Oğuldurukta Bir Habercilik Hikayesi

Ahmet İNCE gordesgazetesi@gmail.com

            Gazeteciliğe başladığım ilk günün ilk sayısında, şöyle demiştim; “Gördes’in sesi ve nefesi olmaya talibim.” Neden böyle bir iddiada bulundum? Çünkü bu şehre sevdalıydım. İnsanlarındaki kişiliğe hayrandım. Kadim bir maziye sahipti bu şehir ve ben ona tutkundum.
            Gazetecilik haberciliktir. Şehrin, köylerin derdini biliyordum. Çünkü bu şehri yaşıyordum. Ticarette, ziraatta, sosyal hayatta bu insanlarla beraber oldum. Onların nice çözülmeyen dertleri vardı. Habercilik anlayışımı, bu dertler üzerine inşa ettim. Sırası geldi, köşe yazılarıyla feryatta bulundum.
            Şehrin hiçbir meselesi, köylerin hiçbir derdi yoktur ki çözülmesi konusunda emeğim ve gayretim olmasın. Kaleme alsam bunları, iki üç kitap olur. Geride kalan yıllar, nice hatıralarla dolu. Geriye dönüp bakıyorum, hüzün ve gurur bulutları ruhumu kaplıyor. Ama onlardan bir tanesi var ki bugüne gelmemde, bana büyük heyecan ve güç verdi.
            40 yıl önceydi. Gazetecilikte daha üçüncü aydayım. Yıl 1985, aylardan Ekim. Oğulduruk köyünden bir gurup vatandaş yanıma geldi. Bir derdimiz var diye anlatmaya başladılar. Dertleri şöyleydi. Köyde çok sayıda insanda guatr vardı. Çocuklardan tutun yaşlılara kadar, çok sayıda vatandaşımız guatrla yaşamak zorunda kalmıştı.
            İlgili yerlere, siyasetçilere söylemediniz mi dedim. Gitmişler, anlatmışlar. Fakat arayan soran olmamış. 28 yaşındayım. Heyecanım kadar öfkelerim de yükseldi hemen. Siz gidin, ben yarın köye geliyorum dedim.
            Sağ olsunlar, ben köye vardığımda herkes kahvehanenin önündeydi. Onları tek tek dinledim. Çaresizdiler. Çoğunluk, içtiğimiz su yüzünden diyerek tepki gösteriyordu. Yaş guruplarına göre, tüm guatr hastası olanların sayımını yaptım.
            0–10 yaş arası 10 kişi, 10–20 yaş arası 27 kişi, 20–30 yaş arası 21 kişi, 30–40 yaş arası 10 kişi, 40 yaş üstü 10 kişi. Toplam 78 kişi.
            Arzuyla ve öfkeyle döndüm Gördes’e. Hemen haberi yazmaya başladım. Son derece detaylı ve dokunaklı bir haberdi. Gazetemin 26 Ekim 1985 tarihli 12. sayısında, baş sayfadan ve manşetten haberi şu şekilde verdim: “OĞULDURUKTA GUATR SALGINI”
            Haber ne ses getirir diye haftaları zor geçirdim. Derken haberden 1,5 ay sonra, kalabalık bir gurup yazıhanemin önünde beliriverdi. Ahmet İnce kim diye soruyorlardı. İl Sağlık Müdürlüğünün talimatıyla, bir sağlık ekibiydi gelenler. İlgili haberiniz üzerine Oğulduruk köyüne gidiyoruz, sizi de davet ediyoruz dediler.
            Köye vardık. Herkes meydana geldi. Sağlık ekibi taramalara başladı. Çoğu hastaların ameliyat olması gerekiyor, ancak maddi imkânsızlıklardan olamıyordu. Bir yerde guatr salgını tanımlaması olması için, guatr oranının %6–7 civarında olması gerekiyordu. O günkü ölçümlerde bu rakam, Oğuldurukta %50 olarak tespit edildi. Yetkililer hemen, ilk planda içme suyundaki iyot yetersizliğini tespit ettiler.
            Sevinçle Oğulduruktan ayrıldım. Gelişmeleri gazetemin 16 Aralık 1985 tarihli 19. sayısında, baş sayfada yine manşetten şöyle verdim: “YAYINIMIZ ÜZERİNE OĞULDURUKTA GUATR TARAMASI YAPILDI.”
            Bu Oğuldurukla ilgili ikinci haberimdi.
            Neticede, Oğulduruk köyünün yeni bir içme suyuna ihtiyacı vardı.  Hazırlanan raporlar, bu gerçeği ortaya koymuştu. Benim için önemli olan buydu. Dert gündeme gelmiş ve yetkilileri sorumluluk altına sokmuştu. Konunun takipçi olmaya devam ettim.
            Bu ısrarlı yayınlardan tam 10 ay sonra, Oğuldurukta mutlu sona ulaşıldı.
            Malaz dağı eteklerinde Baltaşı mevkiindeki suyun, laboratuar tahlilleri olumlu çıkınca, suyun köye getirilmesine karar verildi. 5250 metrelik boru, devlet tarafından karşılandı. Köylüler imece usulü çalışarak, 28 günde suyu köye getirmeyi başardı.
            Gazetemin 20 Ekim 1986 tarihli nüshasında, bu mutlu sona şöyle manşet attım: “OĞULDURUKTA SU GELDİ, YÜZLER GÜLDÜ.”
            O haberin sonunda şöyle yazmışım; “ Gazete olarak, onların ne çektiğini biz biliriz. Öyleyse sevinin sevgili Oğulduruklular. Çünkü sevinmek sizin hakkınız.”
            Beni bunun kadar mutlu eden, bir başka olay oldu. Dönemin iktidardaki Anavatan Partisinin Gördes ilçe başkanı, merhum Mehmet Kaya yanıma geldi. Şöyle dedi; “Biz uğraştık dinletemedik. Senin haberlerin yetkilileri harekete geçirdi. Sana teşekkür ediyorum, eline emeğine sağlık.”
            Bu hikâyeden sonra, Oğulduruk Anavatan Partisinin kalesi oldu. Bana da köyümün derdi çözüldüğü için, tarifsiz bir mutluluk kaldı.
            Oğulduruktaki hikâye ile başladım, bugünlere geldim.
            Siyasetçilerin gevşek davrandığı dönemlerde, şehrin meselelerini gündem yaptım. Onları teşvik ettim ve yardımcı oldum. Aktif siyasetçilerin marifetlerini manşetlerime taşıdım, takdir ve gayret dolu yazılar yazdım. Her siyasi partiye kucak açtım. Kimseye ayrım yapmadım. Yeter ki Gördes kazansın, halkım mutlu olsun istedim.
            90’lı yıllarda, Gördes’te tefeci rüzgârı esti. Yüzlerce insan büyük mağduriyet yaşadı. Köyümüzün biri, ismini vermiyorum, tefecilerin elinde satışa çıktı. Ölüm tehditlerine aldırmadan, tek başıma bu gazeteyle mücadele verdim. Ve o köy satılmaktan kurtuldu. Yeni kuşaklar atıp tutuyor. Sorsunlar araştırsınlar, geçmişte neler olmuş.
            Kırk yıldır Gördes-Akhisar yolunu yazıyorum.
            Muhammet Akyolun hakkını verelim,  yol için çok uğraştı ve mücadele verdi. Yetkililerle görüşürken, gazetemizin yol haberlerini gösterdi hep. Geçen yıl Alaşehir’de, Ak Parti ilçe başkanı Halil Erden, Ulaştırma Bakanı Uraloğlu ile görüşmeye giderken, yol haberlerimizin olduğu bir arşiv götürdü yanında.
            Yol bizim derdimiz, bizim geleceğimiz. 2025 girdi, tek çalışma yok. 4,5 aydır bekliyorum. Kimseden ses yok. Son derece üsluplu bir haber yaptım. Karayolları yetkililerini açıklamaya davet ettim.
            Kulağıma kaçan kar suları vardı yol için. Ancak konunun hassasiyetini bildiğim için, onları haberde yazmadım. Her Gördes’li gibi, benim için de önemli olan yolun yapılması. Nasıl yapılırsa yapılsın. Siyasi faydasını elbette görenler olsun. Yeter ki yol yapılsın.
            Oğuldurukta başlayan habercilik ve memleketçilik hikâyemiz, 40 yıldır devam ediyor.