Basri GÜLER

Basri GÜLER

basriguler58@yaani.com

Kar Altında Kardelen Çiçekleri

24 Temmuz 2025 - 18:38 - Güncelleme: 24 Temmuz 2025 - 18:38

1982 sonbaharıydı... Mersin'in yakıcı sıcağını geride bırakıp, ruhumu serinletecek, bambaşka bir iklime doğru yola çıktım. Hedefim, Bingöl'ün sarp, etekleri yemyeşil çam ağaçlarıyla kaplı, zirveleri karla örtülü dağlarıydı. Genç ilçesinin Yeniçevre köyünde, bembeyaz örtünün altında gizlenmiş, zorlu kış şartlarına rağmen filizlenmeye çalışan minik yüreklere, yani çocuklara bir ışık olmaktı görevim. İlçeden köye giden tek araç olan emektar Bayram'ın minibüsü, kıvrım kıvrım, yer yer uçurum kenarlarından geçen virajlı yollarda yavaşça ilerlerken, motorunun homurtusuna karışan köylülerin fısıltıları, bana geçmişin sıcak hikayelerini taşıyordu. Her bir viraj, ardında yeni bir nefes kesen manzara bırakırken, içimde hem bir merak hem de hafif bir ürperti büyüyordu.
Köye vardığımda, etrafımı saran bembeyaz sessizliğin ortasında, okulun hemen yanı başındaki kerpiç evin kapısı açıldı. Karşımda, yüzünde sıcak bir tebessümle duran Emin Köse vardı. Sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi, o an içime dolan yabancılık hissini bir anda söküp attı. Teneffüs zilleri çaldığında, elinde dumanı tüten sıcacık çayı ve dudaklarında koyu sohbetlerle gelirdi yanıma Emin. O çayın buğusu, içtiğim her yudumla birlikte yalnızlığımı dağıtır, sohbeti ise soğuk odamı ısıtan bir soba gibi olurdu. Okul müdürü Ahmet Kavran ile kurduğumuz dostluk ise, karların erimesiyle değil, yılların geçişiyle bile kök saldı, derinleşti. Hala mektuplaşıyor, o günlerin anılarını paylaşıyoruz.
Yeniçevre, kışın tam anlamıyla bir masal diyarına dönüşüyordu. Her yer, göz alabildiğine uzanan, pırıl pırıl parlayan bembeyaz bir örtüyle kaplanırdı. Sanki gökyüzünden dökülen pamuklar, dağları, evleri, her şeyi nazikçe sarıp sarmalamıştı. Aylarca, haftalarca ilçeyle olan tüm bağlantılarımız kesilirdi. O zamanlarda köy halkı, o koca yürekli insanlar, odunundan yiyeceğine, ekmeğinden suyuna kadar her türlü yardımı tereddütsüz yapardı. İlk günlerimi, toprak damlı, mütevazı bir yaşamın tüm sıcaklığını barındıran Mustafa Koşan'ın evinde geçirdim. Ardından, misafirperverliğiyle gönlümü fetheden Yusuf Koşan'ın evine taşındım. Yusuf Amca'nın misafir odası, adeta köyün kalbi gibiydi. Geceleri, çıtırdayan odun sobasının yanında, o köyün bilge yaşlılarıyla yapılan sohbetler, birer sıcak battaniye gibi sarar, içimi ısıtırdı. Her bir kelime, karın uğultusuna inat, geçmişten gelen bir bilgelik fısıldıyordu.
Köyde hâkim dil Zazacaydı, ancak bu dil bariyeri Mehmet Koşan ve eşi sayesinde ortadan kalkmıştı. Onlar, yıllar önce Adana'nın sıcak topraklarında geçirdikleri zaman sayesinde akıcı bir Türkçe konuşuyorlardı. Onların evine yapılan ziyaretler, sadece dil bariyerini aşmakla kalmaz, aynı zamanda damakları şenlendiren dut pestilinin tatlılığı ve cevizlerin kıtır sesiyle şenlenirdi. Her bir ziyaret, samimiyetle demlenmiş bir çay ve kahkahalarla dolu olurdu. Köyün ana geçim kaynağı olan keçi ve sığır sürüleri, dağların eteklerindeki uykulu otlaklarda nazlı nazlı otlarken, köyün ekonomisine can veriyordu.
