Gördes, Kula ve Alaşehir'e kadar uzanan yollarda ulaşımın her mevsimde kesintisiz sağlandığı tek kavşak noktası olmuştur.” (2)
Köprünün adıyla ilgili bir rivayeti de arkadaşlarımdan dinliyorum.
Farklı büyüklükteki beş kemerin üzerine kurulu tarihi Kız Köprüsü’ne bizden önce ulaşan arkadaşlarımız en yüksek noktada toplanmışlar. Fotoğraf çekip çevreyi inceliyorlar. Biz de onlara katılıyoruz. Köprünün aşağıya bakan ayağının kenarına basit bir evle birlikte mütevazı bir yaşam alanı kurulmuş. Güneş panelleri dikkatimi çekiyor.
Kemerli mimari tarzlarını hep sevmişimdir. Yakın zamana kadar yaşadığımız sel ve su baskınlarında, bu tür kemerli yapıların kıymetini anlatan onlarca yazı okuyup bu işin ehli mimarları dinlemiştim. Düz köprü ayakları bu tür felaketlerde kısa zamanda tıkanıyor hatta yıkılıyor.
Vereceğimiz son mola noktasına doğru ilerliyoruz. Kayalardaki yosunlarla çimenlerin oluşturduğu yeşil deniz, sarıya boyanmış ağaçlar, mevsime veda eden yaprakların bir halı gibi kapladığı toprak, betonların içinde yaşamaya mecbur edildiğimiz şehirlerden sonra arayıp da bulamadığımız bir tablo.
1954 yılında yapılmaya başlayan, adını daha önce Gediz Nehri üzerine kurulu 114,3 metre uzunluğundaki demir köprüden alan -yapımında yoğun olarak demir kullanıldığı için bu isim verilmiş- hidroelektrik santralimizin set duvarlarının alt tarafı son mola yerimiz olacak. Yıkılan köprünün görevini barajın set duvarlarının üzerine yapılan yol almış. Baraja hakim yükseklikteki yoldan barajı seyretmek oldukça güzeldir. Kız Köprüsü’yle baraj ayaklarının olduğu bölge harika çam ormanlarıyla kaplı. Çamlar, güneşi görmek için birbirleriyle yarışırken gökyüzüne doğru uzayıp gitmişler. Bazıları kalem gibi… Kuru çam yapraklarıyla kaplı alanda neredeyse toprak görünmüyor.
Programımıza göre burada ateş yakacağız. Çam ağaçları, doğa ve ateş, bana izcilik günlerimi ve katıldığım kursları hatırlattı. Grubumuzun adı “Yeşil Öbek” idi. Ağaçlarının altına kurduğumuz çadırlarda çamların uğultusunu dinlerdik.
Arkadaşlarım ateş yakmak için harekete geçmişler bile. Ben de birkaç kuru odun parçası götürüyorum. Bu sabah kahvaltıyı yaptığımız kahvehanedeki soba; eski günlerimi, üstünde ekmek ve kestane kızarttığımız zamanları, annemin ıhlamur kaynatırken çaydanlığımızdan çıkan kokuları, odunların yanarken çıkardığı sesleri hatırlattı bana.
            Ateşimiz kıvamını aldı. Hem dinleniyoruz hem de öğle yemeğimizi yiyoruz. Kolay bir parkuru yürüdük. Biraz sıkıntımız olsa da bu yorgunluk tatlı! Çam ağaçlarının altındaki molamızı, şarkı ve türkülerle, marşlarla, Anadolu’nun ruhunu yansıtan harmandalı başta olmak üzere oyunlarla süslüyoruz.
            “Kahve Yemen’den gelir
            Suyu çemenden gelir…”
            Kahvemiz Yemen’den değildi ama harlı ateşin közünde pişerek, yavaş yavaş kaynayarak, demini ve köpüğünü alarak geldi… Grubumuzun üyeleri, “ateş” denilince hazırlıklarını yapmışlar. Ellerine sağlık… Ben; “ateş” notu düşülünce getirilecekler listeme, kahve, fincan ve bardağı ekliyorum.
Bu harika tabiatın kucağından, güzel bir etkinliği sağlıklı bir şekilde tamamlamanın huzuruyla çevremizi tertemiz bırakarak ayrılıyoruz. Hepimiz mutluyuz… Emek veren, programı yapan, rehberlik eden, bugüne renk ve enerji katan Anemonlara, Manisa Büyükşehir Belediyesine teşekkürler.
Akşam saatlerinde Manisa’ya varıyoruz. Darısı bir sonraki gezimizin başına!
Manisa, 8.12.2025

  1. https://jeoparkbelediyelerbirligi.com/s86_suuctu-selalesi.aspx
  2. https://jeoparkbelediyelerbirligi.com/s87_kiz-koprusu.asp 

Bu yazı 67 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum