Dua Edelim!

Ahmet İNCE gordesgazetesi@gmail.com

            Mahalli gazetecilik çok zor bir iştir. Bu şehirde yıllarca, bu işi sürdürüyorum. Halimi, sıkıntımı bir başkasının bilmesi imkânsız. Çünkü başka gazeteci yok. Cemiyetle, meseleleriyle, dertleriyle yıllardır iç içe yaşamışım. Mesleki şartların ötesinde, bir de bu kişilik tarafım var.
            Dolayısıyla halkın hep dert ortağı olmuşumdur. Dertler, kaygılar, umutlar, umutsuzluklar, dilekler, temenniler önce bana gelir. İnsanların nazarında, benim her şeyi biliyor olmam gerekir. Üniversite sınavlarından tapu davalarına, ekonomiden siyasete, benim bilmediğim konu yoktur varsayımından asla kurtulamam.
            Kızına iş arayan, oğluna eş arayan bana gelir. Hangi hastaneye, hangi doktora gidilmesi gerektiği, çoğunlukla bana sorulur. Tabii bu işlerin dahası ve dahası vardır. Günün her saatinde, şarj edilen akü gibi olur beynim.
            Hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, çiftçilerin derdi, siyasetin sert ve haşin üslubu, bitmek bilmeyen hukuk, adalet ve yargı münakaşaları, çözüm süreci vesair vesair. Soran sorana, dertlenen dertlenene.
            Anlat bakalım, konuş bakalım, yaz bakalım. Ne bitiyor, ne tükeniyor. Gelen mevzua girmeden, aynı nakaratı tekrarlıyor; “Ne olacak bu memleketin hali?” Kaç devir bu nakaratı dinleyerek büyüdük. Demek ki bugün de değişen bir durum yok.
            Geçenlerde hürmet ettiğim bir dostum geldi yanıma. Pat “ne olacak bu memleketin hali” diye söze girdi. Yazmaktan, anlatmaktan öylesine yorgunum. Ancak onu kıramam. Başladı sormaya, “insanlar olup bitene niye bu kadar kayıtsız?” dedi.
            Ona şu fıkrayı anlattım:
            Adamın birisi, ünlü bir lokantaya girmiş. Sırtında kürklü, son derece pahalı bir palto var. Askılığa paltosunu asarak, bir masaya oturmuş. Onu takip eden bir hırsız, paltosunu askılıktan alıp sırtına geçirmiş. Sonra da kaçmaya başlamış. Adam durumu fark edip, hırsızı kovalamaya koyulmuş. Bu arada polise haber vermiş. Sonra bir polis gelmiş, beraberce hırsızın arkasına takılmışlar.
            Hırsıza yaklaştıkları sırada, polis silahını çıkarıp, hırsıza bağırmış; “dur yoksa vururum.” Adam heyecanlanmış, polis memuruna şöyle seslenmiş; “Memur bey aman dikkat edin. Palto çok pahalı. Hırsızı pantolonundan vurun..”
            Bu kadar olup biten karşısında, acaba halk ne düşünüyor dedi dostum. Şu yaşanmış olayı anlattım:
            Harp yıllarında Indiana senatörü Homer Capehart, Washington’daki Mayflower otelinin önünde bir taksiye biner. O yıllarda taksi bulma zorluğu vardır. Şık giyimli ve cazibeli bir bayan, senatöre birlikte yolculuk teklifinde bulunur. Senatör bunu kabul eder.
            Taksi harekete geçer, şoför radyoyu açar. Spiker, senatörün bir gün önce senatoda yaptığı konuşmadan parçalar okumaya başlar. Bir müddet sonra, güzel hanımefendi senatöre dönerek şunları söyler; “Şu senatörler de insanı deli ediyor.. Hem ne konuştuklarını bilmiyor, hem de her fırsatta ağızlarını açmaktan çekinmiyorlar. Onlar olmasaydı, bu memleket çok daha iyi yönetiliyor olurdu..”
            Dostum bu hikâyeden sonra rahatlamış gibiydi. Ama yine de huzursuzdu. Son darbeyi gecikmeden yaptı; “Yahu ne olacak bu memleketin hali?”
            Ne yapayım, anlatmaya devam.
            “1950’li yıllarda Amerikan kongresinde görevli; Katolik, Protestan ve Musevi din adamları bulunurdu. Dr. Edward Hale, Amerikan senatosunun dini lideri idi. Bir defasında, bir gazeteci Dr. Edward Hale şöyle bir soru sordu; “Senatörler içinde dua ediyor musunuz?”
            Cevabı son derece ilginçti:
            “Senatörlere bakıyor ve memleket için dua ediyorum.”
            Dostuma son olarak, şöyle bir tavsiyede bulundum. Memleketin hali ne olacak diye sormayı bırak. En iyisi ve güzeli, memleketimiz için dua edelim..