TRABZON GEZİSİ
“Gezgin bir yere varmak için değil, keşfetmek için seyahat eder.” – Goethe
Trabzon en önemli liman kentlerimizden birisi olup tarihi zenginliği ile dikkati çeker. Hemen aklıma geliveren bir tarihi olayda adının geçmesidir. Bu tarihi olaya kısaca değinmek istiyorum.
M.Ö. IV yüzyılda Pers kralı Dareios (Daryus) hastalanıp öleceğini anladığında, oğulları Artakserkses ve Kyros’u yanına çağırır. Artakserkses o sıralarda yanındadır. Küçük oğul Kyros Burçak Ovasında (Manisa Bebekli) satrap olarak bulunmaktaydı. O da gerekli hazırlıklarını yapıp yola çıkar.
Daryus’un ölümünden ve Artakserkses’in tahta çıkmasından sonra, dostu saydığı ve hatta babası çağırdığı için birlikte yola çıktığı Tissaphernes Kyros’a iftira atarak ağabeyinin tahtına göz diktiğini söyler. Kral iftiraya inanarak kardeşini öldürtmek istedi. Ancak annesi küçük oğluna kıymaması için krala yalvararak onun eyaletine geri gönderilmesini sağladı.
Ancak Kyros, eyaletine döndükten sonra, ağabeyinden gördüğü hakaret ve tehditleri unutamadı. Zaman içinde gerekli hazırlığını yapıp ağabeyini tahtından indirip yerine geçmeyi düşünmeye başladı ve bunu kimseye hissettirmemeye karar verdi. Bunun üzerine Kyros konumunu kuvvetlendirmek ve kardeşine karşı saldırıya geçmek için paralı askerlerden oluşan bir ordu kurmaya karar verir. Topladığı askerlere hemen paralarını öder.
Asker kaynağı ise bugünkü Yunanistan’da yıllarca devam eden ve yeni sona eren Peloponnessos Savaşı sonunda oluşan ekonomik sıkıntılar nedeniyle işşiz güçsüz kalan, parasız pulsuz olan savaşdan yeni gelmiş askerlerdir. Kyros güvendiği generallaerine, kendi satraplık yaptığı bölgeye düşmanca hereketlerde bulunan komşu eyalatlere karşı savaşmak amacı ile asker toplama görevi verir. Generaller Peleponnessos savaşından dönen askerlerden on binden fazla paralı asker topladılar.
Kyros bu askerlerle birlikte, yaya olarak yola çıkar. Kimi yerlerde kendi paraları ile geçimlerini temin ederek ve çoğu yerlerde geçtikleri yerlerde saldırılardan elde ettikleri ganimetlerle beslenerek ve can kaybı vererek aylarca süren maceralardan sonra Fırat’ın kenarında Babil’in 70 km kuzeyinde Kunaksa’da Kralın ordusu ile karşı karşıya gelirler. Burada yapılan savaşta Kyros Kralı göğsünden yaralar. Kralın korumalarından biri de mızrağını fırlatarak Kyros’u kaşının üzerinden vurarak öldürür. Böylece Kyros amacına ulaşamaz ve Onbinleri oluşturan askerlerin her biri salimen vatanları Yunanistan’a salimen geri dönmeyi hayal etmektedirler.
Yunan paralı askerleri ırak topraklarından ve Van Gölü civarlarından kuzeye doğru yapılan yürüyüşle ve can kayıplarıyla Trabzon’a gelirler. Burada kendi ırkından insanlar yaşadığı için sevinirler. Trabzon’un o günkü adı Trapezous’tur. Buraya ulaşabildikleri için tanrıya kurban kesmişlerdir. Ksenofon bunların lideridir. Trapezouslular onbinlere yardımda bulunurlar. Belli bir müddet burada kaldıktan sonra, hastaları, Yaşlıları ve Kadınları, ihtiyaç duymadıkları teçhizatı gemiye yükleyerek onları yolcu ettikten sonra kendileri binlerce kişi karadan gitmek üzere Trapezous’tan ayrılırlar. Bu yolculuk kolay olmayacak, çilelerle ve can kayıpları vererek devam eden bir yolculuk olacaktır. Hatta geri çekilirken, kendilerini arkalarından takip edip gelecek olan düşmanlarından korunmak için geçtikleri köyleri ve yerleşim birimlerini talan ederek düşmanın işine yarayacak her şeyi yok ederek yollarına devam etmişlerdir. Bu şekilde acımasız yöntem uygulamışlardır. [*]
Bu kısa tarihi girişten sonra seyahatime değinebilirim. 14-16 Ekim 2009 tarihinde yapılan 4. Ulusal Mühendislik Ölçmeleri Sempozyumu’na katılan öğretim üyeleri için Sümela Manastırı’na bir gezi tertiplendi. Sümela Manastırı, Trabzon’un ilçesi Maçka’dan 18 km uzakta bir vadinin yamacını oluşturan kayalara inşa edilmiştir. Gezi 15 Ekim 2009 tarihinde yapıldı. Sempozyum katılımcılarından, Sümela Manastırı gezisine katılmak isteyenlere KTÜ tarafından bir araç verildi. Bu araçla KTÜ’den 44km uzaklıkta olan bu manastıra ulaştık. Vadilerden, kâh dik yamaçlı kayalıklar arasından geçip orman manzaralı yerleri takip ederek ve tünellerden geçerek yolculuğu tamamladık. Yolculuk sonunda yemyeşil ve içinden dere akan dar bir vadiye vardık. Sümela manastırı karşımızda tüm görkemiyle duruyordu. Manastır dimdik yükselen yalçın kayalıklar üzerine yapılmıştı. Muhteşem görünümü ile manastırın dik kayalıklara inşa edilmiş olması insanı hayrete düşürüyordu. Otobüsler Sümela manastırının yanına kadar varamadığı için gezginleri vadide bir noktada bırakıyordu. Dereden itibaren orman içindeki patika yolları takip ederek ve yokuş çıkarak manastıra varılabiliyor. Patika yoldan çıkarken dev gibi ağaçların patika yolda yeryüzüne çıkmış kökleri damar damar patika boyunca devam ediyordu. Bir taraftan da vadide akan suyun şırıltısını ve kuş seslerini dinleyerek arkadaşlarımla birlikte manastıra vardık.
Bu manastırın yapımı XIII. yüzyıla dayanmaktadır. Bizans İmparatoru III. Alexios zamanında manastırın önemi artmıştır. Manastırın yapımı değişik zamanlarda devam etmiş ve XIX yüzyılda büyük binaların eklenmesiyle görkemli halini almıştır. Manastırın başlıca bölümleri; Ana kaya kilisesi, birçok şapel (küçük ibadet yeri), mutfak, öğrenci odaları, misafirhane, kütüphane ile kutsal ayazmadır (su kaynağı). Manastırın ana birimini teşkil eden kaya kilisenin ve şapelin yüzeyleri fresklerle (özel bir teknikle yapılan resim) süslenmiştir. Fresklerde işlenen konular İncil’den alınmıştır. (Manastır tanıtım levhası)
Manastır (Monastery) kelimesi köken itibariyle Yunanca “monos (yalnızlık)” tan türetilmiştir. Bunun anlamı manastıra gelip kalacak insanların bekar olması gerektiğidir. İlk manastırlar III. yüzyıla aittir. Manastırların felsefesi Tanrı aşkı ve İsa aşkını yaşatmaktır.
Manastırların politikası: 8-10 yaşındaki çocukları ailelerinden ve sosyal çevrelerinden soyutlayarak, kuş uçmaz kervan geçmez mekanlarda ezbere dayalı eğitimle Hristiyanlık bilgilerini aşılamaktır. Bu çocuklar yirmi yaşına ulaşıncaya kadar bu manastırlarda eğitim görürler. Daha sonra elinde bir değnek sırtında bir torba alarak Hristiyanlığı yaymak için dünyanın dört bir tarafına yayılırlar [**].
Bu görkemli ilginç manastırı ve çevresini, heyecan verici ağaç denizini görüp geziyi tamamlayarak tekrar dinlenme tesislerine döndük. Ertesi gün uçakla tekrar İstanbul’a geldim
[*] Ksenophon: Anabasis On Binler’in Dönüşü, Türkiye İş B. Kültür Yayınları, İstanbul, 2015
[**] Sönmez, S.: Manastırların Sosyokültürel Yapı ve Fonksiyonları, A.Ü. Türkiye
Araştırmalar Enstitüsü Dergisi [TEAD] 54. Erzurum, 2015
YORUMLAR