Toplumda erkekliğin algılanışı tarih boyunca büyük değişimlere uğradı. Bir dönem, erkek denildiğinde akla sadece kuvvet, direnç ve duygusuzluk gelirken, günümüzde erkeklerin duygusal kırılganlığı da daha görünür hâle geldi. Peki, bu değişim erkekliği zayıflatıyor mu, yoksa onu daha insani bir noktaya mı taşıyor?
Geçmişte erkekler, toplumsal rollerinin doğrudan bedensel güçle ilişkili olduğu bir dünyada yaşıyorlardı. Savaş, tarım ve ağır işlerde çalışmak zorunda kalmak, onların kas yapısını ve anatomisini doğal olarak şekillendiriyordu. Erkek bedeni, doğrudan hayatta kalma ve aileyi koruma işleviyle anılırken, kıyafetler de bu rolü destekliyordu: zırhlar, kalın kumaşlar ve işlevsel giysiler ön plandaydı.
Modern dünyada ise tablo değişti. Fiziksel gücün yerini zihinsel ve teknolojik beceriler almaya başladı. Spor salonlarında belirli kas gruplarına odaklanarak “ideal erkek vücudu” yaratılmaya çalışılıyor. Kıyafetlerde ise işlevsellikten çok imaj ön plana çıkıyor. Takım elbiseler, markalı gömlekler ya da sokak modasının özgür kıyafetleri artık erkekliğin sembolleri arasında. Yani bedenden çok görünüş, işlevden çok imaj öne çıkıyor.
Türkiye’de yapılan toplumsal cinsiyet araştırmaları da bu dönüşümü yansıtıyor. Sosyologların bulgularına göre erkeklik, sadece güç ve otoriteyle değil; aynı zamanda duygularını ifade edebilme, sorumluluk alabilme ve şefkat gösterebilme yetileriyle de tanımlanıyor. Özellikle genç kuşaklarda, erkekliğin kalıpları kırılıyor ve daha esnek bir kimlik inşa ediliyor.
Sonuç olarak, erkekliğin yalnızca kuvvetle tanımlanmadığı, duyguların ve kırılganlıkların da erkek olmanın doğal bir parçası sayıldığı bir dönemdeyiz. Belki de güç sandığımız şey, aslında bir zayıflık; zayıflık sandığımız şey ise insan olmanın en güçlü yanıdır.
YORUMLAR