Kazım GERMİYANOĞLU

Kazım GERMİYANOĞLU

kgermiyanoglu@hotmail.com

Yangın-64

12 Temmuz 2019 - 11:09

Bulutların arasından bir görünüp bir kaybolan ayın ışığında, hızlı adımlarla yollarına devam ederken, bir yandan da hararetli bir şekilde konuşmaya devam ediyorlardı.
               -Demek, Yunan gâvuru Gördes'i terk edip gitmiş! Ne zaman, nasıl geldiler? Bir anlat bakalım hele, dedi Gazi Mehmet.
               Sucukçuoğlu Ahmet Efendi; Yunanlıların nasıl geldiklerini, neler yaptıklarını, bir bir anlattı yol boyunca ve:
               -Bizim Kuvvacılar tekrar toplanmaya başlayınca korkularından defolup gitti kefereler' Diyerek konuşmasını bitirdikten sonra:
               -Eee' Şimdi sen anlat bakalım; altı senedir nerelerdesin? Hangi cephelerde bulundun? Neler yaşadın? Nasıl dönebildin? Diye sordu.
               Gazi Mehmet bir soluk alıp verdikten sonra anlatmaya başladı:
               -Evvelâ oğlum Süleyman gitti cepheye biliyorsun, üç ay sonra da ihtiyaten ben alındım. Doğru Çanakkale'ye vardık. Birden ateşin içinde bulduk kendimizi' Uzun zaman Süleyman'la görüşemedik. Nihayet bir gün buldum Süleyman'ı' Çetin bir mücadeleden sonra nihayet zaferi kazandık. Ondan sonra o bir yana, ben bir yana. Bir daha da haber alamadım Süleyman'dan' Beni önce Arabistan'a yolladılar, epey bir zaman da orada kaldık; İngilizle ve onlarla birlik olan isyancı Araplarla boğuştuk aylarca' Derken bizi bir de Mısır'a, Kanal'a gönderdiler. Uzun zaman İngilizle boğuştuk, çok uğraştırdık kâfiri, lâkin neticede esir düştük' Esaret' Çok sıkıntılı geçti esaretimiz' Gayrı buradan sağ çıkamayız, diyorduk amma Allah büyük' Esir mübadelesi sayesinde hürriyetimize kavuştuk. Evvelâ denizden sonra da karadan uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra, işte Cenâb-ı Hakk'ın yardımıyla şimdi buradayız'
               -Öldürmeyen Allah öldürmüyor'
               -Ya, öyle' Kim derdi ki; altı sene sonra tekrar memleketine, sevdiklerine, dostlarına kavuşacaksın! 
               -İnşallah Süleyman oğlumuz da döner gelir hayırlısıyla'
               -İnşallah Ahmet Efendi, İnşallah!
               Gördes'e girdiklerinde vakit bir hayli ilerlemiş, minarelerden ezan sesleri yükselmeye başlamıştı.
               -Yatsı olmuş, dedi Ahmet Efendi.
               -Evet, günler kısalmaya başladı yine, vakit hemen geçiveriyor, dedi Gazi Mehmet Efendi ve Çınardibi Camii'nin önüne geldiklerinde durdu, Camii'nin hemen karşısından Uzunçam Mahallesi'ne doğru çıkan dar döşeme yokuşa baktı, ellerini kaldırdı, yorgun gözleri yaşlarla dolmuştu:
               - Çok şükür sana Allah'ım! İşte altı sene evvel veda ettiğimiz yuvamıza hayırlısıyla tekrar döndük' Şükürler olsun! Şükürler olsun! Darısı bütün Mehmetlerin başına!  Allah yâr ve yardımcıları olsun!
               -Âmin Gazi, âmin' Haydi, hoşça kalın, biz de hayırlısıyla evimize varıp bir yerleşelim. Yarın Koca Kahve'de görüşürüz.
               -İnşallah Ahmet Efendi! Haydi, size uğurlar ola'
               Ertesi sabah saçını sakalını kesmiş, sivil elbiselerini giymiş, Uzunçam Mahallesi'nin dar sokaklarından Çarşıbaşı'na doğru iniyordu Gazi Mehmet Efendi. Yolda her karşılaştığı erkek:
               - Ooo! Hoş geldin Mehmet Efendi, deyip kucaklaştıktan sonra kısaca hoşbeş ediyorlardı. Softaların kahvesine yaklaştığı sırada köşe başında Kalaycıoğulların İbrahim Efendi ile karşılaştı:
               -Vay Mehmet, hoş geldin! Deyip kucakladı onu İbrahim Efendi, kollarından sımsıkı tutuyordu, gözleri dolmuş, heyecanlanmıştı.
               Mehmet Efendi:
               - Hoş bulduk İbrahim! Hüseyin döndü mü? Dedi.
               İbrahim Efendi, gözleri dolu dolu uzaklara doğru baktı:
               - Yok, dönmedi daha! Dedi.
               Kalaycıoğulların İbrahim Efendi'nin oğlu Hüseyin de, Mehmet Efendi ve oğlu Süleyman'la birlikte askere alınmıştı.
               - O gündür bu gündür yok Hüseyin! Tam altı sene oldu, haber de alamıyoruz. Öldü mü, kaldı mı? Düşman elinde esir mi? Bilmiyoruz... Deyip iç geçirdi İbrahim Efendi. Sonra toparlanıp:
               - Süleyman! Süleyman ne oldu? Diye sordu.
               Mehmet Efendi de aynı ruh haleti içinde cevap verdi:
               - Üç sene evvel Filistin Cephesi'nde olduğuna dair bir haber aldım'
               - Sonra?..
               -Sonrası senin Hüseyin gibi; bir haber yok! Şubeye gidip araştırılmasını isteyeceğim.
               - O halde, beraber gidelim, dedi İbrahim Efendi.
               Askerlik Şubesine vardılar. Şube kumandanına kendilerini tanıtıp ziyaret sebeplerini açıkladılar. Kumandan isimleri not aldıktan sonra:
               - Lüzumlu tahkikat yapılıp, bir hafta içinde size haber ulaştırılacaktır, müsterih olunuz! Dedi.
Mehmet Efendi ile İbrahim Efendi şubeden çıkıp Çarşıbaşı'na doğru yürüdüler. Mehmet Efendi'yi her gören önce hoş geldin deyip hal hatır soruyor sonra da oğlu Süleyman'ı soruyorlardı. Hüseyin Ağa'nın kahvesine selâm verip girdiklerinde, önce Hüseyin Ağa sonra da kahvedekiler tek tek gelip 'hoş geldin' dediler. Oturdukları masa hemen doluvermiş, geniş bir çember oluşmuştu. Mehmet Efendi'nin etrafını çevirenler, çeşitli sorular soruyorlar, Mehmet Efendi de her soruya cevap veriyordu. Kahveler içilip hoşbeş edildikten sonra izin isteyip kahveden ayrıldılar'
               Beş gün sonra eve bir jandarma eri gelerek, Mehmet Efendi'ye, komutanın kendisini beklediğini söyledi. Mehmet Efendi, hazırlanıp hemen şubeye koştu. İbrahim Efendi de oradaydı, birlikte komutanın odasına girdiler. Komutan:
               - Buyurun efendiler, hoş geldiniz! Diyerek onlara yer gösterdi. Elindeki kâğıtları masanın üzerine bırakırken seslendi:
               -Asker, bize üç tane kahve getir!
               Komutan, masanın üzerine bıraktığı kâğıtları tekrar eline alarak konuşmaya başladı:
               - Mehmet Efendi, oğlun Süleyman seferberlik ilân edilince önce Çanakkale Cephesi'ne gönderilmiş. Zafer kazanıldıktan sonra Filistin Cephesi'ne oradan da Yemen'e'
               Komutan bir müddet durduktan sonra devam etti. Ses tonu değişmiş, buruk bir hâl almıştı:
               -Mehmet Efendi, sen de bir askersin ve gazisin. Bu mukaddes vatan toprakları için kahramanca savaştın ve döndün. Bu bir savaş; dönmekte var, dönmemekte. Dönenler gazilik gibi şerefli bir unvanla dönüyor, dönemeyenler ise mertebelerin en yücesine; şehitliğe yükseliyor' Süleyman' Süleyman da, bu makama yükselenlerden' Yemen Cephesi' nde şehit düşmüş. Başınız sağolsun!          
               Mehmet Efendi'nin gözpınarlarında biriken yaşlar birden boşanıverdi; ağladı, ağladı. Ve dudaklarından fısıltı halinde şu kelimeler döküldü:
               -  Vatan sağolsun!
               Komutan, İbrahim Efendi'ye dönerek:
               - Senin oğlun Hüseyin ise; Çanakkale Zaferimizden sonra önce Galiçya Cephesi oradan da Hicaz Cephesi'ne gönderilmiş. Medine Müdafaası'ndan sonra ordumuz Suriye'ye çekilince Adana üzerinden Konya'ya gelmiş, Mondros Mütarekesi'nin imzalanması üzerine ordularımız dağıtılıp birçok askerimiz terhis edilerek memleketlerine gönderildi biliyorsunuz. Ancak Hüseyin'in bulunduğu birlik terhis edilmeyip gizlice Ankara'ya gönderilmiş. Şu anda Hüseyin Millî Ordumuzun emrinde, Garp Cephesinde sağ salim vatan müdafaasına devam ediyor.
               İbrahim Efendi dolan gözlerini elinin tersiyle sildi, hafifçe gülümseyerek:
               -  Sağol komutan, diyebildi. Elini Mehmet Efendi'nin omzuna koydu:
               -  Kalk gidelim Mehmet! 

Bu yazı 800 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum