Ramazanlaşmak Ya da Ramazanlaşamamak

Yaşar ATLI

Eskiden teravih arasında hocalar dua ederken Ramazanın ilk on beşinde;
'merhaba, merhaba ya şehri ramazan merhaba,
merhaba, merhaba ya şehri sıyam merhaba,
merhaba, merhaba ya şehri Kur'an merhaba'
derlerdi. Hatta eskiden söylenen bir şiirde ise daha uzun bir Ramazan methi var.
Hakk'ın bize ihsanısın
Hem ayların sultanısın
Sen bir saadet kânısın
Ey mâh-ı sultan merhaba.
Onbeşinden sonra ise ramazanı yolcu etmenin hüznüyle merhaba yerine elveda derlerdi.
Ramazanı anlatan mahyalar, minare ışıklarının her ramazan gecesi açık tutulması, iftarda atılan top, ramazan pideleri, tatlıları, ramazan davulu, sahur, sahurda çocukların yüzündeki mahmurluk, televizyonlardaki iftar ve sahur programları ve daha sayamadığım Ramazana has nice güzellikler. Bütün bunlar insanı Ramazanlaştırıyor. Fakat teravihlerde cemaatin hep bir ağızdan getirdiği salâvatlar; en çok en çok da bu salâvatlar Ramazanın ruhaniyetini yansıtıyor. Tıpkı kurban bayramı namazında cemaatle getirilen teşrik tekbirleri gibi.
Ramazan her yıl bize gökten inen bir rahmet sofrası gibi, bir yağmur gibi. Elleri dolu geliyor. Tıpkı Hz. Peygamber'e Hira'da geldiği gibi. Her mü'minin kalbine. Bizi daha mütevekkil, daha kanaatkâr, daha mütevazı ve gösterişsiz, daha merhametli, daha mü'min yapmak için, daha ramazanlaştırmak için.
Orucu en iyi anlatan yazarlarımızdan biri orucu hissederek yazdığına inandığım Sezai Karakoç'tur. Bakın ne hissetmiş:
Ey oruç, diriltici rüzgâr, İslam baharı
Es insan ruhuna inip yüce ilham dağından
Kevser içir, abıhayat boşalt kristal bardağından
Susamış ufuklara, insan kalbinin ufuklarına.
(Şiir demişken bir hususa değinmek istiyorum müsaadenizle. Bazı metinleri şerh etmenin veya sadeleştirmenin o metne katkıdan ziyade metnin üzerini örttüğünü, metnin önüne geçtiğini ve dahası metni okunası olmaktan çıkardığını, hantallaştırdığını ve metnin büyüsünü bozduğunu düşünüyorum. Özellikle şiir gibi yarı yarıya ilhama dayanan metinlerde 'işte burada şair şöyle buyuruyor' tarzında tefsirlerde bulunmak fuzulidir.)
Oruçla ilgili edebiyatımızda en güzel anlatılardan biri Yahya Kemal'in Atik-Valde'den İnen Sokakta isimli şiiridir. İftardan önce Atik Valde semtine gittiğini ve buradaki insanların tatlı telaşını, maneviyatı, ruhaniyeti, Ramazan medeniyetini anlattıktan sonra Ramazan topunun patlamasıyla kendisinden başka kimseciklerin meydanda kalmadığını anlatır. Gerisini şairimizden dinleyelim:
Ya Rab, nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!
Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neş'esiz.
Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı.
Bir tek düşünce oldu teselli bu derdime;
Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:
Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Mademki böyle duygularım kaldı çok şükür.
Yahya Kemal'in hissettiklerini hissetmiş birçok insan vardır. Değerlerinden, kültüründen vazgeçmemiş ama yaşayamamış da olan nice insan. Ruhunda bu gurbet ateşini yaşamış nice insan. Gürül gürül akan çeşmenin başında suya hasret nice insan.
Muhterem okuyucu! Sabrını zorlamadan ve affına sığınarak bir şey daha söylemek istiyorum. Bu yazıya başlarken; avamın orucu, havassın orucu, ehassu'l-havassın orucu ve âşıkların orucundan bahsetmeyi tasarlıyordum fakat gördüğünüz gibi söz nereden nereye geldi. Artık gittikçe şuna inanmaya başladım. Bir yazı bin farklı şekilde yazılabilir.
Ama yine de âşıkları küstürmeyelim, onların orucuyla yapalım yazımızın iftarını:
Biz ruze-dar-ı aşkız odur kârımız bizim
Laht-ı ciğerle hoş gelir iftarımız bizim.