Kazım GERMİYANOĞLU

Kazım GERMİYANOĞLU

kgermiyanoglu@hotmail.com

Yangın-77

19 Ekim 2019 - 17:43

Halil Efe bunları anlatırken kendinden geçmiş, sanki o anları yeniden yaşıyormuşçasına öfkelenmeye ve titremeye başlamıştı. Daha fazla konuşamadı, gözleri yaşlı olduğu halde kalkıp gitmek istedi.
İbrahim Ethem Bey, Halil Efe'nin elinden tuttu:
               - Otur bakalım, ben de konuşayım bir hele! Evet' Halil Efe, dediklerin doğru olabilir. Yalnız bu işler nihayet aramızda hallolunacak meselelerdir. Her zaman ve her vakit yanlışlık olabilir ve her an fena insanlarla karşılaşmak mümkündür. Fakat herhalde iyileri daha çoktur. Yanlışlıklarda er geç ve fakat mutlaka tashih olunur, işte Derviş Bey'in hareketi buna en büyük bir misaldir. En büyük bir âlicenaplık değil midir? Hak daima haktır. Bunda şüpheye mahal yoktur. Sen haklı mısın? Herhalde hakkını alacaksın. Şimdi bir iki kişinin hatası, bir işin yanlışlığı yüzünden esas vazifemizden ayrılmak doğru mu? Karşımızda pekiyi bilirsin ki bir düşman var ve bu düşmana karşı en çok mücadele eden ve kan akıtan da sensin! Şimdi bu düşmanı bırakıp bir iki kişinin yaptığına mı kızalım? Vatan, Millet gittikten sonra bizim kızmamız neye yarar?.. Rumeli'yi bıraktık. Anadolu' ya geldik. Anadolu'yu bırakıp nereye gideceğiz? Başka bir Anadolu var mı? Sen Rumeli faciasını gördün. İşte aynı facia şimdi karşımızda dikilmiş duruyor, ayni faciayı görmek istemezsin değil mi?
               Kaymakam Bey'in sözleri, Halil Efe'nin üzerinde hemen etkisini göstermişti:
- İstemem tabii Kaymakam Bey, ben onun için senelerce fişenk attım.
-Öyle ise mesele yoktur. Sana burada devlet, hükûmet vazife veriyor, Akıncı Müfreze Kumandanı olarak sen bu vazifeyi kabul edecek, evvelâ bu vazifeyi yapacak ve bu gâvuru kovduktan sonra diğer ufak işleri düşüneceğiz, değil mi?
- İyi ama benim namus ve şerefim nerede kaldı?
- Fakat evvelâ vatan, millet namusu!
Pehlivan Ağa derhal söze karıştı:
               - Halil seni kırmaz Kaymakam Bey, sen ne dersen o olur. Yalnız ben Halil' in derdini bilirim. Ankara' da ailesi parasız kalmıştır. (elini beline attı ve bir cüzdan çıkardı.) İşte benim bütün mevcudum budur. Sen ayır ve istediğin kadar Halil' in ailesine gönder, dedi ve cüzdanı Kaymakam Bey'e uzattı.
                Halil Efe:
               - Hayır, Dayı olmaz! Bunu kabul edemem!
- Dayın değil miyim Halil? Dost dar günde belli olur!
- Kaymakam Bey almayın! Hayır, ben kabul edemem, dedi tekrar Halil Efe.
Kaymakam İbrahim Ethem Bey:
               - Halil Efe, sen de olsan, Pehlivan'ın yaptığını yapardın. Bunda büyütülecek bir şey yok, diyerek dışarıya seslendi:
               - Ramazan Efendi!
               - Buyurun Kaymakam Bey!
               İbrahim Ethem Bey elindeki cüzdanı açtı, paraları çıkardı, saydı ve yarısını ayırarak Ramazan Efendi'ye uzattı:
               - Al şu bin lirayı, derhal postahaneye git, Ankara' da bulunan Halil Efe'nin ailesine gönder, dedi.
               Halil Efe:
               - Hayır! Ramazan Efendi dur!
Ramazan Efendi durdu, bir Halil Efe'ye bir Kaymakam Bey'e baktı. Kaymakam İbrahim Ethem Bey kaşlarını kaldırarak gözleriyle git git dercesine baktı. Ramazan Efendi parayı cebine koyup gitti.
Halil Efe yerinden kalktı, kapıya gitmek istedi ancak Pehlivan koluna yapıştı. Sımsıkı tuttu ve:
               - İyice acıktık, yemeğe gidelim, dedi.
- Doğru, dedi Kaymakam Bey; öğle olmuş neredeyse!
- Bize gidelim dedi, Parti Pehlivan. Üçü beraber Cemiyetten çıkarak Parti Pehlivan'ın evine doğru yürüdüler. Yolda sürekli Halil Efe'yi teskin etmek için konuştular. Eve vardıklarında da aynı konuşmayı sürdürdüler. İsyanın çözüm olmadığını, işleri daha da karıştıracağını, Ankara' da bulunan ailesini düşünmesini, birlik olma zamanı olduğunu, her şeyin mutlaka düzeleceğini anlattılar. Nihayet Halil Efe:
- Tamam' Fakat ben artık devlet işine karışmam ve bunun için silah da atmam, diyerek odadan çıktı.
               '
               Halil Efe, bir süre hiçbir şeye karışmadı, Gördes sokaklarında dolaştı durdu, ara sıra ava çıktı.
               Bir gün, kendisi gibi ava meraklı olan Gördesli Salih Çavuş ile av dönüşü Cevizlidere yakınlarından geçerken, duydukları silah sesleri üzerine atlarından indiler. Sanki yakınlarında küçük bir muharebe yaşanıyordu. Kendilerini yere atarak bir süre beklediler. Silah sesleri kesilmiyor aksine daha da şiddetleniyordu. Sessizce sürünerek yaklaştılar. İki küçük kayayı kendilerine siper ederek seslerin geldiği yöne baktılar. Biraz ileride, dörtnala koşan atının üzerindeki bir süvarinin, elindeki tüfekle etrafa kurşun yağdırdığını gördüler. Bir süre seyrettikten sonra, Halil Efe şaşkın bir ifadeyle:
               -  Vay canına be! Herif hiç affetmiyor, attığını vuruyor, tuz buz etti testileri! Dedi.
Salih Çavuş güldü:
-  Herif değil! Bu Makbule! Asker Makbule! Dedi.
Halil Efe'nin şaşkınlığı bir kat daha arttı:
-  N..n..ne? Asker Makbule mi? O da kim?
-  İşte Asker Makbule! Dedi Salih Çavuş ve gülmeye devam etti.
Halil Efe:
               - Kardeşim adamın canını sıkma! İyice merak ettim. Kim bu Asker Makbule? Diyerek kalkmak istedi. Salih Çavuş seri bir hareketle onu kolundan tutup çekti:
               -  Hışşşt! Sakın ses etme, ayağa da kalkma, bizi görmesin, fena bozulur yoksa!
               -  Ne yani! Burada böyle saklanacak mıyız?
               - Görünmeden sessizce çekip gidelim buradan! Dedi Salih Çavuş, Halil Efe'yi kolundan çekti. Hiç görünmeden geldikleri gibi sürünerek sessizce uzaklaştılar. Atlarının yanına varınca Salih Çavuş başladı katıla katıla gülmeye. Halil Efe gözlerindeki boş ifadelerle onu bir süre seyrettikten sonra:
               - Ee!.Bak kızmaya başladım Salih Çavuş! Kimdir, nedir, neyin nesidir bu Makbule? Çabuk söyle! Dedi. Ancak Salih Çavuş gülmekten bir türlü konuşamıyordu. Halil Efe çaresiz bekledi. Nice sonra Salih Çavuş kendine gelebildi ve anlatmaya başladı:
               - Ona, Ali Ustaların Makbule derler, diğer adıyla Asker Makbule! Annesi ve babası onu bir erkek çocuk gibi yetiştirdiler. Bir erkek kadar kuvvetli ve çeviktir. Aynı mahallede büyüdük. Arkadaşlarının da kendisi gibi yetişmelerini isterdi. Mahalledeki arkadaşları ona; ' Asker Makbule' adını takmışlardı. Haksızlığa hiç tahammül edemezdi. Böyle yapan arkadaşlarını hemen cezalandırırdı. Çocuklar onu gördükleri an, titrerlerdi. Büyük küçük herkes onu sever ve sayardı.  Önce babası Abdullah Efendi'yi kaybetti. Sonra en büyük ağabeyi Rasim, Arabistan savaşlarında şehit düştü. İki ağabeyi daha var. Ara sıra buradaki çiftliklerine gelip böyle atış talimleri yaptığı söylenir.
               - İyi de, neden konuşmama izin vermedin? Bir konuşsaydık!
               -Yooo! Aman ha! Bizim habersiz olarak kendisini izlediğimizi anlarsa, çok kızar, şakası yoktur.
               - Ne yani, bizi öldürür müydü?
               - Orasını bilemem; öldürür müydü, öldürmez miydi? Ama herhalde bizi biraz oynatırdı.
               Halil Efe başını salladı:
               - Allah! Allah! Ne günlere kaldık! Böyle bir şeyle de ilk defa karşılaşıyorum. Haydi gidelim!.
               Atlarına atlayıp yine sessizce oradan uzaklaştılar. Epeyce gittikten sonra bu defa da Halil Efe'yi bir gülmedir aldı. Atını durdurdu, iyice güldü, güldü ve:
               - Demek bizi oynatırdı ha! Ne oynardık değil mi karşılıklı? Millete şan olurduk.
               - Asker Makbule, Çete Reisi Halil Efe'yi oynatmış derlerdi.
               - Yalnız Halil Efe'yi mi? Gördes'in en ünlü avcısı Salih Çavuş'u da'
               -  Haklısın, nasıl bakardık insanların yüzüne?
               -  Şerefimiz on paralık olurdu!
               Böyle konuşa konuşa Gördes'e vardılar. Akşam olmuş, ortalık kararmıştı.

Bu yazı 1138 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum