Kaplıca Günleri

Gülruh DEMİREL gulruhdemirel123@gmail.com

Çocukluğumuzda bize  büyük bir eğlence, büyüklerimize ise şifa olan kaplıcalar... Tarlalardan dönülünce bütün yaz boyu verilen vaatlerin zamanı gelmiştir artık... Fuara ve kaplıcaları ailece gitme zamanı: “Haydi davranın, tütünler yanıyor, uyumak yok!”  diyen evin erkeğinin vaadi... Tüm ailenin gecesi ve gündüzü belli olmayan, sıcağın kavurduğu, ellerinde tütün saksaklarıyla uyumadan kırılan tütün tarlalarında çalışmalarının ödülü... Tüm bu işleri yaparken hayallerini süsleyen İzmir fuarı ve kaplıca günleri...
Kaplıca günlerini yaşayan biri olarak sizlere anlatacağım güzel geçirilen bir haftalık yaşam dilimi. Günler öncesinden hazırlanan balyalar (eşyaların kilimle sarılması). Otobüsle gidilen yolculuğun varış yeri. Çamur, Kurşunlu veya Borlu kaplıcaları. Balyalardaki yatak, yorgan ve giysiler. Ayrıca tüp ve mutfak malzemeleri. En önemlisi de havlular. Hünerli elleriyle annelerimizin yaptığı tarhanalar,  erişteler anne kurabiyeleri... Tüm bu hazırlıklar o yıllarda bizleri mutlu eden yaşamımıza renk katan güzel şeylerdi. Tüm yorgunluklarına rağmen şifalı sularda ağrılarının dinmesini uman o güzel insanlar.
Şelaleyi ilk kez çamurlu kaplıcalarında gördüm. Yukarıdan akan suyun  güzelliği ve suya atlayan  delikanlıların yüzüşü adeta bir film sahnesini andırırdı. Orada tanıştığımız arkadaşlar... Kaplıca meydanında kurulan tezgâhlardaki topraktan yapılmış küçük sürahilerin düdük gibi ötüşü... Oyuncak bebekler, havlu, mendil ve güveç, Salihli'de yapılan güveçler... Anneannemin tüm bunlardan bizlere ve komşulara aldığı hediyeler...
Çamur kaplıcaları, isminden de anlaşıldığı üzere ancak benim o yaşta anlayamadığım  şifalı çamuruyla meşhurdu. Kaplıca evlerinin ortasında büyük bir çamur havuzu vardı. Çocuk ruhumla anlamlandıramadığım bir görüntüye sahip çamur dolu havuza elbiseleriyle giren insanlar ve  elleriyle tüm vücutlarını ve yüzlerini çamura bulaması… Bu manzara hem ürkütücü hem de şaşırtıcıydı benim için. Çamurla oynayan büyüklere niçin izin veriliyordu? Biz çocuklar, o yıllarda çamurla oynadığımızda “Üstünüzü başınızı kirletmeyin!” diye azarlanırdık. Ama şimdi büyük insanlar havuzda  birbirlerine çamur sürerek  kahkahalar atarak  oynuyorlardı. Biz çocuklar da büyükleri seyrediyor, içimizden büyük olabilmeyi ve havuza girip oynamayı geçiriyorduk. Adeta yer değiştirmiştik.
Bu güzel anılara ilkokul yıllarımda anneannem ve dedemle başlayıp sonraki yıllarda annem ve kardeşlerimle ailece devam ettik. Neşe içinde geçen kaplıca günleri... Dönüşte anlatılacak öyle güzel anılarımız olurdu ki. Şelalenin yanında yaptığımız piknik,  fındık sepetine yerleştirilen tüp ve çaydanlık malzemeleri, annemin yaptığı kurabiyeler, bir kilometre mesafedeki şelaleye yürüyüşümüz, yere serilen, eşyalarımızı sardığımız   kilimler... Anılarımızda kalan o güzel piknikler…
Kaplıcaların yukarı kısmında ise havuzlu bir çay bahçesi vardı. Her akşamüstü ailece ulu çınar ağaçlarının gölgesinde havuzdan havuza akan suların şırıltılarıyla içtiğimiz o güzel demli çaylar... Yukarıdan  baktığımızda ağaçların arasında dizilmiş sıra sıra evler... Önlerinde hiç eksik olmayan, ipi asılmış havlular... O kadar çok havluyu ilk kez bu şekilde bir arada görüyordum. Birbirlerine ağrıyan yerlerini anlatan, “geçen kışı iyi geçirdim yine geldim” diyen eli bastonlu büyükler, etrafı heyecanla izleyen biz çocuklar, akarsuyun güzelliği... Yamaçlardaki ağaçların suya akseden görüntüleri... Su ve kuş seslerinin oluşturduğu armoni şu an bile zihnimden silinmeyen bir görüntü. Kesilmiş kuzuların çarşıda demir çubuklara asılmış görüntüleri... Dedemin aldığı kuzu etini, adeta bekleyen  fırıncının güvece yerleştirip “Abi! Saat 5’te hazır olur!” sözleri... Birlikte hizmet veren kasap ve fırıncı…
Akşama kaplıca evlerinde yere serdiğimiz sofra bezinin üstünde  hepimizin birlikte yediği kuzu güveç nefis bir tattı. Kaldığımız kaplıca odasında ise bir yanda yataklar, ortada serili bir kilim... İç odada mutfak tezgâhı, lavabo ve tabi ki küvet. İşte bu küvet bizim oyun havuzumuzdu. En eğlenceli bölüm burasıydı: Kaplıca evleri. Banyolu odaları, oteli ve tek odalar şeklinde küçük bir yerleşim yeriydi. Tek odalar şifa mı ayrı bir zorluk mu bilemiyorum. Şu anki düşüncelerimle tepedeki tek odalı birbirine bitişik evler. Ortak kullanılan mutfak ve tuvalet.
Yokuştan aşağıya inilerek kadınlar ve erkekler için  ayrı ayrı oluşturulan ortak havuz. Kalabalık  havuzda şifalanmak için  geçirilen saatler kaplıca günlerinin unutulmazları. Minibüsle gittiğimiz Birgi ve Bozdağ. Birgi Dede denilen zatın, kabrini ziyaret edip dua etmek. Bozdağ'da kış aylarından  kuyularda bekletilen karla pekmezi karıştırıp satılan karlı  pekmez yemek, köpük helvasını almak öyle güzeldi ki... En çok sarp yamaçlarda ilerleyen minibüsten seyrettiğim kestane ağaçları ve diğer ulu ağaçlar... Aşağılara dökülen coşkulu sular... Yolda durulur, Kırkoluk çeşmesinden şifa niyetine denilerek birer yudum  içtiğimiz sular... Bir güne sığdırılan güzelliklerle, kaplıcaları dönüş... Tekrar eşyaların balyalanması ve eve dönüşün başlaması...
Çamur kaplıcalarından minibüsle Salihli'ye gelişimiz... Minibüsün üstündeki eşyalarımızın biz Gördes'lileri bekleyen otobüse aktarımı... Üst üste bindiğimiz otobüs... Bileti önceden alma imkânı olmadığı için geride kalan aileler... Ertesi güne kadar orada bekleyen çoluk çocuklar...
Ama yine de yüzlerindeki mutluluğu gördüğüm insanlardı onlar. Zor şartlarda bile kaplıca ‘şifalanma’ ve ‘gezi’ demekti. Evin erkeğinin sözünü yerine getirmenin huzuruyla bizlerin de  yüzlerimizdeki  gülümsemeyle, anlatacağı  anılarıyla, eşyalarıyla Gördes'e ulaşmıştık artık. Küçük şeylerin mutlu ettiği güzel günlerdi. O güzel günleri yaşamamı sağlayan aile büyüklerime Allah’tan rahmet diliyorum. İçimde ki sevgi ve özlemimle anılarımda yaşamaktalar...