Sizlere Kaz Dağları’nın tertemiz havasından, Edremit’ten yazıyorum. Sabah erkenden kuş cıvıltıları ve zeytin ağaçlarıyla bezenmiş bir manzara karşılıyor insanı. Aldığınız her nefesle ciğerleriniz bayram eder gibi oluyor. Doğanın güzelliği ve insanların içtenliği, sizi geçmişin sıcak günlerine götürüyor. Kuşların dansı bile öyle ahenkli ki, izlerken hayran kalmamak elde değil.
Edremit’e çok yakın, yürüyüş mesafesinde olan Bostancı Köyü’ne pazar günü arkadaşlarımla yürüyüş yaptık. Yol boyunca renk renk çiçeklerin seralarda oluşturduğu armoni bize eşlik etti. Köy girişindeki mezarlıkta burada yaşamış ve ebediyete göç etmiş olanlara Fatiha okuduk. Bu köyün zeytin ağaçlarıyla çevreyi donatmış olan geçmiş sakinlerinin, Allah katında ne güzel izler ve değerler bıraktığını düşündük.
Yol boyunca büyük kara dut ve beyaz dut ağaçları bizi karşıladı. Dallar öylesine dutla doluydu ki, koparıp yediğimiz dutların tadı damağımızda kaldı. Traktörüyle geçen bir köylüye “Burada süt bulabilir miyiz?” diye sorduk. “Hoş geldiniz, siz bizim köyden değilsiniz anladım. Şuracıkta köyümüzün misafir odası var, onun karşısındaki mavi boyalı tahta kapılı ev… Şu sıralarda inekleri sağıyordur,” diyerek yol gösterdi.
Kerpiç evin tahta kapısına bağlı iple çekilerek açılan kapıyı, “Hu hu, ev sahibi evde mi?” diyerek çaldık. Güler yüzlü ev sahibi bizi, “Buyurun, hoş geldiniz,” sözleriyle karşıladı. Büyük bir avlusu ve yan yana kerpiçten yapılmış odaları vardı. Bahçe, adeta bir sera gibi çiçeklerle bezenmişti. Beyaz badanalı, taş duvarlar göz kamaştırıyordu.
“Sütünüz var mı? Biz Karşıyaka’dan geldik, Entur’da misafiriz,” dediğimizde, “Aslında sütüm kalmadı ama sizi süt vermeden göndermek olmaz. Kendime ayırdığım sütü size vereyim,” dedi. Göreneklerin ve geleneklerin hâlâ yaşadığını görmek bizleri çok mutlu etti. “Hoşça kalın,” diyerek ayrıldık.
Köy kahvesi köşede… Çınar ağaçlarının altında tahta masa ve sandalyelerde oturan köy erkekleriyle göz göze geldik. “Hadi bir çay içelim, şu güzelliği yaşayalım,” diyerek gölgede oturduk. Tüm masadakiler, “Hoş geldiniz bacılar,” diyerek bizi karşıladı. “İki demli çay getirir misiniz?” diye seslendik. Biraz sonra çaylarımız geldi. “Hoş geldiniz köyümüze, çay da yeni demini almıştı,” diyerek çaylarımızı uzattılar. O an, “Keşke köyde yaşasaydım,” diye iç geçirdim. Sevgi dolu, huzurlu insanlar ve yemyeşil çevre… Bundan daha güzel ne olabilir ki?
Tam o sırada yakından gelen davul sesini duyunca, “Acaba köyde düğün mü var?” diye sordum. “Düğün değil, Kurban Bayramı öncesi gelin kıza kurbanlık koç oğlan evinden geliyor. Köy yemeğiyle birlikte koç getirmesi yapılır. Buyurun, siz de ikramlardan yiyin,” dediler.
Çay parasını vermek isterken yan masadaki grup, “Bacım, çay ikramımızdır, misafire bir çay ikram edilmez mi?” diyerek tüm güzel duygularımızı coşturdu. Davul sesine doğru ilerledik. Gelin kızın evinin önünde davulcunun ahenkli çalması, gençlerin ritmik ve uyumlu oyunlarıyla karşılandık. Ev sahipleri, gelin ve damat hep birlikte “Hoş geldiniz,” diyerek hal hatır sordular.
“Buyurun keşkek, ayran ikramımıza,” diyerek bizi masaya davet ettiler. Kurbanlık koç öyle güzel süslenmişti ki; tüyleri pembe boyalarla boyanmış, boynuzlarına elmalar takılmış, bilezikler ve zincirlerle adeta vitrin süsü gibi hazırlanmıştı. Bu koç, gelin kıza sunuldu. Damat mutluydu ama o günün maddi ve manevi yükünü taşımanın verdiği yorgunluk da yüzüne yansımıştı. Belki de “Daha bunun kına gecesi ve düğünü var,” diye düşünüyordu.
Yöresel oyunlar eşliğinde yemeğimizi yedik. “Allahaısmarladık,” diyerek ayrıldık. Burada yaşamanın, özellikle kız çocukları için ne kadar huzurlu olabileceği kanaatine vardık. Gelin kıza ve damada mutluluklar dileyerek köyden ayrıldık.
Gelenek ve göreneklerin yaşatılması, bize unutamayacağımız bir gün yaşattı.
Tüm sevdiklerime selam ve sevgilerle…
YORUMLAR