Yaşı Geçmiş Ya da Kartlaşmış

Ahmet İNCE gordesgazetesi@gmail.com

            An itibarıyla, sıkça konuşulan ve üzerinde yorumlar yapılan bir konu var: Ülkenin nüfusu. Sayısal olarak değil, nitelik olarak hızla yaşlanan demografik yapı kaygılara neden oluyor. Hükümet bir dizi tedbirler almaya, teşvikler sunmaya çalışıyor ama nafile. Zira böyle bir vakıa, uzun zamanlı sosyolojik gelişmelerin sonucudur.
            Bir ülkenin demografik yapısı, sadece sayısal nüfusuyla ölçülmez. Nüfus ortalaması ne kadar genç ise ülkenin dinamizmi ve gücü, o kadar verimli olur. Ekonomik faaliyetlerden sosyal faaliyetlere uzanan çizgide, genç nüfus yapısı hayati derecede önem taşır.
            Bilimsel araştırmalara ve resmi verilere bakıldığında, ortada vahim bir durum var. Birincisi, evlilik yaşı hızla yükseliyor. İkincisi, çocuk yapma sayısı hızla düşüyor. Peki neden? Bu sorunun cevabı, ülkenin son 40 yılda yaşadığı siyasi ve sosyal değişimde yatıyor. Bunu anlamadan ve irdelemeden, bugün yaşlı nüfus meselesine çare bulmak mümkün değildir.
            Bunu, yaşadığım tecrübelerle anlatmak istiyorum.
            60 yıllardan itibaren, ticari hayatın içinde oldum. Mesleğimiz manifaturacılıktı. En önemli müşteri kaynağımız düğüncülerdi. O yıllarda düğün yapacak olanlar, gelir pırtı keserdi. Pırtı, düğün malzemesiydi. Uzun yıllar, yüzlerce ve belki de binlerce pırtı kestik. Bu vesileyle tarafların düşüncelerini, hayata bakışlarını ve evlilik hassasiyetlerini öğrenme imkânım oldu.
            Köy, kasaba, şehir merkezi fark etmiyordu. Vatandaşın en büyük kaygısı neydi biliyor musunuz? Oğlanı evlendirmek, kızı çıkarmak. Anne baba bunun gerçekleştirdi mi, dünyada onlardan bahtiyarı olmazdı.
            Kızlar için, evlenme yaşının üst sınırı 20 idi. Bu sınırı geçen kızlara, “yaşı geçmiş” tanımlaması yapılırdı. Hele gecikme birkaç yıl daha uzarsa, “evde kalma” tehlikesi baş gösterirdi.
            Erkeklerde, askeriliğini yapmış olma şartı aranırdı. Delikanlı askerden gelir gelmez, kendisine kız aranırdı. Vakti geçirmek tehlikeliydi. Şayet vakit uzar, delikanlı 25 yaşlarına gelirse, bu defa “kartlaşmış” damgası yerdi. Böylece evlenebilmesi zorlaşırdı.
            Dolayısıyla anne babalar; toplumda kabul gören bu yaş limitlerini aşmadan, çocuklarını evlendirirlerdi. Genç yaştaki bu evliliklerden, en az iki çocuk sahibi olurdu aileler. Sayı üçe, dörde bile çıkardı.
            O yıllarda insanların topraktan karnı doyar, hayvancılıktan mal mülk sahibi olurdu. Okuyan okur, okumayan memleketinde rahatlıkla geçinebilirdi. Evlenen genç çiftler, faaliyetlerinde anne ve babaları tarafından, maddi ve manevi olarak desteklenirdi. Bu sebeple, çocuk yapmada hiçbir kaygı taşımazlardı.
            Son 40 yılda, Türkiye hızlı bir şehirleşme süreci yaşadı ve halen yaşıyor. Kırsal bölgeler, ekonomik kaygılar yüzünden şehirlere aktı. Toprağında mutlu olamayan milyonlarca genç, köyünü ve kasabasını terk ederek şehirlerde işçi oldu. Hiçbir siyasi iktidar, yaşanan bu süreci okuyamadı. Bunun yanında, yine büyük bir kesim, siyasete yapışarak devlet kademelerine yerleşti. Kimisi memur, kimisi meslek sahibi olarak şehirleri mesken tuttu.
            Şehirde yaşamanın bir maliyeti vardı. Genç kızlar; evlilikten önce, hayatını garanti altına alacak arayışlara girdi. Evlilikten önce kariyer dedi. Genç erkekler keza öyle. Aileyi besleyebilecek bir iş gücüne sahip olmadan, evliliği düşünemez hale geldi.
            Böylece Anadolu insanının; oğlanı evlendirme, kızı çıkarma geleneği tuzla buz oldu. Dolayısıyla evlenme yaşı, hızla yukarılara çıktı. Şehirleşmenin ve teknolojinin getirdiği imkânlar sayesinde, kız arama ve isteme hikâyesi tarihe karıştı. Gençler anlaşıp evlenmeye karar verdiklerinde, ebeveynlere sadece tasdikleme görevi kaldı.
            Bu tablo bugün itibarıyla, şöyle bir ürkütücü sonuç ortaya çıkardı. Evlilik yaşı 30, çocuk edinme yaşı 35. Peki kaç çocuk? En fazla bir çocuk.
            Günümüzün iktisadi şartları dikkate alındığında, siz gençlere hemen evlenin, en az üç çocuk yapın diyebilir misiniz? Deseniz bile, bu gençler sizi dinler mi? Size düğün yardımı, çocuk yardımı yapacağız deseniz, ikna olurlar mı?
            Bu ülkenin sosyo-ekonomik hiçbir sorunu, bilimsel verilerle ele alınmadı. Başka bir deyişle, iktidarlar bilimsel verilere hep kulaklarını kapattı. Nüfus meselesi bunların başında gelir. Bugün nüfusumuz yaşlanıyor diye söylenmenin ve kaygılanmanın, bir karşılığı olmadığı gibi, bir anlamı da yoktur.
            Yani 40 yıl önce başlayan gelişmeleri fark edip, gerekli tedbirleri almak ve bugünü yaşamamak mümkün müdür? Elbette değildir. Sosyo-ekonomik yapısı son derece sancılı ve çalkantılı olan ülkemiz; bu durumdan kurtulmadıkça, nüfusunu gençleştirme hamlesini başarabilir mi?
            Başaramaz. Neden mi diyeceksiniz? Çünkü bu konudaki dert bir değil.
            Resmi olarak açıklanan rakamlara göre; ‘ev genci’ konumunda, yaklaşık 5 milyon genç varmış. Kimmiş bu ev gençleri? Eğitimi bırakmış, iş aramayı bırakmış, ana baba evinde kalan gençler bunlar. Ev gençlerinde kızların oranı, erkeklerin üç katı kadarmış. Yaş ortalaması ne kadarmış bilmiyorum. Bu konuda bir resmi veri yok. Bu gençler ne zaman evlenir, ne zaman çocuk sahibi olur bilinmiyor.
            Bir başka derdimiz daha var, nüfus yapımızla ilgili olarak. Ama pek gündem yapılmıyor.
            Başta Suriyeliler olmak üzere, mülteci sorunumuz var.
            Kucağında 1 çocukla gelen Suriyeli aileler, bugün 4–5 çocuk sahibi. Araştırmalar, mültecilerdeki bu doğurganlık oranına dikkat çekiyor. Mesela 20–30 yıl sonra, bu mülteci nüfusu ne kadar olur? Ülke nüfusunun yüzde kaçını teşkil eder? Bunları düşünen var mı? Geleceğe dönük projeler hazırlanıyor mu?
            Nüfusumuz son 40 yılda, nereden nereye geldi. Gerçekten düşündürücü ve gerçekten kaygı verici.