Hüseyin TUNÇAY

Hüseyin TUNÇAY

htuncay45@gmail.com

Tamam Sahip

08 Nisan 2016 - 15:52

           'Çocuklar, bugün size bir araştırma ödevi vereceğim. Akşam haberlerini dinleyecek daha sonra yerküre veya atlas üzerinde dünya haritasını  inceleyip, savaşın yaşandığı, kan ve gözyaşının hakim olduğu ülkeleri tespit edeceksiniz.'
Ertesi günü, savaşın acısını iliklerine kadar yaşayan, hatta birkaç kuşaktır huzur yüzü görmeyen ülkelerin yer aldığı uzunca bir listeyi konuşuyoruz. 'Öğretmenim burada da savaş var... Öğretmenin daha dün gece meydana gelen patlamada 60 kişi ölmüş... 12 tanesi çocukmuş...' Tamamına yakınının ortak özelliği hepimizin dikkatini çekiyor: Bu topraklar müslümanların yaşadığı coğrafya...
ABD'nin kimyasal silah bahanesiyle Irak'a girdiği, oluk oluk kan akıttığı, hapishanelerdeki mahkumlara olmadık işkencenin yapıldığı, onurlarının çiğnendiği çırılçıplak soyulmuş Iraklıların tepesine çıkan 'sahip' askerlerinin müthiş pozlar vererek hatıra fotoğrafı çektirip memleketlerine gönderdikleri, 'Bakın! Demokrasi için ne fedakârlıklar yapıyoruz.' diye böbürlendikleri günler.
Televizyonda haberleri seyrediyorum: Onlarca muhabir ve kameraman toplanmış. Bekliyorlar... Sonra hareketlenme başlıyor. Kolu kopmuş, bacağı gövdesinden ayrılmış savaşı mağduru Iraklı çocuklar görevlilerin yardımıyla kameraların görüş alanına getiriliyor. Çocuklara savaşı acısı ve korkusu sinmiş. Korkak ve ürkek bakışlı masum yüzler. Bir taraftan koltuk değnekleriyle dengede durmaya çalışırken bir taraftan da olup biteni anlamaya çalışıyorlar.
Yüzlerindeki ifadeyi samimi bulmadığım, iyi giyimli, kendilerinden emin bir grup Amerikalı beliriyor. Ve biri açıklama yapıyor: 'Biz ABD'den geldik. Savaşta sakat kalan bu çocukları tekrar hayata kazandırmak istiyoruz. Onlar için üzülüyoruz... İnsanlığımızın gereğini yerine getirmek için buradayız...' Çocuklara doğru dönüyor: 'Sakat kalan bu çocuklara hiçbir ücret almadan protez kol ve bacak takacağız... Bunu kuruluşumuz finanse edecek. Bizler de huzur duyacağız. Akşam yatağımıza huzurla yatacağız...' Alkışlar... Alkışlar...
Alev kusan topları, yeni icad ettiği silahları, en onulmaz yaraları açan bombalarıyla parçaladıkları bu minik bedenlere 'bu protezler bizden' diyerek müthiş bir ironi yapıyorlardı. Ne kadar insanca bir davranış değil mi? Savaş çıkarıp 'savaş sanayini' destekleyecek, kanlı paralarınla yeni sorunlar çıkaracak öbür taraftan da sağlık sektörünü parçaladığın bedenlere kol, bacak protezi yaparak düzlüğe çıkaracaksın.
          Bu olay hiç aklımdan çıkmadı.
          Irak işgalinden beri yaşadığımız kaçıncı 'proje'...
Arkadaşımın dükkânındayım. İçeriye bir genç giriyor. Esmer tenli, zayıf. Selam verdikten sonra çantasından çıkardığı ahşap oymaları, tam anlamıyla telâffuz edemediği Türkçesiyle satın alıp alamayacağımızı soruyor. Sempatik tavırlarıyla dikkatimizi çeken bu genç ile konuşuyoruz. Antalya'ya bir yıl önce Pakistan'ın Lahor şehrinden gelmişler. Sebebi malum, kargaşa ve kaos... Üniversitenin bilgisayar bölümünde okuyan Hüseyin, babasının yaptığı el sanatı ahşap oymaları değişik şehirlerde pazarlayarak hayata tutunmaya, geleceğe dair umutlarını yeşertmeye çalışıyor.
Cami avlularında görmeye alıştığımız, istemeyerek vatanlarını terke mecbur kalmış Suriyeliler. Derme çatma yerlerde yaşayan, adeta karın tokluğuna çalışıp maişetini kazanmaya gayret eden binlerce insan. Ve bu insanlar üzerinden yürütülen pazarlıklar, oluşturulan politikalar.
Plan aynı... Uygulayıcılar aynı... Yaşadığınız coğrafyada; hakim devletlerin menfaati varsa, stratejik bir konumdaysanız veya yeraltı kaynaklarınız bakirse, siz iyi bir 'aday' ülkesiniz. Çalışmalar, teoriler, algı operasyonları, tezvirat, yalan başlıyor. En güzeli ise, o ülkenin içinde bir ortak ya da ortaklar bulabilmek. Bu mutlaka gerekli. Askerini buraya gönderip ve can kaybı vermektense, kölelerin efendilerine söylediği gibi, 'Taman sahip.Siz bilirsiniz sahip. Emriniz olur sahip. Bu beden size feda olsun sahip...' diyecek kadar sadakatinden emin olduğunuz, halkın da benimseyebileceği; aç, muhteris, makam ve şöhret sevdalısı birisini bulmak. Bu 'adayı' parlatmak, ne kadar 'büyük' olduğunu ortaya koymak.
 Bunlar basit artık günümüzde.Alt tarafı 'sosyal mühendislik' işi. Bir 'kavalcı' mutlaka bulunur.
Bir başka yöntem ise; o ülke içindeki grupları, insanları birbirine düşürmek, inanç temelli fitneleri yaymak. İç savaş marifetiyle kanlarını akıtmak, milleti yorgun düşürmek, taş üstünde taş bırakmamak. Güçleri biter, varını yoğunu harcar, nüfusun önemli bir kısmı telef olur ve 'sahip', Birleşmiş Milletler dahil bütün kurumlarıyla imdadınıza yetişir!
Sonuç olarak; sattığı silahlarla sizi birbirinize öldürtür, köle ruhlu cambazları başınıza getirir, yeraltı ve yerüstü kaynaklarınızı kendi şirketlerine teslim eder, millet yabancılık çekmesin diye birkaç yerliyi de ortak eder, samimiyetini göstermek için de 'timsah gözyaşları' döker. Bombalarıyla yıktırdığı şehirleri inşa etmek için sıraya girer, sanayi ürünü satar, otomobilini pazarlar ve bilumum medyayı çağırıp, vücudunun bir bölümünü kaybedenlere 'protez bacak ve kol' yardımında bulunmanın insani ve vicdani bir görev olduğunu söyler... Dahası, dine gösterdikleri saygının bir nişanesi olarak size bir'mabet' bile yaparlar...
Ve bu 'oyun' devam eder gider...
Nereye kadar? Cevabı da çözümü de bizde...
'Akletmez misiniz?'

Bu yazı 1377 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum