Basri GÜLER

Basri GÜLER

basriguler58@yaani.com

Aradığınız Yöndeki Bütün Hatlar Dolu

02 Ekim 2025 - 12:54 - Güncelleme: 02 Ekim 2025 - 12:54

ARADIĞINIZ YÖNDEKI HATLAR DOLU LÜTFEN BİR MÜDDET SONRA ARAYINIZ
      Ege’nin bereketli topraklarında, Manisa’nın şirin ilçesi, Demirci’de bulunan Burak Bilgisayar’ın mütevazı dükkanında, hayatımın en saf ve duru iki insanıyla yollarım kesişti. Onlar, Uşak'tan çıkıp gelmiş, altmışlı yetmişli yaşlarının dinginliğini yüzlerinde taşıyan, kalpleri pırıl pırıl bir karı kocaydı. Yüzlerindeki o ilahi nur, sanki yılların getirdiği bilgelik ve temiz kalplerinin yansımasıydı.

Onlarla tanışmamız, onların Demirci’de sıcak bir yuva arayışları sırasında, kader bizi onlara denk gelip ev bulmalarına yardımcı olmamla başlamıştı. O andan itibaren, gönlümün en kıymetli köşesinde unutulmaz bir yer edindiler.
Evleri, modern dünyanın karmaşasından uzak, adeta zamana meydan okuyan bir sadelikteydi. O ev ise Hacı Hamza Mahallesi'nde amca oğlum İsmail GÜLER Hocamın eviydi.
Duvarları umutla boyanmış, üzerinde birkaç desenli kilimin serili olduğu ağaç parke zemin, onların mütevazı yaşamlarının sessiz tanığıydı. İki eski model çekyat, günün yorgunluğunu atmak için sığınılacak limanlardı. Yatak odalarında ise, geleneksel yer yatakları, tatlı rüyaların huzurlu mekanıydı. Ama o evin atmosferini asıl güzelleştiren, eşyaların yokluğu değil, o iki insanın yüzlerinden hiç eksik olmayan, içten ve samimi gülümsemeleriydi.
Maddi imkanları kısıtlıydı; üç evlatlarının, gurbet ellerinden gönderdikleri azıcık harçlıkla geçinirlerdi. Kiralarını öder, elektrik ve su faturalarını zar zor denkleştirirlerdi. Bana duydukları o derin güvenle, biriktirdikleri paraları ve ödeme makbuzlarını getirirlerdi, ben de onlar adına bankaya gidip ödemelerini yapardım.
Devletin farklı kademelerinde çalışan çocukları, gelinleri ve damatları yoğun iş temposundan dolayı ancak bayramlarda, seyranlarda yanlarında olabiliyorlardı. O yıllarda cep telefonu lüks bir eşyaydı, iletişim kurmak için sabit hatlar ve köşe başlarındaki ankesörlü telefonlar tek çareydi. İşte bu yüzden, onlar sık sık benim dükkanıma gelirlerdi.
Çocuklarının mesai bitiş saatini sabırla bekler, beni arayıp onlarla hasret gidermek isterlerdi. Telefonla konuştuktan sonra, o mahcup ve minnet dolu halleriyle, bana küçük bir miktar para uzatırlardı. Ama ben o tertemiz insanların elinden para almayı asla içime sindiremezdim. “O zaman olmaz,” derdim gülümseyerek.
Teyzem, yanında her zaman bulundurduğu, mis gibi kokan elmalarından ve şekerlerinden bana ikram ederdi. “Evladım, al bunları ye, bizim yaşlı dişlerimiz artık pek ezemiyor,” derdi o şefkat dolu sesiyle. Onların bu samimi ikramlarını kırmaz, afiyetle yerdim.
Bir öğleden sonra, teyzem telaşlı ama bir o kadar da hüzünlü bir ifadeyle tek başına geldi. “Evladım,” diye seslendi, o yumuşacık sesi adeta titriyordu. “As teyze,” dedim endişeyle, “Amcaya bir şey mi oldu?” O nurlu yüzünde beliren hafif bir tebessümle, “Bir şey olsa üzülür müsün bize?” diye sordu. “Üzülmez miyim hiç teyze,” dedim içtenlikle. “Nerede peki amcam?”
“Gelecek, gelecek Allah’ın izniyle,” dedi teyzem, gözlerinin içi parlayarak. “Cumartesi pazarından dönüyorduk. Elimiz kolumuz dolu alışveriş yaptık. Sokakta küçük çocuklar harıl harıl top oynuyordu.
Birden bir tanesi topa öyle sert vurdu ki, tam yol kenarındaki hünnap ağacının dallarına isabet etti. Biz de biraz soluklanıyorduk orada. Çocukların tek eğlencesi olan o eski top patlayınca, dünyaları başlarına yıkıldı sanki, yüzleri asıldı. Amcana dedim ki, ‘Git bir top al da gel, o minik kalpleri sevindir.’ Amcan da o kocaman yüreğiyle, ‘Çocukları sevindirmek çok sevaptır,’ dedi.”
“Bana dedi ki, ‘Senin dizlerin yorulur, Basri hocanın Burak Bilgisayarına git de biraz dinlen, ben hemen gidip o yavrulara bir tane top alıp gelirim.’ dedi.Tam o sırada kapı açıldı ve amcam, yüzünde kocaman, içten bir gülümsemeyle içeri girdi. Teyzem, o sevgi dolu bakışlarıyla, “Herif,” dedi tatlı bir sitemle, “Aldın mı topu?” Amcam, torunlarına oyuncak almış bir dedenin neşesiyle,“Almaz mıyım hiç? Hem de pırıl pırıl üç tane aldım! O çocukların sevincini görmeliydin. Sanki cennete girmiş gibi sevindiler. Bana da minnetle teşekkür ettiler. Hemen iki tanesini bir kenara ayırdılar, biriyle oynamaya başladılar. Ben de bir müddet o neşeli hallerini seyrettim,” dedi.
“Bugün bize bu mutluluk yeter,” diye de ekledi, gözleri mutlulukla parlayarak. Ona da taze demlenmiş çaydan ikram ettim, beraber yudumladık. Bazen bizi akşamları o sıcak yuvalarına davet ederlerdi. “Ara sıra gelin de bir kahvemizi için, yoksa biz buraya gelmekte mahcup oluyoruz,” derlerdi o alçakgönüllü halleriyle.
Biz de ailece bazı akşamlar o samimi davetlerine icabet ederdik. Teyzem, o kendine has usulüyle köpüklü Türk kahvesini yapar, o güzel sohbet eşliğinde içerdik. Su içmek için elimi bardağa uzattığımda, teyzem hemen nazikçe mani olurdu. “Burası benim evim evladım. Burada yaptığım her türlü hizmetin sevabını bir bilseniz,” der, suyu benim almamı engellerdi. "Misafir rızkı ile gelir, ev halkının günâhlarının affına sebep olur." hadisini mutlaka bilirsin derdi. Kendi eliyle bir bardak suyu ikram ederdi.
Evlerinden ayrılırken mutlaka evin dışına kadar ikisi de gelirlerdi. “Ya yorulursunuz, bu yaşta zahmet etmeyin,” desem de dinlemezlerdi. Her defasında, o tertemiz kalpleriyle, “Hakkınızı helal edin,” derlerdi. Evin kapısına kadar uğurlamak ile ilgili hadis var onu uyguluyoruz derdi. "Kişinin misafirini dış kapıya kadar uğurlaması sünnettendir. "  Böyle istendiğinden yorgun olsak bile kapıya çıkarız derdi.
Artık haftada en az bir kere Burak Bilgisayar’a uğrarlardı. Eğer ben dükkanda yoksam, çalışanlarıma tembih ederdim, “Amca ile teyze geldi mi? Onlarla güler yüzle ilgilendiniz mi? İsteklerini yerine getirdiniz mi?” diye. Onların her ziyareti, dükkanımın atmosferine ayrı bir sıcaklık katardı. Kurban Bayramı yaklaşıyordu. Amca ve teyzenin çocuklarından bu sefer para biraz gecikmişti.
Onlar da o mübarek ibadeti yerine getirmek için sabırsızlanıyorlardı. “Ben size şimdilik vereyim, gelince bana ödersiniz,” diyordum ama onlar, “Birkaç gün daha geçsin bakalım,” diye nazikçe reddediyorlardı. Kurban etinin üçte ikisini de nereye vereceklerini bana soruyorlardı. Genellikle Eğitim Fakültesi’ndeki ihtiyaç sahibi öğrencilere ulaştırmamı rica ederlerdi.
Bir gün teyzem bana o sevgi dolu gözleriyle baktı. “Sen bana bir telefon açıversen evladım, çocuklara para gönderip gönderemeyeceklerini bir öğrensek,” dedi. Telefonu çevirdim ama hat sürekli meşguldü. “Meşgul teyze,” dedim. Birkaç kez daha denedik, nafile. “Sonra tekrar ararız,” dedim. O zamanlar telefon hatlarının yoğunluğu malumdu, düşürmek zordu.
Teyze, o sabırlı haliyle, “Biz gidelim, sonra tekrar geliriz,” dedi. “Siz bilirsiniz,” dedim. Gittiler. İkindiye doğru geldiler ama yüzleri gülmekten adeta ışıl ışıldı. “Allah yüzünüzdeki gülücükleri hiç eksik etmesin,” dedim içtenlikle, “Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Hayrola, bu tarifsiz sevinci neye borçlusunuz?”Teyze, o muzip gülümsemesiyle, “Amcan anlatsın,” dedi. Amca da keyifle söze başladı: “Buradan çıkınca cebimizdeki son jetonları aldık. Çereşeye gittik. Orada, özellikle üniversite öğrencilerinin kullandığı ankesörlü telefonlar vardı. Çereşeye vardığımızda, genç bir öğrenciden jetonun nasıl takılacağını, numaranın nasıl çevrileceğini öğrendik. Sonra ben heyecanla jetonu attım. Teyzen de buruşuk kağıdın üzerinde yazan numarayı bana gösteriyordu, ben de dikkatlice çevirdim.
Telefondan bir genç kızın  sesi duyuldu: ‘Aradığınız yöndeki hatlar doludur, lütfen bir müddet sonra tekrar arayınız.’ Sonra jeton ‘klik’ diye düştü, aldık.
Teyzene dedim ki, ‘Hadi gidelim, biraz bekleyeceğiz.’ Ama o ‘bir müddet’ ne kadar sürer bilmiyoruz tabii. Dolaşıyoruz, geliyoruz. Gene aynı kulübe, gene aynı jeton, gene aynı kız sesi: ‘Aradığınız yöndeki tüm hatlar doludur, bir müddet sonra yeniden deneyiniz.’”
     “Teyzen de bu sefer biraz sitemkar bir şekilde, ‘Bu kız bize hep aynı şeyi söylüyor,’ dedi. Sonra gittik, neredeyse iki saat kadar Demirci’nin sokaklarında turladık, tekrar o umutla kulübeye geldik. Jetonu attık, numarayı çevirdik. İnanır mısın, gene o aynı, değişmeyen kız sesi: ‘Aradığınız yöndeki hatlar doludur lütfen bir müddet sonra tekrar arayınız,’ dedi.”
     “Ben de o sabrım taştığı anda, sanki o kıza, ‘Kızım bak,’ dedim, ‘Yarın kurban, bana acil para lazım. Durmadan bana ‘bir müddet sonra ara’ diyorsun. Bizim o kadar bekleyecek takatimiz kalmadı. Hattı aç da ben bir konuşayım. Yoksa kurbanlık alamayacağım,’ dedim.”
     “Tam o sırada arkamızdan kibar bir üniversiteli kız öğrencisi bana ‘Amca,’ dedi, ‘O bant kaydı.’ Ben de şaşkınlıkla, ‘Kızım bak, ben gelince telefonu açacağım sırada diyor, o beni görüyor,’ dedim. Arkamızda meraklı öğrenciler sıralanmış, telefon kulübesinin önünde küçük bir kuyruk oluşmuştu.”

