Poşet Çağı

Yaşar ATLI

İstatistiklere göre son altmış yılda plastik kullanımı iki yüz kat artmış. Eh, o zaman biz buna plastiğin durdurulamaz yükselişi veya plastik çağı diyebiliriz. Ne de olsa bu çağa bir isim lazım. Sermaye çağı, bilgi çağı, atom çağı, uzay çağı, teknoloji çağı gibi isimler verildiğini duymuşsunuzdur bu çağa. Ne de olsa isimsiz düşünemeyiz herhangi bir nesneyi.
İsimler bir şeyin alametifarikası. Hele bir de isim cuk diye oturuyorsa ismiyle müsemma deriz. İsterseniz siz de bu çağa bir isim verebilirsiniz. Mesela istatistik çağı olabilir. Etrafınıza bakın istatistikten başka bir şey görebilecek misiniz acaba. Fakat istatistikle ilgili ilginç bir şey okudum. Diyor ki istatistikler yalanlardan daha kötüdür, hele de doğruysalar. Ve bir söz ekliyor. Bir kişinin ölümü trajedi, bir milyon kişininkiyse istatistiktir. Hala istatistik isminde ısrarcı mısınız?
Ama ben şimdilik bir süre daha plastik çağı isimlendirmesinde ısrar edeceğim. Sorun bakalım niye. Ne zaman nereye gitsem; mesela bir deniz kenarına, ıpıssız bir dağa, derin bir vadiye, uzağa daha uzağa dediğim yerlerde bir de bakıyorum ki bir plastik şişe veya bir naylon poşet. Belki rüzgârla, yağmurla gelmiş ama gelmiş. Okyanusların dibine kadar gitmiş bu plastikler. Balıklar o plastiklerden yemiş. Biz de balıkları yemişiz. Böylece bedenimize ve beynimize de ulaşmış plastik partikülleri.
Plastiğin tehlikesi şu. Doğada ancak çok uzun yıllar sonra çözülebiliyor. Vücudumuz muhteşem bir fabrika. Her şeyi dönüştürüyor. Fakat bu kadar çok plastiği hazmedebilir miyiz bilemiyorum.
Tahminim o ki biz yediklerimizi dönüştürdüğümüz kadar yediklerimiz de bizi dönüştürüyor. Yakında yanaklarımız plastik dolarsa ya da pazularımız hiç şaşırmam. Gerçi yerine göre plastiğimsi bir madde vücudumuza zerk edebilen bir branşın oluştuğunu biliyoruz artık. Plastik mutlak kötüdür demiyorum. Şu anda kullandığımız telefon ve bilgisayarda da plastik malzeme var. Fakat plastik her şeyi ele geçirirse işte o fena. Plastik insanlar, plastik ilişkiler, plastik giysiler, plastik evler, plastik arabalar, plastik içecekler. Zaten var dediğinizi duyar gibiyim.
Taş çağı, demir çağı, bakır çağı, çelik çağı, porselen çağı gele gele plastik çağına geldik. Esnek, şeffaf, dayanıklı, uzun ömürlü ve tehlikeli.  
Bunun çaresi var mı. Ya da buradan dönüş var mı. Bunun cevabını bilemiyorum. İnsanî her problem gibi çok bilinmeyenli bir denklem işte!
Aslında her problemin radikal bir çözümü vardır. O da tamamen vazgeçmek, problem oluşturan şeyi tamamen ortadan kaldırmak, İskender’in Gordion düğümünü ortadan ikiye ayırması gibi. Birisi çıkıp diyebilir ki uygarlık bizi doğal olandan koparmıştır, binaenaleyh ortaçağımıza geri dönelim. Eh, bu da bir çözümdür; imkânsız olanından. Birisi daha çıkıp diyebilir ki hiç frene basmaya gerek yok, inceldiği yerden kopsun. Bu çözüme benzeyen bir çözümdür. Ben de ortadaki sandalyeye oturup, ihtiyaç kadar kullanalım, plastik tüketimini azaltalım ve dahi bu fikrimi plastiğimsi bir afişe yazıp farkındalık bile oluşturabilirim. Bir başkası da benim afişime nispet olsun diye daha büyük bir afiş yaptırıp bir binanın alnına yapıştırabilir. Bu böööyle uzayıp gider ve biz de bu yaşlı gezegenimiz için bir şeyler yapmış olmanın mutluluğuyla evlerimize dağılabiliriz.
İsim konusunda hala arayıştayızdır. Eve dönerken bir kocaman tabela dikkatimizi çeker. Üzerinde şöyle yazıyordur. ‘Kayıtımsı kayıtsızlık çağına’ hoş geldiniz. İsim konusunda hala arayıştayızdır. Belki de bu çağ isimsizdi. İsim konusunda çaresizliğimiz bundandır. Yüz isim bulsak da hala isimsiz.