Şeker Tadında Bayramlar

Gülruh DEMİREL gulruhdemirel123@gmail.com

     Eskilerin şu sözüyle başlamak istiyorum: “Ah o eski bayramlar bir başka güzeldi!” diyen babaanneme hayıflanarak bakardım. Zorlukların içinden gelen bu aile büyüklerimizin bu geçmişe özlemi niye diye! Onların yaşına doğru geldikçe, o sözlerin anlamını ve hissiyatını anlayabildim.
     Aslında özlenen eski muhabbetlerdi. “Bir derdin mi var?” diye soran eski komşulardı. Akşam eve gelen torunların “Nasılsın nene?” deyişleriydi. Ocakta pişen o tarhananın mis kokusunu hissedebilmekti belki de...
     Bence babaannemin en çok özlediği, eşinin yolunu gözleyip, “Hoşgeldin efendi! Günün nasıl geçti?” diyebilmekti. Daha saymakla bitiremeyeceğim özlem dolu anılar birikmişti o eski yıllardan... O koşturmacalı yaşamdan geriye kalan kendi halinde bir sessizlikti belki de…
     “Efendi Baban” derken yüzündeki tebessüm görmediğim dedemi öyle güzel tasvir ederdi ki! Belli ki çok sevgi dolu bir insanmış. “Eskiden çamaşırlar elde yıkanırdı kızım” diye anlatan babaannemin yine gözleri buğulanırdı o günleri anarken. “Erkenden çamaşıra başlar, öğle namazı vakti içeriye girdiğimde konsolun üzerinde Arapça yazılmış dedenin bana yazdığı pusulayı görürdüm.”
     Henüz Latin harflerinin olmadığı dönemler: “Hanım, çarşı fırınına pirinçli ve pirinçsiz veriyorum. Sen kendini üzme! Selamlar”. Dedemin pusuladaki pirinçli dediği kuyruk yağlı pilav; pirinçsiz dediği ise et güveciydi. Bu kısa nota sığdırdığı duygular ne de kıymetliydi. Eşinin yorgunluğunun farkında olması ve ona sevgisini ifade edişi… İşte tam da babaannemin anlatmak istediği buydu sanırım, "Eski günler bir başkaydı "sözüyle…
O günlerde evin erkekleri sabah namazını kılar, tarhana çorbasını içer, arkasından “Ağzımız tatlansın” diyerek kendi bağlarının üzümlerinden kaynattıkları pekmezi içer ve “Hayırlı, bereketli günler olsun!” diyen eşinin kapıdan uğurlamasıyla güne başlardı.
      Büyüklerimiz yol boyunca karşılaştığı komşularıyla selamlaşır, sohbet ederek iş yerine gelir,  dualarla dükkânlarını açarlardı. Zengini, fakiri belli olan, birbiriyle paylaşmayı bilen, "komşusu açken tok yatan bizden değildir!” sözünün hakkının verildiği o yıllar. Komşu, hısım, akrabaların bayramlarda o küçücük odalara sığdırılabildiği, gönlü güzel insanların dönemleri… Bir sevgi yumağı timsali, yer sofrasında kaşıklanan yemeklerin, birbirlerine halini hatırını sormaların, derde ortak olmaların yılları… Güzel insanların kucakladığı dönemler…
    “Bayramlar ayrı güzeldi” diyerek devam ederdi babaannem. Bayrama 10 gün kala komşular birleşir sırayla birbirimize yardım ederek baklavalarımızı, oturtmalarımızı yapardık. Oturtma tatlısı bizim “bayram öncesi tadına bakıverelim tatlısı” idi. 
     Bayram namazından sonra evin babası namaz dönüşü mutlaka baklavanın tadına tepside bakardı. İlk tadım merasiminden geçen baklavayı sonrasında kahvaltıda hep birlikte yerdik. Bayram kahvaltısı da şimdikiler gibi değildi: Pirinç çorbası, et kavurması, pilav. Arkasından misafirlerle içilen, odadaki ocağa sürülerek cezvede ağır ağır pişen kahve. “Tadına doyum olmazdı” diyen babaannem adeta "Bir kahvenin kırk yıl hatırı var "cümlesini doğrulardı…
     Öpülen eller, çocuklara verilen harçlıklar ve üzerimizde yeni diktirdiğimiz "bir yakalık" dediğimiz yeni elbiseler ve kunduralar. “Ev halkı yeni bayramlıklarını giyerek bayramı karşılardı“ diye anlatırdı babaannem. Hatta bazen çocukların yeni kıyafetlerini giydiğini, babaannemlerin de onları "O bir yakalık" (yani bir önemli yere giderken giyilecek anlamında), "Bayram değil seyran değil yine bayramlıklarını giymişsin." şeklinde uyardığından bahsederdi.
     Tutumlu olmak günün her saatinde geçerliymiş o zamanlar. Zamanı boşa geçirmek ise kesinlikle hoş karşılanmazmış. Bazı laflar da sakınılmazmış: "Ne böyle boş boş yatıyorsun bostan gibi!", "Erken kalkan işine, geç kalkan düşüne!" 
“Aşağı Gördes'te bayramlarda sinemaya gidilirdi”, “Filmleri seyretmek, seyredemeyenlere anlatmak da öyle güzeldi ki” diye anımsadı babaannem.
Kurban Bayramı, Ramazan Bayramı arefesinde mutlaka kabirler ziyaret edilirdi o günlerde.      Şehir içindeki mezarlıklar ziyaret edenlerle dolup taşardı. Adeta arefe günü, ölmüşlerin bayramı gibi olurdu. Çoluk çocuk dualar edilerek rahmetlilere ait yaşanmışlıklardan bahsedilirdi. Bizler görmediğimiz aile büyüklerini özlem duygularının yoğun olduğu o günlerde daha da iyi tanırdık.
     Saygı, sevgi, vefa, dostluk, dayanışma... En güzeli de “Arkanda biz varız!” diyen güzel insanların oluşu. Böyle olunca insanın sırtı yere gelmez denir ya! İşte tam da öyle…
“Bayramlar küs olanların barışmalarına fırsat veren güzel günlerdi” diyen babaannem: “Efendi Babanız da Gördes'in tanınmış, sözü sohbeti sayılır kişilerindendi” diye eklerdi. Dedemi zikrettikten sonra, “Hacı Büke, Hacı Nuri Çolak gibileri, bayram öncesi küs olan tarafları konuşturur, onları evlerine davet eder, barıştırırlardı” 
Babaannemin konuşmalarında, o bizim dedemiz de olsa bahsederken hep “Efendi babamız”dı.
     O güzel insanlar bizlere ders niteliğinde ne güzel adetler ve gelenekler bırakmışlar. Bu yaşananlarda özümüze iyi gelen tüm güzel davranışlar sergilenmekte bence. Babaannemin anlattıkları bizlere sunulan "yaşamı, yaşanılır kılan" bir rehber el kitapçığı sanki!
Şeker tadında, hepinize hayırlı bayramlar diliyorum...
     (Bizlere  yaşanmış güzel günleri anımsatan...
Babaannem Pakize Zeybek ve Dedem Halil Zeybek ve tüm Aşağı Gördesli güzel insanları saygı ve rahmetle anıyorum...)