“Teyzen de o bilge haliyle, ‘Hadi gidelim Basri hocanın yanına,’ dedi.”
“İşte geldik. Hele söyle bakalım. O beni gören kız mıydı, yoksa bant kaydı mıydı? Bant kaydı ne demek?” diye sordu amca o saf merakıyla. Ben de gülerek, “Anca o eski teyp bandı gibi,” dedim, “Canlı değil, cansız.”Hep beraber o tatlı olaya kahkahalarla güldük. Ben onlara gönlümden kopan bir miktar para verdim. Gittiler, o güzelim kurbanlıklarını aldılar, kestiler ve hayır dualarıyla ihtiyaç sahiplerine dağıttılar. Kurbandan sonra da çocuklarından bekledikleri para gelmiş, nezaketle gelip bana ödediler.Ne kadar da güzel değil mi? Su gibi berrak, hava gibi temiz, saf mı saf, nurani yüzlü bu amca ile teyze benim gençlik yıllarımda, Demirci’deki hayatımda çok derin ve unutulmaz izler bırakan nadir insanlardandı. Her zaman böyle tertemiz kalplere rastlamak mümkün olmuyor.

Demirci’den birkaç yıl sonra ayrıldım. Eğer o güzel insanlar hala yaşıyorlarsa, Allah onlara uzun ve sağlıklı ömürler versin. Eğer ebediyete göç ettilerse, Allah rahmetiyle muamele etsin. Onların o saf sevgisi, o içten gülümsemeleri ve o nurlu yüzleri hafızamın en kıymetli köşesinde daima canlı kalacak. Onlar, bu karmaşık ve zaman zaman acımasız dünyada hala var olan, su katılmamış insanlığın en güzel, en nadide örnekleriydiler.

Bu yazı 441 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum