Rumeli Vatandı

Kazım GERMİYANOĞLU kgermiyanoglu@hotmail.com

     Avrupa’da meydana gelen gelişmelere karşı ilgisiz kalan ve birbiri ardına yaşadığı isyanlar, ihtilaller ve darbelerle iyice sarsılan Osmanlı Devleti, 20. Yüzyılın başlarında birlik ve beraberliğini kaybetmiş gerek devlet yöneticileri ve gerekse aydınlar arasında ırki üstünlük ve makam mevki hırsına dayanan kıyasıya bir mücadele başlamıştı.
      Ardı arkası kesilmeyen isyanlar, 93 Harbi, Trablusgarp Savaşı ve ardından Balkan Savaşı…  Rumeli’de Sırplarla yapılan Kumanova Savaşı. İhanetler ve çekişmeler sebebiyle kaybedilen bu son savaş ile Balkanlarda beş yüz yıldır devam eden Türk hakimiyeti de kesin olarak sona ermişti. 54 zabit şehit olmuş, 128 zabit yaralanmış, 212 zabit ise savaş meydanından kaçmıştır. Evet maalesef kaçmışlardır. Koskoca Devlet-i Aliye’nin orduları yenilmiş perişan bir halde kaçmışlardır. Zabitlerinin savaşmak istemediği, kumandanların ve askerlerin savaştan kaçtığı bir ordu elbette ki yenilecektir.
Peki, subayları, askerleri kaçan bir milletin sivilleri ne yapardı? Hemen bırakıp gidebilirler miydi ki hatıralarla dolu güzelim ata topraklarını, yurtlarını, yuvalarını… Sarıldılar silâha, ama ne mümkün karşıdaki düşman bir değil, iki değil, üç değil; Sırp’ı, Bulgar’ı, Yunan’ı, Rum’u hepsi birlik. Hepsi de asırların kiniyle dopdolu. Bir de onlara katılan Arnavut’u, Makedon’u, Kosovalısı…

      Yakın tarihimizde yaşanan büyük acı ve elem dolu bu olayları bizzat kahramanlarından dinleyip romanlaştırarak okuyucularına sunan değerli araştırmacı- yazar Mikdat Topçu Beyefendi’nin büyük bir ibretle okuduğumuz “Makedonya’da Batan Güneş-Kışla Mahallesi Direnişi” adlı romanının devamı olan “Rumeli Vatandı” adlı yeni romanı, geçtiğimiz aylarda Boğaziçi Yayınları arasında yayınlanarak okurlarının istifadesine sunuldu.
     “Makedonya’da, Manastır’ın Kışla Mahallesi’ndeki güzel konaktan, İstanbul Eyüp’teki Sofular Mahallesi’ne ve Zeyrek’te dar bir sokaktaki mütevazı eve ve oradan da Fatih- Kıztaşı’ndaki Yusuf Ziya Paşa Konağı’na uzanan hazin bir göç hikâyesinin anlatıldığı “Rumeli Vatandı” romanının kahramanı Muallim Emin, Bulgar çetelerinin ellerinden kurtulup uzun ve çileli bir yolculuktan sonra Kumanova Savaşı’nı kaybeden Osmanlı Batı Ordusu’nun çekilmiş olduğu Güney Arnavutluk’taki kışlasına ulaşır. Osmanlı Batı Ordusu’nun son kalıntısı olan bu yaralı, sakat askerlerden meydana gelen ordu, 19 Haziran 1913 tarihinde Seman İskelesi’nden hareket eden Gülcemal Vapuru ile Rumeli’den ayrılmaktadır. Bu son Osmanlı ordusunun da ayrılmasıyla Balkanlardaki Türk hâkimiyeti kesin olarak sona ermektedir.
            Burada ağabeyi Binbaşı Kâmil Bey ile buluşan Muallim Emin, annesi Zülfiye Hanım ve kardeşleri Halime, Hamide ve Hasibe’yi bulmak için İstanbul’a gelir. İstanbul’da ailesine sahip çıkan Yusuf Ziya Paşa ve oğlu Yüzbaşı Süreyya ile karşılaşır. Yusuf Ziya Paşa, Enver Paşa’nın yakın arkadaşlarındandır ve büyük pişmanlık içindedir.
Muallim Emin, Rumeli’de yaşadıklarından büyük azap duyuyor ve muallimliğin verdiği alışkanlıkla konuştukça konuşuyordu:
            - Devlet hiçbir zaman asıl tebaa olan biz Türklere itibar etmedi. “Siz Türk’sünüz, bu vatanın asıl tebaası sizsiniz!” demedi. Öteden beri büyük hatalar yaptı. Bizler Türklüğümüzle hiçbir zaman gurur duyamadık. Rumeli’de Türkün esamisi hiç okunmadı. Bu sebepledir ki isyan başlayınca Türkler, hepsi başka milletten olan isyancılara karşı vatanı koruyacak ruh üstünlüğüne, birlik ve beraberliğe sahip olamadı.  Ordularımız bunun için yenildi, Rumeli’yi bunun için kaybettik. Ordudaki paşaların bile Türk’ün millet olarak varlığına itibar etmemeleri, gayri Müslimlerin özgürlük mücadelesi verdiklerini bildikleri halde kendi milliyetlerini tanımamaları, üstelik hâlâ Tebaa-i Osmani siyasetinden yana olmaları yüzünden vatanımızı kaybettik. Bu hata çok önceden devletimizin yanlış eğitim siyasetiyle başladı. Bugüne kadar mekteplerde, medreselerde Türklere “Türk” demeyi yasaklamışlardı.  Devlet; Arnavut’a Arnavut, Rum’a Rum diyordu, sıra Türklere gelince, “Osmanlı” diyordu.
            Onu büyük bir dikkat ve hüzünle dinleyen Yusuf Ziya Paşa ne diyeceğini, nasıl cevap vereceğini bilemiyordu.  İttihat ve Terakki Fırkası devletin bütün bentlerini yıkmış, savaşa girmiş ve almış başını gitmişti. Bugüne kadar olanlar zaten olmuştu:
            -Enver Paşa benim sınıf arkadaşımdı, güvendiğim bir insandı, iyi bir vatanseverdi ama cemiyete girdikten sonra fikirleri değişti. Başkalarının, devletimiz üzerinde emelleri olan başka devletlerin kullandığı ajanların aklıyla hareket ettiğini düşünüyorum, dedi.”…
            Yazar, kahramanları konuşturarak, bize; 14. Yüzyılda fethettiği topraklardan Türklerin 500 yıl sonra nasıl çıkarıldığını, Avrupa’dan Türk geri çekilişinin neden ve nasıl yaşandığını, Rumeli gibi bir vatanı ve koskoca bir imparatorluğu kaybettiren talihsiz olayları, kendi duygu ve düşünceleriyle de harmanlayarak çok etkili bir biçimde beynimize nakşediyor.  
            Yıllar önce Bayburt’un düşmandan kurtuluşunu anlatan “Kadın Milisler” romanı ile yazarlığa adım atan Değerli Mikdat Topçu, daha sonra Ahıska Türkleri’nin sürgününü anlatan “Menemşe-Ahıska Sürgünü” romanı ve ““Makedonya’da Batan Güneş- Kışla Mahallesi Direnişi” adlı birbirinden kıymetli iki romanı ve nihayet en son yayınlanan “Rumeli Vatandı” adlı çok kıymetli romanıyla, bizlere bugünkü ve gelecekteki nesillerin istifade edebileceği çok değerli eserler kazandırmıştır.
            “Nedense tarihî roman yazmayı seviyorum. Toplum hayatımızın kuvvetli olması için insanların tarih bilincine sahip olmasını çok önemsiyorum.” diyor romanının sunuş yazısında Değerli Mikdat Topçu.
            Elbette ki, bugün karşı karşıya kaldığımız birçok sorunun nedenlerini yakın tarihimizde bulabiliriz. Yeter ki okumasını, düşünmesini ve ders almasını bilelim. Ama maalesef toplum olarak bu konuda çok yetersiz olduğumuzu ve yaşanan olaylardan ibret alıp gerekli dersleri çıkarma konusunda Allah’ın bize bahşettiği en kıymetli nimet olan aklımızı yeterince kullanmadığımızı itiraf edelim.
            Ama yazar umutlu; “İnanıyorum ki gelecek nesiller bu romanlardan, Türk milletinin şu anda bulunduğu coğrafyayı elinde ebediyen vatan olarak tutabilmesinin nasıl mümkün olabileceği konusunda dersler çıkaracaktır. Romanda anlatılan olayların geçtiği toprakları gezdiğimde kendi kendime nasıl da hayıflanmıştım! “Sen ne yaptın be Osmanlı?” diye nasıl da haykırmıştım! O muhteşem güzellikteki vatan toprakları düşmana nasıl bırakılabilirdi? Türklerin o toprakları bırakıp geri çekilmesi, Anadolu coğrafyasına hapsedilmesi nasıl kabul edilebilirdi?” diyerek içinde kopan fırtınaları, yazıya dönüştürüp sayfalara nakış nakış işleyerek devam ediyor: “Vatanımın savunulması, Türk milletinin bu topraklarda hür olarak yaşaması benim için dünyadaki her şeyden daha önemlidir, daha mukaddestir.”
            Evet, vatanımızın savunulması ve ezelden beri hür yaşamış Türk milletinin ebediyen bu topraklarda hür ve bağımsız olarak yaşaması bizim için her şeyden daha önemlidir.
Yazdığı birbirinden güzel ve değerli eserleriyle bizi, o acı ve ıstırap dolu günlere, kutsal ata topraklarına götüren, devletimizin Avrupa’dan geri çekilmesine ve bu acı ve elem dolu günleri yaşamasına sebep olan tarihî olayları aydınlığa çıkaran Değerli Dostum Araştırmacı-Yazar Mikdat Topçu’ya ne kadar teşekkür etsek azdır. Asıl mesleği Serbest Muhasebeci- Mali Müşavirlik olan yazar, yazdığı bu değerli eserleriyle bizlere birçok mesajlar verip, önemli hatırlatmalarda bulunuyor.
Bu nadide romanları mutlaka okuyalım/okutalım.