Hastane Günlüklerim (2.bölüm)

Gülruh DEMİREL gulruhdemirel123@gmail.com

Simitçi ve Çaycıyla O Günü Hiç Unutamıyorum
Yaşam aslında bize her an güzellikler sunuyor. Yeter ki biz onları görebilelim, fark edebilelim. Ben bu güzellikleri, bazen hastane odalarının sıkıcı duvarları arasında, bazen de Ankara sokaklarında buldum.
Ankara günlerimde oğlum Murat, gelinim Atiye ve torunlarım Elif ile Özge hayatımıza renk kattılar. Onların sevgisi ve desteği bize adeta şifa oldu. Ayrıca dünürlerim ve Ankara’da yaşayan yazlık komşularım, Gördesliler, “Biz buradayız, yanınızdayız,” diyerek gönlümüzü sıcacık tuttular. Bir tabak yaprak sarmasıyla hastane odasını ev ortamına dönüştüren bu güzel insanları unutmam mümkün değil.
Bir gün, hastaneden çıkıp biraz nefes almak için Samanpazarı’na doğru yürüdüm. Sokaklarda gezerken kendimi birden geçmişin içinde buldum. Küçük bir manifaturacının önünde rengârenk pazenler üst üste dizilmişti. Gördes’te babamın dükkânındaymışım gibi hissettim. Babamın raflara özenle yerleştirdiği basmalar, köylülerin “Mustafa abi, şu kırmızıdan iki fistanlık ölç bakalım,” sözleri kulaklarımda çınladı.
Biraz ileride “Yün atılır” yazısını gördüm, çocukluğumun 1970’li yıllarına döndüm.Annemin her yıl yünleri yıkayıp attırarak  Yumaşacık yün yataklarda uyuduğumuz zamanları, yanındaki elek ise  tarhana yaparken o tarhanaları ovaladığı günleri hatırlattı.
 Bir şapkacıya uğradım; yaşına rağmen hâlâ öyle hızlı ve düzgün şapka diken bir usta vardı ki hayran olmamak elde değildi. “Sizin bu meslek yaşamınıza ancak şapka çıkarılır,” diyerek gülümsedim. O an anılarım beni bambaşka bir zamana götürmüştü.
Bu nostaljik gezinti sonrası canım demli bir çay çekti. Ama yalnız içmenin tadı olmuyordu. İşte o sırada köşede duran bir simitçi gözüme ilişti. Küçük tablasına dizdiği simitleriyle “Sıcak simitlerim var!” diye sesleniyordu. Yanında genç bir çaycı, tepsisiyle “Var mı çay isteyen?” diye bağırıyordu. Sanki ikisi de benim için oradaydı.
Simitçiden bir simit alıp yakındaki banka oturdum. Çaycıya seslendim:
— İki çay, delikanlı!
Sonra simitçiye dönüp hafifçe gülümsedim:
— Buyurun, birlikte içelim, dedim.
Önce şaşırdı, mahcup bir edayla yaklaştı:
— Abla, sen buralı değilsin herhalde… Aslında benim sana ikram etmem gerekirdi, dedi.
Haklıydı. Tanımadığı birinin çaya davet etmesi,  pek alışık olduğu bir tavır değildi belki. Ama biz sohbet ettikçe aramızdaki mesafe kalktı. O bana hayatını anlattı; emekliydi ama geçinemiyordu. Ev kiraydı, dört çocuğu vardı. Sabah aldığı simitleri bitene kadar orada bekliyordu.
Onu dinlerken içim burkuldu. Yine de mahcup tavrı, dikkatle dinleyişi, bana kendimi değerli hissettirdi. Ben anlattıkça rahatladım, o da galiba aynı duyguyu yaşadı.
Vedalaşırken söylediği şu söz ise hâlâ kulaklarımda:
— Abla, her zaman buyur gel. Ben buradayım… Bir dahaki çaylar benden!
Evet, yaşam bize her an güzellikler sunuyor. Bazen bir tabak yaprak sarmasında, bazen de hiç tanımadığımız bir simitçinin mahcup gülümsemesinde…