Kardelenler ve Umut Dolu Gözler
Yeniçevre'nin çocukları... Onlar, karlı dağların en soğuk yerlerinde, bembeyaz örtüyü delip açan, direnişin ve umudun simgesi kardelenler gibiydiler. Soğuk ve zorlu kış şartlarına rağmen, her birinin içinde asla sönmeyen, pırıl pırıl bir umut ışığı taşıyorlardı. Sabahın ayazında, buz kesen havada, yanakları kıpkırmızı kesmiş, elleri soğuktan donmuş halde okula gelirlerdi. Ama o küçücük bedenlerindeki bitmek bilmeyen merak ve öğrenme isteği, gözlerindeki o ışıltı, sınıfın soğuk havasını bile ısıtmaya yeterdi.
Her biri, geleceğe dair büyük hayaller kuran, pırıl pırıl zihinlere sahipti. Kimisi doktor olup köyüne şifa dağıtmak, kimisi öğretmen olup yeni kardelenler yetiştirmek, kimisi de mühendis olup o sarp dağlara yol açmak istiyordu. Onların bu masum, kirlenmemiş hayalleri, benim için en büyük motivasyon kaynağıydı. Onlara bilgi aktarırken, sadece dersin müfredatını anlatmıyor, aynı zamanda zihinlerine geleceğe dair umut tohumları ekiyordum. Her bir soruya verdikleri şaşırtıcı cevaplar, zekalarıyla beni hayran bırakmaları, onlarla geçirdiğim her anı daha da değerli kılıyordu.
Elbette, derslerdeki zekaları kadar, teneffüslerdeki yaramazlıkları da eksik olmazdı! Karlı zeminde kayıp düşmeleri, kahkahalarla birbirlerine kartopu atmaları, okulun bahçesini neşeli çığlıklarıyla inletmeleri, köyün o derin sessizliğine tatlı bir neşe katıyordu. Onların bitmek bilmeyen bu enerjisi, bana kendi gençliğimi hatırlatır, içimi kıpır kıpır yapardı. Soğuk havada bile yüzlerinde açan gülücükler, içimde tarifsiz bir sıcaklık yaratıyordu.
Kışın karın yağmasıyla okulun tamamen kar altında kaldığı zamanlarda, okula ulaşmak gerçek bir mücadeleydi. Kar yığınları kapıları, pencereleri kapatır, sanki okul, bembeyaz bir dağın içine gizlenirdi. Ama bu çocuklar, karın içinde adeta birer karınca gibi, minicik elleriyle açtıkları tünellerden geçerek, yılmadan okula gelirlerdi. Onların bu azmi, bu kararlılığı, bana hayatta hiçbir zorluğun aşılamayacağını öğretti. O küçük adımlar, devasa engelleri nasıl aşacaklarını fısıldıyordu.
Okul çıkışlarında, bembeyaz patikalardan evlerine dönerken, dağların yankılanan eteklerinde onların neşeli sesleri, köyün sessizliğini büyülü bir şekilde bozuyordu. O melodik sesler, bana yalnız olmadığımı hissettirir, içimi tarifsiz bir sıcaklıkla dolduruyordu. Sanki o küçük sesler, karlı dağların ruhuna işleyip, her yere yayılan bir melodiye dönüşüyordu.
Yalnızlık Köprüsünden Aidiyet Duygusuna
Yeniçevre'ye geldiğimde, içimde hem büyük bir heyecan hem de tarif edilemez bir yalnızlık vardı. Mersin'in kalabalık sokaklarından, tanıdık yüzlerden, arkadaşlarımın sıcak sohbetlerinden sonra, bu karlı dağların arasındaki sessiz köy, başlangıçta bana çok yabancı gelmişti. Toprak damlı evimde, gaz lambasının loş ışığında, defterime yazdığım her kelime, içimde biriken duyguların dışavurumuydu. Bazen bir hasret türküsü mırıldanırdım kendime, bazen de ailemi ve geride bıraktığım hayatımı düşünürdüm. Uzaklık, zaman zaman bir dağ gibi büyürdü gözümde.
Ancak bu yalnızlık, zamanla dönüştü. Özellikle Emin'in getirdiği sıcacık çay ve koyu sohbetler, Yusuf Amca'nın odasındaki bilgelerle yapılan sohbetler ve en önemlisi de çocukların saf kalpleri, bu yalnızlığı bir nebze olsun hafifletti. Onların okula gelişlerindeki o coşku, teneffüslerdeki enerjileri, dersteki o meraklı gözleri, içimdeki tüm boşlukları dolduruyordu. Onlarla kurduğum her bağ, adeta bir köprü inşa ediyordu; bir ucu benim iç dünyamda, diğer ucu ise bu köyün ve çocuklarının geleceğindeydi.
Öğretmenlik, burada sadece bir meslek değil, aynı zamanda bir varoluş biçimiydi. Her sabah, karlar içinde okula yürürken, ayaklarımın çıkardığı gıcırtı sesleri, içimdeki umut ateşini harlıyordu. Onlara öğreteceğim her bilgi, onların zihinlerinde açacağım her yeni kapı, benim için bir anlam kazanıyordu. Onların gözlerindeki o parıltı, en zorlu kış şartlarında bile bana güç veriyordu. Bazen dersin ortasında, bir çocuğun aklına gelen zekice bir soruyla şaşırır, içimden "İşte bu! İşte bu çocuklarda bir ışık var!" derdim. Onlar, benim için sadece öğrenci değil, aynı zamanda ilham kaynağıydı.
Köyün imkânsızlıkları, bazen beni derin düşüncelere sevk ederdi. Elektriksiz gecelerde, gaz lambasının titrek ışığında, ellerim üşürdü. Ancak bu zorluklar, pes etmeme neden olmadı, aksine beni daha da güçlendirdi. Bu çocukların öğrenme aşkı, onların daha iyi bir geleceğe duydukları inanç, benim en büyük destekçimdi. Onların her bir gülücüğü, karların arasında açan bir kardelen çiçeği gibiydi; soğuğa meydan okuyan, umudu simgeleyen. İç dünyamda yaşanan bu dönüşüm, beni sadece bir öğretmen olmaktan çıkarıp, aynı zamanda bu köyün bir parçası haline getirdi. Yalnızlık, yerini aidiyet duygusuna bırakmıştı. Her bir köylü, her bir çocuk, benim için bir aile ferdi gibi olmuştu. Geceleri, radyonun cızırtılı sesinden yükselen gurbet türküleri bile artık o kadar hüzünlü gelmiyordu. Çünkü biliyordum ki, bu dağların ardında, kar altında büyük bir umut yeşeriyordu ve ben, o umudun küçük bir parçasıydım.
Köyün Sesleri ve Zamansız Bağlar
Yeniçevre'deki hayat, Mersin'in gürültülü caddelerinden sonra kulağıma çalınan bir senfoni gibiydi; ama bu senfoni, alışık olduğum melodilerden çok farklıydı. Sabahları horozların keskin çağrısıyla uyanırdım, ardından uzaklardan gelen çoban köpeklerinin ulumaları, dağların uyanışını müjdelerdi. Köyün her köşesinden yavaşça yükselen dumanlar, sobaların yandığını, yeni bir günün başladığını haber verirdi. Kuş cıvıltıları, kar örtüsünün donuk sessizliğini kırmakta zorlansa da, yine de bir yaşam belirtisiydi. En yoğun ses, çocukların okula giderken çıkardığı o neşeli koşuşturma ve kahkahalar olurdu. Karlı zeminde ayaklarının çıkardığı gıcırtılar, kar toplarının çarpma sesleri, uzaklardan duyulan o incecik çığlıklar... Bütün bunlar, benim için köyün canlılığını temsil ediyordu.
Gündüzleri, köyün erkekleri hayvanlarıyla ilgilenirken, kadınlar ev işleriyle meşgul olurdu. Kapıların açılıp kapanma sesleri, ahırlardan gelen hayvan sesleri, bazen de uzaktan duyulan, bir çocuğun ağlaması... Bunlar, köy yaşamının doğal ritimleriydi. Akşam olduğunda ise, köyün üzerine tarifsiz bir sessizlik çökerdi. Sanki dağlar, günün tüm seslerini yutmuş, sadece karın hafif hışırtısını ve rüzgarın fısıltısını bırakmıştı. Elektrik olmadığından, evlerden sızan tek ışık gaz lambalarının titrek alevleriydi. Bu loş ışıklar, pencere camlarından dışarı süzülür, karlı köyü daha da gizemli bir hale bürürdü. O sessizlik içinde, odun sobasının çıtırtısı adeta bir melodiye dönüşürdü. Bazen, uzaktan duyulan bir gurbet türküsü, o anki yalnızlığıma ortak olur, içimi titretirdi. Radyodan gelen cızırtılı sesler, dış dünyayla olan tek bağımızdı. Haberler, havanın nasıl olacağı, uzaktaki şehirlerden gelen sesler... Bütün bunlar, o sessizliğin içinde farklı bir anlam kazanırdı.
Yatağıma uzandığımda, dışarıdan gelen rüzgarın uğultusu ve karın cama vuran hafif tıkırtısı bana eşlik ederdi. Bazen, kurtların uluması duyulurdu uzaklardan, bu da köyün ne kadar doğayla iç içe olduğunun bir kanıtıydı. Bu sesler ve sessizlikler, Yeniçevre'deki yaşamın ta kendisiydi. Başlangıçta yadırgadığım bu ritim, zamanla ruhumun bir parçası haline gelmişti. Şehrin koşturmacası, gürültüsü zihnimden silinmiş, yerini bu doğal, arınmış melodiye bırakmıştı.
Yeniçevre'de geçirdiğim o unutulmaz dört yıl, hayatımın en unutulmaz, en öğretici dönemi oldu. Orada sadece bir öğretmen olarak bulunmadım; aynı zamanda bir öğrenci oldum. Köylülerin sarsılmaz misafirperverliği, zorluklar karşısındaki dirençleri, içtenlikleri ve doğaya olan saygıdarı bana hayat dersleri verdi. Zazaca'nın melodik tınıları, dut pestilinin eşsiz lezzeti, soba başında anlatılan eski hikayeler... Bütün bunlar, ruhuma işleyen, silinmez izler bırakan anılar oldu.
En derin bağları ise çocuklarımla kurdum. Onlar, soğuk kış günlerinde, sırtlarında yıpranmış çantalarıyla, yanakları kızarmış, ama gözleri pırıl pırıl okula gelen o küçük kahramanlardı. Onların her bir başarısı, benim için kendi başarım gibiydi. Bir harfi doğru yazdıklarında, bir matematik problemini çözdüklerinde, yüzlerinde oluşan o aydınlanma, dünyalara bedeldi. Onların hayalleri, benim hayallerimle birleşmişti. Onlar büyüdükçe, hayata atıldıkça, içimde bir gurur pırıltısı hissediyordum.
Yıllar geçti, ben Yeniçevre'den ayrıldım. Şehir hayatının koşuşturmacası içinde kaybolsam da, Yeniçevre'nin kokusu, o dağların rüzgarı, çocukların sesleri hep içimde kaldı. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte, öğrencilerim ve köylülerle haberleşme imkânı buldum. Sosyal medya aracılığıyla birbirimizin hayatından haberdar olmaya başladık. Büyüyüp meslek sahibi olan öğrencilerimi görmek, o küçücük ellerden çıkan büyük işleri duymak, bana en büyük mutluluğu yaşatıyor. Kimi doktor olmuş, kimi öğretmen, kimi mühendis... Her biri, Yeniçevre'nin o karlı dağlarından filizlenen, toprağına faydalı birer fidan olmuş.
Onlarla yapılan her telefon görüşmesi, atılan her mesaj, o dört yılın sıcaklığını yeniden içime taşıyor. Bazen bir köy düğününden fotoğraflar geliyor, bazen bir bayramlaşma mesajı... Her biri, geçmişe açılan bir pencere gibi. O zorlu koşullarda kurduğumuz bağlar, zamana ve mesafeye meydan okudu. Bu, sadece bir öğretmenin öğrencileriyle olan bağı değil, aynı zamanda insan ruhunun en saf hallerinden birinin, koşulsuz sevginin ve güvenin hikayesiydi.
Yeniçevre, benim için bir köyden çok daha fazlasıydı. O, benim için büyük umutların, direnişin, saf sevginin ve unutulmaz anıların simgesi oldu. Kalbimin bir köşesinde, o karlı dağların arasında açan kardelenler gibi, sonsuza dek taptaze kalacak. Ve biliyorum ki, onların da kalbinde, o uzaktan gelen genç öğretmenin bir izi, bir hatırası sonsuza dek yaşayacak.

Bu yazı 156 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum