Yangın-11

Kazım GERMİYANOĞLU kgermiyanoglu@hotmail.com

-Ey Müslümanlar! Dinin olgunlaştırdığı gönülde, kin ve haset olur mu? Kin ve hasetle katılaşan kalpte, kâmil iman bulunur mu? Bir Hadis-i Şerif'te beyan edildiği gibi; 'Ateş odunu nasıl yiyip tüketirse, haset de iyi amellerin sevabını öylece silip süpürür.' Bırakalım nifakı, bırakalım dedikoduyu, bırakalım düşmanca duyguları! Allah'ın emri bu! Resûlüllah'ın tavsiyesi bu! İman kardeşliği karşılıklı fedakârlıkları gerektirir. Peygamber Efendimiz; 'Sizden biri, kendi nefsi için istediğini, (Müslüman) kardeşi için istemedikçe iman etmiş olamaz.' 'Bir kul kardeşinin yardımında bulundukça, Allah da o kula yardım eder.' buyuruyor. Milletimizin ihtiyacı bu kardeşliğe! Cemiyet dertlerimizin ilacı bu kardeşlikte!......
               Pazar Camii, Cuma Namazı'ndan çok önce dolup taşmıştı. Müftü İsmail Hakkı Efendi, o gün tarihî vaazlarından birini veriyordu. Cemiyet'teki toplantıdan sonra Hacı Ethem Bey ile Müftü Efendi bir süre konuşmuşlar; Cemiyet faaliyetlerinin kasıtlı olarak yanlış anlatılıp ahali içinde fitne çıkarmaya çalışan bazı eyyamcıların bu gayretlerinin boşa çıkarılması ve ahalinin, 'memleketin ahvali ve cemiyetin faaliyetleri' hususunda doğru bilgilendirilmesi amacıyla Pazar Camii'nde geniş katılımlı bir vaaz tertip edilmesinin elzem olduğu hususunda mutabık kalmışlardı. Ahalinin katılımının sağlanması için de tellaklar çıkarılarak gerekli duyuruların yapılmasını kararlaştırmışlardı. Gördes ahalisi, bu çağrıya büyük ilgi göstermiş ve cami tıklım tıklım dolmuştu. Müftü İsmail Hakkı Efendi yaşının çok üzerinde bir performansla cemaati irşat için elinden gelen gayreti gösteriyordu:
               -Bu gün üstümüze çöken tehdit ve tehlikeler karşısında kışkırtıcılıktan zevk alanlar, kardeşlik hissiyatına uzak kalanlar, gaflet uykusuna dalanlar, iş işten geçtikten, uçuruma yuvarlandıktan sonra belki uyanırlar; hata ettiklerini anlarlar, nedâmet duyarlar. Ama iş işten geçmiş, çırpınmaları beyhude olur. Allah'a inanmış, Resûlüllah'a bağlanmış insanlar olarak, Ata yurdundu yaşayan Müslümanlar olarak el ele verelim, İslâm Dini'nin kardeşlik hazzına erelim' Necip milletimizin tarih boyunca elde ettiği şanlı zaferlerin, ortaya koyduğu kahramanlık destanlarının, kurduğu medeniyetlerin, cihana ışık olacak nitelikte geliştirdiği harsların temelinde hiç şüphesiz bu muvaffakiyeti, yani fertleri arasında tesis ettiği tevhit ruhu yatmaktadır. Hiç şüphesiz, milletimizin birliğinden ve dirliğinden rahatsız olan, dâhili ve harici düşmanlar her zaman var olagelmiştir. Onların en büyük hedefi, bu dayanışmanın ve birliğin bozulmasıdır. Bu hedefe ulaşmak için her çareye başvurmaları da tabiidir. Aziz milletimiz her zaman bu gibi tertiplerle karşılaşmıştır. Lakin tevhit ruhu, bu oyunların ve tertiplerin üstesinden gelebilmiş, onları tesirsiz hale getirebilmiştir. Şunu iyi bilelim ki; Rumeli'de,  Kafkasya'da, Arabistan'da kaybettiğimiz toprakların ve bu gün kendi öz vatanımızda düştüğümüz elim vaziyetin sebebi, içimize sokulmuş fitne ve fesat tohumlarına karşı uyanık olamayışımızdandır.
             -Ey Cemaat! Hiç düşünüyor muyuz? Tefekkür ediyor muyuz? Neden bu hallere düştük? Asırlar boyunca cihana hükmeden bir ümmet, bir millet, bu gün nasıl oldu da rezil ve zelil bir vaziyete düştü? Düşmanlarından medet umar hale geldi? Nedir şu mandacılık? Nedir şu teslimiyetçilik? Allah'ım! insanın hüngür hüngür ağlayası geliyor. Biz kendimizi, vatanımızı, istiklâlimizi koruyamıyoruz; gel ey İngiliz, ey Amerika sen bizi koru! Kurtar bizi!.. Nedir bu acziyet ey Müslümanlar? Yunan'a karşı İngiliz bizi himaye edecekmiş!.. İngiliz değil mi ki; Devlet-i Âli'yi içten içe oyarak çökerten! İngiliz değil mi; yedi düveli yedi koldan üzerimize saldırtan! İngiliz değil mi; istila ettiği topraklardaki Müslüman kardeşlerimizi kandırıp üzerimize yollayan, kardeşi kardeşe kırdıran! İngiliz değil mi; Payitahtımızı işgal ve yağma eden, yüzlerce münevverimizi tevkif edip Malta zindanlarına yollayan! Ve o İngiliz değil mi ki; soysuz Yunan keferesini üzerimize salan?!..
              Uyan ey Müslüman uyan! Daha iş işten geçmeden, Yunan yarın senin de kapını çalmadan uyan! Bakın ne diyor yüce yaradan, Kur'an-ı Kerim'inde; Enfal Suresi, kırkaltıncı ve altmışıncı âyetler; 'Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın. Savaş atları yetiştirin ki bu hazırlıkla Allah'ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve onların ötesinde sizin bilemeyip de, ancak Allah'ın bildiği düşmanları korkutup yıldırasınız. Allah yolunda ne harcarsanız, onun karşılığı size eksiksiz ödenir, size asla haksızlık yapılmaz.' 'Allah'a ve Resûlüne itaat edin, sakın birbirinizle ihtilaf etmeyin; sonra korkuya kapılıp zaafa düşersiniz, rüzgârınız (kuvvetiniz) gider. Bir de tam manâsıyla sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.'
             Üç kıta üzerinde kök salmış ulu bir çınar, bütün cihanın titrediği, adaleti ve asaletiyle nam salmış Devlet-i Âli Osman, acaba bu hallere nasıl düştü? Hiç düşündük mü? Düşünüyor muyuz? Kimine göre suçlu; İttihat ve Terakki Fırkası, evet dokuz yıllık bir devir. Kimine göre ise; Cennetmekân Padişahımız Sultan İkinci Abdülhamit Han, otuz üç yıllık saltanatı devrinde tatbik ettiği istibdat idaresi. Acaba hangisi? Hangileri haklı? Hala bunların münakaşalarıyla meşgulüz. Bunları münakaşa etmek bize ne kazandırır? Ne kazandırdı şimdiye kadar? Tefrikadan, ayrılıktan, kavgadan, düşmanlıktan gayrı! Bakın ne buyuruyor Yüce Mevlâ; Enfal Suresi, ellibirinci ve elliüçüncü ayetler: 'İşte bu, sizin ellerinizin işleyip öne sürdüğü işlerin karşılığıdır; yoksa Allah asla kullarına zulmetmez.' ' Bu cezanın sebebi şudur: Bir millet kendilerinde bulunan güzel ahlâk ve meziyetleri değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti, güzel ahvali değiştirmez. Bir de şundan ki: Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir (binaenaleyh; herkese neye layıksa onu verir).' Küffar dediğimiz Avrupa; Allah'ın verdiği en büyük nimet olan aklı en iyi şekilde işletirken, bıkmadan yorulmadan çalışıp, peşi peşine yaptığı icatlarla yükselir, aydınlanırken; biz ne yapıyor idik? Sadabad'da, Haliç'te safa sürüyor, güzellere şiirler düzüyorduk! Dağı taşı lalelerle, envayı çeşit çiçeklerle süslüyor idik! Hasım bellediğimiz Şiî Müslüman İran'la boğuşuyor idik! Fakih- Sofu, Kadızade- Sivasî kavgalarıyla vakit öldürüyor idik!   
            Camilerimiz dolup taşıyor Maşa Allah! Namaz kılanımız, oruç tutanımız, hacca gidenimiz çok. Güzel! Çok güzel! Lakin Adalet!.. Hak Hukuk!..., Haram Helal!..., Merhamet!,,, Fazilet!... gibi beşerî ve ahlâkî kaidelere ehemmiyet veren kaç kişi kaldı? 'Muhakkak ki Allah, adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara bakmayı emrediyor. Zinadan, fenalıktan ve insanlara zulm yapmaktan da nehyediyor. Size böylece nasihat veriyor ki; benimseyip tutasınız.' Maide Suresi, sekizinci ayet. Ayeti kerime açık! Kur'an emrediyor! Allah emrediyor! Yaradan emrediyor!... Evvela çoluk çocuğunuza, sonra akrabalarınıza, komşularınıza sonra mü'min kardeşlerinize ve sonra bütün beşeriyete! Sadece beşeriyete mi? Bütün mahlûkata, Allah'ın yarattığı her şeye karşı adaletle hükmediniz! Merhamet gösteriniz! Akrabalarınızın hakkını yemeyiniz! Bakın ne diyor Üstat Mehmet Âkif Bey:' Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta! Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi!' Cahiliye devri Araplarını anlatıyor. Peki bizim onlardan farkımız?!... Komşularınızla iyi geçininiz. Rabbena hep bana zihniyetinden vazgeçiniz! Abdest alırken, namaz kılarken, hacca hazırlanırken; yiyip içtiklerimde, sahip olduğum mal ve servetimde acaba kaç kişinin hakkı var? Elde ettiğim kazanç acaba helal mi? Yoksa haram karıştı mı? Yalan söyledim mi? Hile yaptım mı? Doğru tarttım mı? Zekâtımı hakkıyla verdim mi? Yoksa işime geldiği gibi mi verdim? Veya hiç aklıma bile gelmedi mi zekât!.. Kaç hastayı ziyaret ettim? Kaç fakiri doyurdum? Kaç yetimin başını okşadım? Bize Allah'ın emaneti olan ve her işimize koştuğumuz dili söylemez hayvanlarımıza nasıl davrandım? Merhametle gösterebildim mi? Kaç dargını barıştırdım, yoksa insanlar arasına fitne sokup onları birbirine mi kırdırdım? Mağrur ve kibirli miyim? ' Ben Abdullah'ın oğlu Muhammed'im, ben de Allah'ın bir kuluyum.' diyen Yüce Peygamber'den daha mı büyük gördün yoksa kendini. Sadece ben dedin! Ben'Ben! Yok yere kaç kişinin kalbini kırdın, kaç kişiyi darılttın, kaç masuma, kaç mahlûka merhametsizce davrandın?...
İşte bütün bunların bir muhasebesini yapmak, düşünmek, tefekkür etmek boynumuzun borcudur ey Müslümanlar!
Bakın ne diyor O Yüce Peygamber: ' Ey insanlar! Geçmiş milletler, ancak şu yüzden helak edilmişlerdir; Onların soyluları bir şey çalarsa onu bırakırlar, zayıfları çalarsa onu cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki, böylesine bir işi kızım Fatıma yapmış olsaydı, onu da cezasız bırakmazdım.' Adalet!.. Adalet!...Adalet!... Peygamber Efendimizin bir an olsun yanından ayrılmayan, bütün servetini İslâm davası uğrunda harcayan Müslümanların ilk halifesi Hazreti Ebubekir raduyallahu anh ise: ' Ey insanlar! İçinizde en yeterliniz olmadığım halde, halifeniz oldum. İyi hareket edersem bana yardım ediniz. Yanılırsam doğrultunuz. Yanımda, zayıf ve kuvvetli eşittir. Herkese karşı tarafsız davranacağım. Allah ve Resûlü'ne itaat ettikçe, siz de bana itaat ediniz. Allah'ın ve Resûlü'nün emirlerinden yüz çevirecek olursam, bana itaatten vazgeçin'' buyuruyor.
Diyorlar ki; elli dört farzın bir tanesi de; 'hükümdara itaat' tir. Doğru mu bu? Hayır eksik! Âdil hükümdara! Adaletli Hükümdara! Merhametli Hükümdara! Adalet olmadıktan sonra ne kıymeti var saltanatın?
İmdi; diyorlar ki; Kuvayı Milliyeciler dinsiz, Kuvayı Milliyeciler asi. Peki dinsiz ve asi olmamak için ne yapmalıydı Kuvayı Milliyeciler? İngiliz kâfirinin merhametine sığınan ve 'Yunan'a mani olmayın, işgale karşı çıkmayın!' diyen aciz bir hükûmetin emirlerine uyarak, kundaktaki yavrularımıza dahi acımayan, namusumuza saldıran, vatanımıza göz diken dinsiz, imansız bir düşmana boyun mu eğseydi?
' Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden tam sabırlı yirmi kişi olursa, iki yüz kişiye galip gelir ve eğer siz müminlerden yüz kişi olursa, kâfirlerden bin kişiyi mağlup eder; çünkü o kâfirler hakikati ve akıbeti anlamayan bir güruhtur.' Buyuruyor Yüce Allah, Enfal Suresi altmışbeşinci âyeti kerimesinde'
Müftü İsmail Hakkı Efendi coştukça coşmuştu, karşısında sanki Gördesliler değil de; İstanbul Hükûmeti vardı, işgalciler vardı, onlara kucak açan şehirler vardı. Başını kaldırdı yanındaki pencereden semaya, güneşe doğru baktı o esnada Gördes'in bütün minarelerinde ' Allahüekber' sesleri yankılanmaya başladı.                                            (Devam edecek)