Basri GÜLER

Basri GÜLER

basriguler58@yaani.com

Yangınların Gölgesinde Bir Umut Ali

25 Temmuz 2025 - 15:03 - Güncelleme: 25 Temmuz 2025 - 15:03

23 Temmuz 2025'in boğucu sıcağı, Akhisar'a doğru ilerlerken, Basri Öğretmen'in içini karartan tek şey hava değildi. Gördes'ten yola çıktığında, yol boyunca uzanan kara siluetler, adeta dünyanın akciğerleri sökülmüş gibi bir manzaraydı. Bir zamanlar yemyeşil olan çam ormanları, dallarında kuş cıvıltıları taşıyan gür ceviz ağaçları, şimdi alevlerin hışmına uğramış, isli bir kabusa dönüşmüştü. Her bir kararmış gövde, sanki toprağın hıçkırığıydı, sessizce inleyen bir ağıt. Basri Hoca, bu manzara karşısında pencereyi kapatma ihtiyacı hissetti, sanki dumanın kokusu ciğerlerine doluyormuş gibi. "Bu yangın insan eliyle çıktıysa," diye mırıldandı, sesi kendi kulağına bile yabancı geldi, "kim öder bu günahın bedelini?" Bu düşünce, içini bir kez daha yaktı.
Akhisar'daki dört katlı binasına vardığında, içindeki sıkıntı daha da büyüdü. Kapıdan içeri adımını attığında, loşluk ve kasvet karşıladı onu. Merdiven aydınlatma lambasının düğmesi içeri kaçmış, koskoca bina adeta karanlık bir kuyuya dönmüştü. O küçücük arıza, yangının yarattığı ruh halinin üzerine eklenerek, tam bir çaresizlik hissi yaratıyordu. Akşam yemeği sonrası eşi, endişeli bir sesle, "Basri, şu merdivenleri bir an önce halledelim, düşeceğiz birimiz karanlıkta," diye homurdandı. Basri Hoca, eline telefonunu aldı ve o "elektrikçi arayışı" denilen cehennem başlıyordu.
İlk aradığı numara, mahallede bilinen, sözüm ona "işinin ehli" bir ustaya aitti. Telefon uzun uzun çaldı, umutla bekledi, sonra meşgule düştü. Kalbinde bir burukluk hissetti. İkinci denemede açıldı. "Alo, iyi akşamlar usta, Basri ben, bizim merdiven aydınlatma düğmesi içine kaçmış, bakabilir misiniz?" Karşıdan buz gibi, mekanik bir ses geldi: "Abi, o kadar küçük bir iş için gelemem şimdi, yola değmez. Başka bir iş varsa haberleşelim." Telefon suratına, bekleyişin acısı gibi kapanmıştı.
Basri Hoca'nın şaşkınlığı, giderek öfkeye ve derin bir hayal kırıklığına dönüştü. Denemeye devam etti. Üçüncü, dördüncü, beşinci... Her biri farklı bahanelerle geri çeviriyordu. Kimi "Şehir dışındayım," diyor, sesi sanki çok uzaklardan geliyordu, kimi "Yarın bakarım," deyip telefonu açar açmaz kapatıyordu. En sık duyduğu cümle ise aynıydı: "Bir elektrik düğmesi için değmez." Sanki insanların küçük sorunları, bu ustaların değerli zamanlarını değersizleştiriyordu. Saatler geçiyor, evin içindeki karanlık daha da koyulaşıyordu. aile bireyleri de  bile merdivenlerden inerken fısıldayarak "Baba, korkuyoruz, düşecek gibi oluyoruz merdivenlerden." diyordu. O an, o küçücük düğmenin, evin içindeki huzuru ve masumiyetin nasıl da altüst ettiğini hissetti. Bekleyiş, bir işkenceye dönüşmüştü; her geçen dakika, duvarlar daha da daralıyormuş gibi hissettiriyordu. Acaba kendisi de o günlerdir ustalardan ses çıkmayan çaresiz insanların arasına mı katılacaktı?
Umutsuzluğa kapılmak üzereyken, "Pes etmek yok," dedi kendine, sesli bir şekilde, sanki kendi kendini motive ediyordu. "Bir yolunu bulmalıyım." Ertesi sabah, erken saatte, umutsuz ama kararlı bir şekilde sokağa çıktı. Adımları yavaştı, sanki bacaklarına kurşun bağlanmış gibi ağır. Caddenin ilerisinde, köhne, vitrini paslanmış, tabelası okunmaz hale gelmiş küçük bir dükkan gördü. Vitrinde soluk bir "Elektrikçi" yazısı vardı, ama neredeyse silinmişti, sanki unutulmuş bir geçmişin kalıntısı gibi. İçeriden loş, sıcak sarı bir ışık sızıyordu, bir umut feneri gibi.
Kapıyı ittiğinde, içeride eski, yıpranmış bir mindere çökmüş, elinde tesbih, yüzünde derin çizgiler olan yaşlıca bir adam gördü. Adamın duruşunda, yorgunluğun ve tecrübenin harmanlandığı, sakin bir bilgelik vardı. Bir an duraksadı, içeri girip girmemek arasında tereddüt etti. Sonra bir nefes aldı ve kararlılıkla içeri girdi. "Selamün aleyküm," dedi Basri Hoca, sesi kendinden emin olmasa da. Adam başını yavaşça kaldırdı. Gözlerinde, dünyanın tüm yükünü görmüş gibi bir derinlik vardı, ama aynı zamanda sıcak, insancıl bir parıltı taşıyordu. "Aleyküm selam," diye karşılık verdi, sesi çatallıydı, yılların ve tecrübelerin sesiydi adeta. Basri Hoca, tüm hikayesini anlattı. Yangının acısından, düğme arızasına, ve diğer ustaların onu nasıl kapı dışarı ettiğine kadar her şeyi, içindeki tüm kırgınlığı dökerek. Yaşlı adam, dinlerken sadece başını sallıyordu, anlayışla, sözünü kesmiyordu. Basri Hoca, hikayenin sonunda neredeyse fısıltıyla sordu: "Usta, rica etsem bize gelip şu düğmeye bakabilir misiniz? Kimse gelmek istemiyor..."
Yaşlı usta, yavaşça doğruldu, sanki kemikleri gıcırdıyordu. Yüzünde tatlı, içten bir tebessüm belirdi. "Ne demek, hemen gidelim!" Bu sözler, Basri Hoca'nın tüm ümitsizliğini alıp götürdü, yerine şefkatle dolu bir sıcaklık bıraktı. Şaşkınlıkla baktı. "Adın ne senin evladım?" diye sordu usta, sesi babacan bir tondaydı. "Basri," dedi. "Ne iş yapıyordun?" "Öğretmendim, emekli oldum," diye cevap verdi. Usta'nın yüzündeki tebessüm genişledi. "Basri Hocam," dedi, sesi şefkat doluydu, "Benim de halim yok aslında, yaşlandık. Dizlerim ağrır, ellerim titrer bazen. Ama senin gibi küçük işleri olan insanlara şimdiki ustalar adım atmıyor, gelmiyorlar. Gözlerinin içine baktım hep, o çaresizliği görüyorum ben. Onların halini düşünüyorum. Hem de aşırı para alıyorlar, dinlemiyorlar." Ustanın sözleri, Basri Hoca'nın kalbine dokundu.
Usta, dükkanın kepengini yavaşça indirirken bile sohbetine devam etti. "Evde otura otura paslandık be Basri Hocam," dedi, sesi hafifçe titriyordu, sanki içindeki yorgunluk dışına taşıyordu. "Hanım da sabah 'Bugün de mi oturacaksın akşama kadar?' diye söylendi. Eh, kalktık geldik işte, ne yapalım?" Usta gülümsedi, yüzündeki derin çizgiler her bir cümlesiyle daha da belirginleşiyordu, yaşanmışlıkların haritası gibiydi.
Yol boyunca, ustalık hayatından onlarca hikaye anlattı, her bir cümle duygusal bir resim çiziyordu. Her biri, sadece bir tamirat öyküsü değil, aynı zamanda insanların çaresiz bekleyişlerinin, küçük umutlarının ve yardım eli bekleyen ruhlarının derinliklerine bir yolculuktu.
"Biliyor musun," diye başladı bir tanesine, sesi alçaldı, "geçen hafta bir kadının bulaşık makinesi bozulmuş. Çağırdım ustayı, geldi baktı, 'Ana kartı yanmış abla, değişmesi lazım,' dedi. Kadıncağızın rengi attı, gözleri doldu, sanki dünyası başına yıkılmıştı. 'O kadar param yok ki şimdi,' dedi, sesi titreyerek. Ne yapsın, garibim. Aldım elime tornavidayı, baktım kendi çapımda. Meğer bir kablo gevşemiş sadece. Tutturdum, çalıştı makine. Kadın öyle bir sevindi ki, yüzündeki keder bir anda silindi, yerini saf bir neşeye bıraktı, sanki milli piyango çıkmış gibi." Ustanın gözleri parladı, anlattığı hikayeyle gurur duyduğu belliydi. "İşte böyle ufak tefek şeyler de çoktur piyasada. Adamlar üşeniyor, uğraşmak istemiyor, kolay yoldan para kazanmaya bakıyorlar. Ama bir insanın derdine derman olmak, o yüzündeki minneti görmek, parayla ölçülmez Hocam."
Bir diğerinde, yaşlı bir amcanın sigorta kutusu arızasını anlattı, sesi biraz daha hüzünlüydü. "Geçen ay bir eve gittim, yaşlı bir amca oturuyor tek başına. Elektrik sigortası atmış, karanlıkta kalmış, titriyordu soğuktan değil, korkudan. Zorla açtı kapıyı, gözleri de iyi görmüyor. 'Oğlum,' dedi, eli titreyerek omzuma dokundu, 'ben şimdi nasıl bulacağım bu sigortayı, dizlerim de tutmuyor.' Gelmişim oraya kadar, bırakır mıyım hiç? Baktım etrafa, buldum sigorta kutusunu. Açtım, baktım ki bir tanesi atmış. Kaldırdım, ışıklar yandı. Amca öyle bir dua etti ki bana, gözlerinden yaşlar süzülüyordu, değdi bütün yorgunluğuma. Sadece ışığı değil, ruhunu da aydınlattım o an." Usta için her tamirat, sadece bir mekanik müdahale değil, aynı zamanda bir insanın hayatına yapılan şefkatli bir dokunuştu. Her düğme, her kablo, her ampul, bir evin, bir ailenin, bir insanın hikayesiydi.
Eve vardığımızda, usta hiç vakit kaybetmeden merdiven aydınlatma düğmesine yöneldi. Cebinden küçük, yıpranmış ama güven veren bir tornavida çıkardı. Usta elleri, yılların tecrübesiyle çevik ve kararlı bir şekilde çalışmaya başladı, her hareketi bir ustalık örneğiydi. "Şu düğmeler de ne nazlıdır arkadaş," diye mırıldandı, sesi adeta düğmeyle konuşuyordu. "Bazen kendiliğinden girer içine, bazen de zorlarsın girmez. İnsan da böyle işte. Bazen açılır, bazen kapanır, bazen de içinde bir şey kırılır ve toparlayamazsın kendini." Bir yandan anlatıyor, bir yandan da düğmeyle uğraşıyordu. Parmağını içeri kaçmış olan düğmeye uzattı, nazikçe oynadı. "Bu düğmelerin arkasında bir tırnak olur," diye açıkladı, "Bazen o tırnak kırılır, bazen de yerinden çıkar. Bu da yerinden çıkmış anlaşılan."
Kısa bir uğraşın ardından, "Hah! Yakaladım seni yaramaz," diye neşeyle seslendi, sanki bir çocuğu yakalamış gibiydi. Bir klik sesi duyuldu ve düğme sihirli bir şekilde yerli yerine oturdu. Basri Hoca, lambayı yaktı. Merdivenler aydınlandı, evin içindeki karanlık dağıldı. Sadece fiziksel bir karanlık değil, Basri Hoca'nın yangınla başlayan ruhundaki sıkıntı da aydınlanmış, içine bir huzur yayılmıştı. "İşte bu kadar," dedi usta, ellerini kirli bezle silerek. Yüzündeki yorgunluk, şimdi içten, huzurlu bir tebessüme dönüşmüştü. "Küçük bir iş gibi görünse de, karanlıkta kalan insana dünyalar kadar gelir, Hocam. Bir ışık, bazen tüm umudunu geri getirir."
Usta ayrılırken, Basri Hoca'nın omzuna şefkatle dokundu. "Bak Basri Hocam," dedi, gözlerinin içine bakarak, sözleri kalbine kazınıyordu. "Hayatta bazen en küçük şeyler bile en büyük sorun olabilir. Ama önemli olan, o küçük sorunu çözmek için elini uzatan, yüreğini koyan birinin olması." Arkasını döndü, ağır ama emin adımlarla kapıdan çıktı. Basri Hoca, kapıda durdu, ustanın giden siluetine baktı. O an, sadece bir elektrik düğmesinin tamir edilmediğini anladı. O yaşlı usta, yangının iç karartan gölgesine inat, insanlığın, vicdanın ve yardımseverliğin ne kadar paha biçilmez olduğunu bir kez daha hatırlatmıştı ona. O gün, bir elektrikçiyle değil, hayatın inceliklerini anlayan, insan ruhuna dokunan bilge bir karakterle tanışmıştı. Ve biliyordu ki, o küçük dükkanda yanan ışık, sadece bir ampulün ışığı değil, insanlığın bitmek bilmeyen umudunun ta kendisiydi.

Bu yazı 212 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum