Önce Anlamak Sonra Anlaşılmak
“-Okumuş yazmış adam öğüt vermez de, dedi. / -Ya ne yapar? dedim. /- Adamı anlar, dedi, ne yapacak." Tahminen Sait Faik Abasıyanık’ın bir hikayesinden alınan bu kuple sosyal medyada karşıma çıktı. Anlamak bir şeyin ne demek olduğunu, neye işaret ettiğini kavramak ve birinin duygularını, istek ve düşüncelerini sezebilmek anlamlarının karşılığıdır. Anlamak insan hayatının temel kavramlarından biridir. Anlamanın ne demek olduğu ve hayatımızda ne kadar yer edindiği konusu çok önemlidir.
İnsan her zaman anlaşılmak ister ve anlaşılmak isterken anlaması gerekeni anlamamakta ısrarcı tavrını sürdürür. Günümüz insanı ısrarla muhataplarını anlamak yerine devamlı kendilerini anlatmaya çalışıyor. Ancak es geçilen nokta şu ki karşısındakiler de anlamaktan çok anlaşılmayı istiyor. İş böyle olunca bol bol öğütler havada uçuşurken iletişimde anlam savaşı sonuçsuz kalıyor ve en anlamlı cümleler bile anlamsızlaşıyor.
Anlaşılma istekleri sonuçsuz kaldıkça öğütler emirlere ve zorlamalara kayıyor. Bu emir ve zorlamaların da sonuçsuz kalacağı aşikâr. Sonuçsuzluk ise kaosu doğuruyor. Kaos içindeki insan, manen çöküşe sürükleniyor. Günümüzde bu kaos ve kaosun neden olduğu çöküş çok net kendini belli ediyor. Çökmüş bir toplumun dengesiz moral istasyonlarında gidip gelirken insanlığımızı da farkında olmadan kaybediyoruz. Anlamak anlatmaktan daha kolay ve öncelik anlamakta olmalıdır. Anladığımız kadar kendimizi anlatabiliriz. Karşımızdakini anlamıyorsak ondan da bizi anlamasını beklememeliyiz.
Büyük şair Arthur Rimbaud “Öteki sensin, ama onunla el sıkışmak istemiyorsun." diyor. Biz biriz öteki de yok beriki de yok. Muhataplarımızı anlamalı ve onlarla samimiyetle el sıkışmalı hatta sarılmalıyız. Ötekileştirdikçe anlamamız mümkün değil. Anlama çabası anlatma çabasının önüne geçmediği sürece anlatma süreci boş bir uğraştan başka bir şey değildir. Bu boşluktan iyilik çıkmasını beklemek hayaldir ve anlamsızdır.
Anlamak/anlayabilmek için ise düzenli bir şekilde okumalıyız. Çünkü okumak anlama yeteneğini geliştiren en kusursuz eylemdir. Anlama yeteneği gelişen insan her duruma ve karşılaştığı her probleme farklı pencerelerden bakabilir, yaptığı değerlendirmelerden sonra en doğru olanı bulabilir ve en önemlisi de karşısındaki kişileri kusursuz bir şekilde anlayabilir.
Sokrates der ki “Okumayan insan, hayata tek bir pencereden bakar, bildiği ezber cümlelerle olayları yorumlar ve dar kalıplı bakış açısına sahip olur.” İşte gerçek okur hayata tek bir pencereden bakmamayı, ezber cümlelerden uzak durmayı ve dar kalıplı bakış açısından kaçınmayı bilen kişidir. Bir/birkaç fikrin sarsılmaz savunucusu olmak bizi hayata tek bir pencereden bakmaya mahkûm eder, dar kalıp bakış açısına yönlendirir ve anlayış biçimimizi sınırlandırır. Sınırlı anlayış biçimi maalesef bizi anlayışsızlığa sürükler. Karşımızdakileri anlamaya çalışmak onlara anlatmaktan önce onları anlamaya çalışmak sorunları en aza indirecek ve daha huzurlu bir toplumda yaşamamıza imkân sağlayacaktır. Anlaşılmaya çok ihtiyacımızın olduğu şu zamanlarda muhataplarımızı anlayarak anlaşılmayı beklemek en doğru hareket olacaktır. Bunun anahtarı ise istisnanız tüm insanların doğru okuma alışkanlığını kazanmasında saklıdır.