Felsefe Atölyesi-I

Yaşar ATLI

     Felsefe hayretle mi başlar yoksa soruyla mı?  Şüpheyle mi ya da istihzayla mı, her şeyi merak etmekle mi?
      Soralım mesela, neden her şey böyledir de başka türlü değildir, başka türlü olabilir miydi. Evrende kaos mu hakim, düzen mi? Her şeyin arkhesi, kökeni su mu, hava mı, başka bir şey mi? Biz, şeyleri bilebilir miyiz? Bildiğimiz bilgimizden ayrı mıdır? Bildiğimizi başkasına anlatabilir miyiz? Bir devlet düzeni nasıl olmalıdır? En doğru, evrensel hukuk kaideleri var mıdır? İnsanın metafizik kaygılarının kaynağı nedir? Diller nasıl oluşmuştur?  Güzellik algısı evrensel midir, yoksa renkler ve zevkler tartışılabilir mi, güzelliğin beş par’etmez mi, estetiğin, sanatın bir felsefesi var mıdır? Sorular, sorular, sorular…
       Felsefede cevaplardan daha çok belki de sorular daha ön plandadır. Belki de şöyle diyebiliriz; felsefe, soruların da sorusudur.  Bu sorulardan da birer ontoloji, epistemoloji, siyaset felsefesi, ahlak felsefesi, sanat felsefesi, bilim felsefesi, hatta aklınıza gelebilecek hemen her şeyin felsefesi doğmuştur diyebiliriz. Ne yani şimdi ben ellerimi şakaklarıma dayayıp kös kös düşündüğüm zaman felsefe mi yapmış oluyorum derseniz, bunun cevabını siz verin derim. Ama ilk filozoflar pek de öyle elini şakağına dayayıp düşünmüşe benzemiyorlar. Zira her biri matematik, geometri, astronomi alanında çalışmalar yapmış, doğa felsefecileri denilen zevattan.
      Milet okulu ki bugün bizim topraklarımız üzerindedir, Thales, Aneksimenes, Aneksimandros doğa filozofu olarak kabul edilirler. Hatta onlara birer bilim insanı olarak bakabiliriz. Çok erken bir hüküm olacak ama bir insan bilim insanı değilse sırf düşüncelerinden dolayı ona filozof diyebilir miyiz bunu tartışmamız lazım. Mesela Tolstoy bir hayat filozofudur ama yine de filozoflar sırasından sayılmıyor. Peki Sartre bilim insanı mıdır, değilse Sartre’ye filozof diyemez miyiz? Belki filozofun tanımı da zamanla değişmiştir.      Filozof gün gelmiş bilim insanı olmuş, entelektüel olmuş, bir düşün adamı olmuş, eylem adamı, yazar, akademisyen, şair olmuş.  O halde pekala Tolstoy’a filozof diyebiliriz. Belki de felsefenin en önemli özelliği böyle dinamik olması ve kendi zıddını da içermesi ve hatta yeri geldiğinde kendini nakzetmesi.
       Gerçi yukardaki hükmümüzü felsefe kelimesinin kendisi de nakzediyor. Bilgelik sevgisi diye çevriliyor. Hayat üzerine, erdem üzerine büyük laflar etmek mi. Acaba yanlış mı çeviriyoruz. Bilgi sevgisi, bilgiyi istemek, her türlü bilgiyi. İnsan doğal olarak bilmek ister, merak eder. Nedenleri kavramak, ilk nedenleri bilmek ister. Aristo’nun metafiziği budur.
Şimdi felsefenin nereli olduğunu sorabiliriz. Felsefe Yunanlıdır. Hiç şüphesiz ki bir Hint felsefesi, Çin Felsefesi, İslam felsefesi vardır. Fakat felsefe aslen Akdenizlidir. Braudel’i okumadım. Onun için Akdeniz’in ticaret için ne kadar mümbit bir yer olduğunu, farklı kültürlerin buluşması için güzel bir havuz olduğunu, ticaretle gelen refahın sanata ve felsefeye imkân sağladığını okumadım.
       Yunan devlet teşkilatının ne kadar demokratik olduğunun ve farklı seslerin de çıktığının bilgisine de sahip değilim. Fakat bugüne kadar okuduğum ve edindiğim izlenim felsefenin ana yurdunun Grek medeniyeti olduğudur. Yukardaki bilgileri bulmak için Braudel’e gittim ama bakın ne buldum. O da Febvre’den bulmuş. ‘Zihinsel alet kutusu.’ Çok kullanışlı değil mi? Şuracıkta dursun, belki bir gün işimize yarar. (Uygarlıkların Grameri, s. 46 Ankara, 1996.)
       İlk filozoflardan Thales milattan önce 550’lerde ölmüş. Ege’de doğmuş, Mısır’a gitmiş. Her şeyin arkhesinin su olduğunu söylemiş. Tabi bu su, Herakleitos’un bir nehirde iki defa yıkanamazsın dediği su değildir.  Thales gölge boyundan piramitlerin boyunu ölçmüş. Matematik, geometri öğrenmiş. Hatta yıldızları izlerken önündeki kuyuyu göremeyip içine düştüğü rivayet edilir. Galiba felsefe biraz da istihzadır. Ziya Paşa da dalgasını geçmiş.
   Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim
    Gaflet ile görmez kuyuyu reh-güzârinda.
    O halde insan, felsefe yapan bir varlıktır.