Basri GÜLER

Basri GÜLER

basriguler58@yaani.com

Bayramşahın Altın Yılları

13 Ağustos 2025 - 13:13 - Güncelleme: 13 Ağustos 2025 - 13:14

 Yıl 1960... Manisa'nın Demirci ilçesinin yeşil kucağında, sanki zamanın eli değmemiş, kendi halinde, mütevazı bir güzellikteydi Bayramşah. Altmış kadar kerpiç ve taştan örülmüş hanesi, yemyeşil bir yamacın eteklerine serpilmiş, her birinden dumanı tüten bacasıyla sıcak bir yuvanın işaretiydi.
Köyün kalbinde, bilginin ilk tohumlarının atıldığı tek derslikli, beyaz badanalı bir ilkokul, göğe doğru heybetle yükselen minaresiyle manevi bir sığınak olan küçük bir cami, köyün tüm neşeli ve hüzünlü anlarına şahitlik eden, ahşap sedirleriyle sıcak bir köy odası ve o yılların nadir görülen lüksü, tozlu yollarda yankılanan motor sesleriyle dört tane heybetli cip bulunurdu.
Bayramşah'ın toprağı ana gibiydi, cömert ve bereketli. Yaz aylarında, sonsuzluğa uzanan tütün tarlaları, güneşin altın rengiyle ışıldayan yapraklarıyla göz kamaştırırdı. Her bir yaprak, Bayramşahlıların alın terini, emeğini ve umutlarını taşırdı.
Üzüm bağları, yeşil yaprakların arasında salkım salkım mor ve yeşil taneleriyle adeta birer doğal sanat eseriydi. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, ahırlardan yükselen ineklerin sakin böğürtüleri, ağıllardan gelen koyun ve keçilerin tatlı melemeleri, damlardan yankılanan horozların gururlu ötüşleri, köyün doğal senfonisini oluştururdu. Bayramşahlılar, bu topraklarda doğmuş, bu topraklarda büyümüş, alın terleriyle yoğurdukları bu bereketli topraklardan geçinir, kendi yağıyla kavrulur, kimseye minnet etmeden, sade ve huzurlu bir hayat sürerlerdi.
Köyün tam orta yerinde, hayatın kalbinin attığı iki önemli nokta vardı: Mıstık Dede'nin küçük ama her derde deva bakkalı ve Köy Kahvesi. Mıstık Dede'nin dükkanı, tahta raflarında rengarenk lokumlar, mis kokulu sabunlar, gaz lambaları, dikiş iğneleri, tuz torbaları ve daha nice ihtiyaç malzemesiyle dolu, adeta bir Ali Baba'nın mağarası gibiydi.
Tavandan sarkan kurutulmuş otlar, raflardaki teneke kutular, cam kavanozlardaki turşular ve reçeller, insana geçmişin sıcak ve samimi günlerini hatırlatırdı. Köy Kahvesi ise, günün yorgunluğunu atmak, komşularla hasbihal etmek, memleketin ve dünyanın haberlerini dinlemek için vazgeçilmez bir buluşma mekanıydı. Ocağın harlı alevinde demlenen çayın kokusu, tütün dumanıyla karışır, içeriye sıcak ve davetkar bir hava yayardı.
Duvarlarda asılı eski fotoğraflar, köyün geçmişine dair sessiz tanıklık ederdi.
Bayramşah'ın çalışkan kadınları ve narin elleriyle tarlada çalışan genç kızları, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte işlerinin başına giderlerdi. Kavurucu sıcaklığa aldırmadan tütün fidelerini özenle diker, olgunlaşan yaprakları sabırla dizerlerdi. Üzüm bağlarında ise, asmaların arasında eğilerek salkımları toplar, geleceğin tatlı pekmezlerinin ve kuru üzümlerinin hayalini kurarlardı. 

Ancak onların hünerli elleri sadece tarlada çalışmakla kalmazdı. Evlerin serin ve loş odalarında, ahşap tezgahlarda, türkülerin hüzünlü ve neşeli melodileri eşliğinde, ince parmaklarıyla ilmek ilmek halı dokurlardı. Her bir düğüm, onların sabrını, zevkini ve hayallerini yansıtan bir sanat eseri gibiydi. Köyün dört tane kıymetli cipinden birine özenle yüklenen bu rengarenk, desen desen Anadolu halıları, "seyyar halıcılar" vasıtasıyla çevre ilçe ve köylerin pazarlarında alıcı bulur, bu satışlardan elde edilen gelir, ailelerin geçimine önemli bir katkı sağlardı.
Köyün yiğit erkekleri ise, bağlardan özenle topladıkları tatlı mı tatlı üzümleri ve büyük kazanlarda sabırla kaynattıkları koyu kıvamlı, mis kokulu pekmezleri satmak için Borlu ve Köprübaşı gibi yakın yerleşim yerlerinin yolunu tutarlardı. Özellikle bu iki kasabada, Bayramşah'ın kaliteli ve doğal ürünleri her zaman büyük bir ilgi görürdü. Pazarlarda kurulan rengarenk tezgahlarda, güler yüzlü Bayramşahlılar, ürünlerini özenle sergiler, geleneksel Anadolu misafirperverliğiyle müşterilerini ağırlardı. Pazarlıklar tatlı bir rekabet içinde geçer, alışverişler dostlukla taçlanırdı.
Eylül ayının son günlerinden kasım ayının ortalarına kadar Bayramşah'ta bambaşka bir telaş ve coşku yaşanırdı: Pekmez yapımı. Köyün dört bir yanında kurulan "şarpane" adı verilen pekmez atölyeleri, odun ateşinde kaynayan kazanların çıkardığı hafif fokurtu sesleri ve etrafa yayılan tatlı üzüm kokusuyla şenlenirdi. Hırkalı köyünden özel olarak getirilen kırmızımtırak toprakla karıştırılan olgun, sulu üzümler, temizlenen geniş taş havuzlara özenle serilir, çizme giymiş beş altı neşeli köylü tarafından, birbirleriyle şakalaşarak ve türküler söyleyerek çiğnenirdi.
Bu işlem, çocuklar için hem eğlenceli bir oyun hem de etrafta uçuşan arıların tatlı şölene ortak olma çabaları yüzünden biraz da heyecanlı bir macera olurdu.
Çiğnenen üzümlerin koyu renkli, tatlı suyu, "bolu" denilen derin ve serin bir depoya aktarılır, burada bir süre dinlendikten sonra, meşe odununun harlı ateşinde kaynatılmak üzere büyük, bakır kazanlara dikkatlice boşaltılırdı.

Pekmezin kaynarken taşmaması için, uzun saplı, delikli kabaklardan yapılan özel kepçelerle sürekli karıştırılması gerekirdi. Bu önemli görevi genellikle köyün meraklı ve enerjik çocukları büyük bir özenle üstlenirdi. Nineler ve anneler ise, ara sıra uzun tahta kaşıklarla tadına bakarak pekmezin ideal kıvamına ulaşıp ulaşmadığını kontrol eder, tatlı bir telaşla birbirlerine direktifler verirlerdi.
Kazanların etrafında toplanan aileler, hep birlikte bu tatlı telaşa ortak olur, geçmişten ve gelecekten konuşur, neşeli kahkahalarla birbirlerine eşlik ederlerdi.
Pekmez kaynaması tamamlandıktan sonra, ağır kazanlar serin bir yere taşınır ve yerde kalan sıcak, koyu renkli pekmezler geniş tahta küreklerle hızlıca savrulur, ortaya hafif, köpüksü ve tatlı mı tatlı "pekmez köpüğü" çıkardı. Bu lezzetli köpüğü, köyün büyük küçük herkesi çok severdi. Özellikle çocuklar, parmaklarını bu tatlı köpüğe daldırıp afiyetle yemenin keyfine doyamazlardı.

Soğuyan, koyu kıvamlı ve mis kokulu pekmez, her Bayramşah evinde bulunan elli ila yüz kiloluk, topraktan yapılmış küplere özenle doldurulur, kış aylarının tatlı ihtiyacını karşılardı.       
     Üzüm çiğnenirken arta kalan posalar, "cirbe" adı verilen atıklardan da basit bir mengene yardımıyla tekrar sıkılarak son damlasına kadar pekmez elde edilirdi. Kalan posalar ise, köydeki hayvanlar için besleyici bir kış yemi olarak değerlendirilir, sıkılan son suyu ise sirke ve turşu yapımında kullanılırdı. Bayramşahlılar, doğanın sunduğu her nimeti en verimli şekilde kullanmayı, hiçbir şeyi israf etmemeyi gelenek haline getirmişlerdi.

Üzümlerin bir kısmı da kış aylarında ailenin ve misafirlerin ağzını tatlandırmak üzere özenle kurutulurdu. Bağlardan toplanan en güzel siyah ve beyaz üzümler ayrıldıktan sonra, büyük kazanlarda külle karıştırılmış berrak suda, hoş bir aroma vermesi için bir de dağlardan toplanan taş kekiği atılarak hafifçe kaynatılır, ardından köyün serin ve havadar yüksek yerlerine serilmiş özel sergilerde, güneşin sıcaklığıyla kurumaya bırakılırdı.
Güneşin altında günlerce bekleyen bu tatlı üzümler, tıpkı pekmez gibi, komşu köylerde, Hırkalı, Çataloluk, Çavullar ve Dikilitaş'ta "değiş tokuş" usulüyle, yani para kullanılmadan, ihtiyaç duyulan mercimek, nar, nohut, bakla ve yörede "ömürdük" olarak bilinen kuru bakla gibi diğer ürünlerle takas edilirdi. Dağların eteklerinden toplanan taze, sulu armutlar da eşeklerin sırtına yüklenerek aynı şekilde çevre köylerde satılırdı.
     Bayramşah'ın doğal dengesinin ve ekonomisinin önemli bir parçası da yaklaşık iki bin civarındaki yerli ırk, sağlıklı sığırlardı. Her hane, imece usulüyle sırayla bir gün sığırları köyün etrafındaki geniş otlaklara ve dağlara götürerek otlatırdı. Bu geleneksel işe yörede "kezek" denilirdi. Sığırlara özel bir yem verilmez, kış aylarında sadece ahırlarda biriktirilen kuru samanla beslenirlerdi. 

