Dünya Sürgünü Bitti mi Üstad?

Cüneyt AYBEY caybey@mynet.com

Şair, yazar, mütefekkir Sezai Karakoç üstadı kaybettiğimizi teessürle öğrendim. Yaşayan bir efsaneydi kendileri. Güzel adamlar dünyamızdan bir bir ayrılıyor. Artık daha çok yalnızlaştığımızı hissediyorum. Sezai Karakoç üstadın yaşadığını bilmek bana nedensiz bir sevinç verirdi. Hatta onunla aynı devirde yaşıyor olmak bile benim için bir onur vesilesi, bir mutluluk kaynağı ve bir gurur sebebiydi.  Önceleri Üstadın ölümünü duyarsam üzülürüm diye içimden geçirirdim. İşte şimdi o haber geldi ve ben gerçekten üzüldüm. Kendisiyle hiç tanışmamış olsam bile sanki bir yakınımı kaybetmiş gibi üzüldüm. Nasıl üzülmem ki, edebiyatımızın koca bir çınarı gitti, fikir dünyamızın bir yıldızı kaydı.    
Sezai Karakoç edebiyatımızda çok önemli kilometre taşlarından ve de dönemeçlerinden olan İkinci Yeni olarak adlandırdığımız şair grubundandı. Ve bu grubun yaşayan son şairiydi. Üstad hem İkinci Yeni şairlerindendi hem de Yedi Güzel Adam’dan biriydi. Hem İkinci Yeni temsilcisi olmak hem de Yedi Güzel Adam’dan biri olmak değme şairin harcı değildir. Ancak Sezai Karakoç gibi dev şahsiyetlerin  olabileceği bir şeydir. Yedi Güzel Adam’dan ise sadece Rasim Özdenören ağabeyimiz kaldı. Rabbim ona uzun ömürler versin.
Sezai Karakoç daha 18 yaşında Mülkiye’de öğrenci iken edebiyatımızın en güzel şiirlerinden biri olan Mona Rosa şiirini yazmıştır. Bu şiir daha basılmadan dilden dile tüm ülkeyi dolaşmıştır. Ve şairine hak ettiği övgüyü kazandırmıştır.  Edebiyatımızın en güzel akrostiş şiirlerinden olan Mona Rosa şiirinde her kıtanın ilk harfleri “Muazzez Akkayam” ismini oluşturur. Bazı geceler uyumadan önce bu şiiri ninni gibi ezbere okurdum. Ve böyle mükemmel bir şiir 18 yaşında bir genç tarafından nasıl yazılabilir diye çok düşünürdüm. Merhum Bahaattin Karakoç’un da “Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman” isimli enfes bir şiiri var. Bazı yorumlarda bu şiiri yazabilmek için ermiş olmak gerek diyorlar.  Aynı onun gibi Mona Rosa’yı da yazabilmek için belki ermiş olmak gerekir diye düşünüyorum.
Sezai Karakoç üstad modernite ile geleneği aynı çizgide buluşturabilen ve de modern şiir diliyle kadim hakikatleri söyleyebilen devi bir şairdi.  Bu sebeple İkinci Yeni şiir anlayışını İslam düşüncesine bağlayan ve Türk şiirini metafizik bir esasa oturtan şairdir. Aynı zamanda Fransızca şiir söyleyebilecek kadar bu dile hakimdir. İslam’ı yorumlayıp hayat felsefesi haline getiren Yunus Emre, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Fuzuli, Şeyh Galip, Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek çizgisinin günümüzdeki en büyük temsilcisiydi.   
“Diriliş” kelimesi onun hayatında çok büyük bir öneme sahiptir. 1966 yılında çıkardığı aylık düşünce ve edebiyat dergisine “Diriliş” adını vermiştir. O Müslüman dünyasının yeniden bir dirilişe geçmesi için ömrünü harcamış büyük bir dava adamıdır. Hatta sadece dava adamı değil milyonlarca dava adamı yetiştiren büyük bir şahsiyettir. Diriliş adıyla parti de kurmuştur. “Diriliş Neslinin Amentüsü” isimli muhteşem bir eser de yazmıştır.  Hızırla Kırk Saat, Taha’nın Kitabı, Gül Muştusu, Körfez, Şahdamar, Zamana Adanmış Sözler, Ayinler, Leyla ile Mecnun, Ruhun Dirilişi, İslamın Dirilişi, Kıyamet Aşısı önemli eserlerinden bazılarıdır.  Şiir, hikaye, deneme, inceleme, fikir kitabı türünde onlarca eder yazmıştır. Ama biz cahillik edip çoğu eserini okuyamadık.          
“Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine” isimli enfes bir şiiri vardır. O şiirde “Uzatma dünya sürgünümü benim” şeklinde bir mısra geçer.  Sezai Karakoç üstadımıza Rabbimden gani gani rahmet diliyorum, mekanı cennet olsun, makamı ali olsun inşaallah.