Ancak zamanla bu köklü gelenekte bazı anlaşmazlıklar baş göstermişti. On tane sığırı olan da bir gün, sadece bir sığırı olan da aynı gün dağa gitmek zorunda kalıyordu. Köyde yetişen, daha adil bir düzen arayışındaki yeni nesil gençler bu durumu haksızlık olarak görmüşlerdi. "İki sığıra bir gün güdülecek" diyerek eski "kezek" sisteminden ayrıldılar ve kendi aralarında daha adil bir sistem kurdular.
Bu yeni sisteme, Cumhuriyet'in getirdiği eşitlik ilkesine atıfta bulunarak "Cumhuriyet" adını verdiler. Eski "kezek" sistemi ise, bazı değişiklikler yaparak varlığını sürdürdü ve "Sultan" adını aldı. Ancak zamanla bu farklı sistemler de yerini herkesin kendi sığırını gütmesine bıraktı. Sabah erkenden evden salınan sığıırlar, kendi başlarına dağa doğru yol alır, akşam da yine kendi başlarına, ağıllarına geri dönerlerdi.
Hane başına düşen elli ila yüz arasında değişen, ırkı bozulmamış bu sağlıklı yerli sığırların besili danaları, tamamen doğal ortamda yetiştiği için özellikle Kurban Bayramı'nda büyük bir rağbet görürdü.
Kış ayları Bayramşah'ta bambaşka bir sıcaklık ve samimiyetle yaşanırdı. Evlerin ortasında yanan sobaların etrafında toplanan aileler, çıtır çıtır nohut, tuzlu kabak çekirdeği ve tatlı kuru üzüm eşliğinde uzun kış gecelerinin keyfini çıkarırlardı.
Pekmezle unu karıştırarak yaptıkları tatlı ve doyurucu "macun" ise, kış gecelerinin vazgeçilmez lezzetiydi. Evlerin tavanlarına asılan, özenle kurutulmuş "döşemelik" üzümler, şubat ayına kadar afiyetle tüketilirdi. Kışın uzun ve soğuk gecelerinde, soba başında anlatılan birbirinden güzel masallar, söylenen içli türküler, oynanan geleneksel oyunlar, Bayramşahlıların arasındaki dayanışmayı ve sevgiyi daha da pekiştirirdi.
Ancak zaman, acımasız bir nehir gibi aktı ve Bayramşah köyünün o canlı, neşeli günleri yavaş yavaş solmaya başladı. Şehir hayatının parlak ışıklarına ve sunduğu imkanlara kapılan gençler, birer birer doğup büyüdükleri topraklardan ayrıldı. Gelenekler unutulmaya yüz tuttu, köyün nüfusu giderek yaşlandı. Tarlalar boş kaldı, bağlar bakımsızlığa terk edildi. 
     Bugün Bayramşah'ta sadece kırk iki yaşlı insan yaşıyor ve en genci kırk yaşında. Bir zamanlar çocuk sesleriyle yankılanan sokaklar şimdi sessizliğe bürünmüş, tütün tarlalarının yerini yabani otlar almış, üzüm bağlarının yerinde hüzünlü bir boşluk hissediliyor. Dört cipin yerini alan birkaç yaşlı traktör, köyün tozlu yollarında yavaşça ilerliyor. Mıstık Dede'nin sıcak sohbetlerin yapıldığı bakkalı ve Köy Kahvesi çoktan kapılarını ebediyete kadar kapatmış. Şarpane'lerin neşeli sesleri yerini hüzünlü bir sessizliğe bırakmış.

Bayramşah, tıpkı Anadolu'nun birçok unutulmuş köyü gibi, sadece yaşlıların hafızasında ve soluk fotoğraflarında yaşamaya devam ediyor. O altın yılların sıcaklığı, artık sadece buruşuk ellerde ve hüzünlü bakışlarda saklı bir anı olarak kalmış... Köyün sönen ocağı, bir zamanlar yanan umutların ve neşenin artık yavaş yavaş küllenmesinin acı bir sembolü gibi...

Bu yazı 127 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum