Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Siyaset Dini Nasıl Yozlaştırıyor?

06 Ağustos 2020 - 09:51

Bu sorunun cevabını, birkaç madde içerisinde sıralamak mümkün değildir. Kur'an bilgisine sarılıp, tarihi süreçleri inceleyenler, meselenin çok derinlerde olduğunu görür. Günümüzde sıkça sorulan ve sıkça konuşulan, din-siyaset ilişkisinin temellerini anlayabilmek için, öncelikle Kur'an'ı anlamak gerekir.
            Zira Kur'an, Miladi 610 öncesi yaşananları net biçimde anlatıyor ve bizi bilgilendiriyor. Bu yüzden Kur'an'daki pek çok ayeti anlayabilmek için, birbirinin devamı olan bu tarihi ve olayları çok iyi bilmek ve öğrenmek zorunluluğu vardır.
            Günümüzde Kur'an; hakikatinden koparılıp, kozmik bir metin ve musiki formuna dönüştürülmüştür. Bu yüzden Müslümanların hayatında, Kur'an'ı anlama diye bir kavram yoktur. Arapça metnini okumak, Kur'an öğrenmek olarak kabul görmektedir. Kur'an bilgisinden mahrum bir anlayışın; siyasi ve sosyal olaylara kafa yorması, bu sebeple imkânsız hale gelmektedir.
            Din siyaset ilişkileri ve siyasetin dini yozlaştırması gibi konular, günümüzde tam anlaşılamadığından, kafa karışıklığı yaşanmakta ve bu durum ciddi dertlere neden olmaktadır.
            Siyasetin dine etkileri, siyasi zorlamaların dini yozlaştırması, siyasetin kendi alanı içinde dini şekillendirmeye çalışması, hiçte yeni bir şey değildir. Kur'an en az 2 bin yıllık bir tarihi, ümmetleri, peygamberlerini, mücadelelerini anlatıyor. Pek çok ayete bu bilgi ışığında bakabilirseniz, şunu görüyorsunuz: Siyasetin dini yozlaştırmasında, dün ve bugün arasında hiçbir değişiklik yok.
            Bu konu, uzun zamandır çalışma alanım içerisinde.
            Mesela, Muhammed Alayhisselama nübüvvet gelmeden önce, Mekke'de nasıl bir siyasi ve sosyal yapı vardı. Bu yapının iktisadi temelleri nasıl oluşuyordu. Onun tebliğ sürecinde yaşadığı, devasa sıkıntı ve dertler neden şiddetliydi. Mekke'nin siyasi yapısı, tebliğ sürecinde nasıl etkili oldu. Hz. İsmail'in çocukları olan Kureyşin; bir kısmı niye şiddetli muhalefet etti, bir kısmı niye destek verip O'nun yanında yer aldı.
            Bu soruların cevapları, tarihin derinliğinde ve özellikle Kur'an ayetlerinde var.
            Konuyu, bu gerçeklik içerisinde anlatmak istiyorum.
            Fakat öncelikle bu coğrafyayı tanımak gerekir diye düşünüyorum: 'Arap yarımadası batıda Kızıldeniz ve Sina yarımadası, doğuda Arap Körfezi ve Güney Irak'ın büyük bir kısmı, güneyde Hint Okyanusunun devamı olan Arap Denizi, kuzeyde Şam bölgesi ve Irak'ın bir kısmını çevreler. Arap yarımadasının yüzölçümü 1 milyon mil kare ile 1 milyon üç yüz bin mil kare arasındadır.
            Tabii ve coğrafi konumu itibarıyla büyük önemi bulunan yarımada çöllerle kaplıdır. Bundan dolayı yarımada yabancıların işgaline, hâkimiyet ve nüfuzuna müsait olmayan sağlam bir kale gibidir. Bu bakımdan eski çağlardan bu yana, bölge sakinlerinin hep bağımsız olarak yaşadıklarını görürüz. Hâlbuki bu aşılmaz set olmasaydı, birbiri ardınca gelen hücumlar karşısında durulamayacak, büyük iki imparatorluğa karşı nasıl direnebilirdi yarımada halkı?
            Dışarıdan bakıldığında; yarımada dünyanın bilinen kıtaları arasında yer alır. Kuzeybatı tarafı Afrika'nın giriş kapısıdır. Kuzeydoğu tarafı Avrupa kıtasının anahtarıdır. Doğu tarafı İran, Ortadoğu ve Uzakdoğuya açılır. Yine bu kıtalar, yarımadayla denizden buluşur. Gemiler yarımadanın limanlarına doğrudan demir atabilir.
            Bu coğrafi durum sebebiyle yarımadanın kuzeyi ve güneyi; çeşitli milletlerin yerleşim alanı, ticaret, kültür, din ve ilim merkezi olmuştur.' (Bkz, Peygamberimizin Hayatı ve Daveti, S.Mubarek Furi, sf:24)
            Tarihin seyrine eşlik eden olaylar bu coğrafyada yaşandı. Nebi ve Resuller bu coğrafyada görev yaptı. Muhammed Aleyhisselam son nebi olarak, bu coğrafyada mücadele etti.
            Muhammed Aleyhisselam, Mekke'de nasıl bir siyasi atmosferin içerisinde tebliğde bulundu? Hangi ihtilafların temelinde, Mekke'nin siyasi yapısı vardı? O ihtilaflar, Muhammed Aleyhisselamın vefatından sonra nasıl birden ortaya çıktı? Asırlar boyunca o siyasi ihtilaflar, ne şekilde devam edip bugüne taşındı?
            Coğrafyayı tanıdıktan sonra, tarihine göz atıp 610 yılına gelmek istiyorum.
            Mekke'nin ilk sakinlerinin, Yemen asıllı Amalikalılar olduğu söylenir. Daha sonraları bölgeye, Yarımadanın güneyinden gelen Cürhümlüler yerleşmiştir. Babası İbrahim ile Kâbe'nin temellerini yeniden yükselten İsmail, Cürhümlülerin reisi Mudatın kızı Seyyide ile evlenmiştir.  Kâbe ile ilgilenip hac işlerini idare etmiştir.
            İsmailoğulları bu dönemde, Mekke'de yaşayıp çoğaldılar. Fakat miladi 207'de, Mekke'nin hâkimiyeti Huzaa kabilesine geçti. İsmailoğulları iki asra yakın, Huzaalılarla yaşamaya devam etti. Bu asırlar içerisinde İsmailoğulları, Mekke'de hep tebaa durumunda kaldı.
            Hz. İsmail'in dördüncü kuşak torunu olan Kusay, İsmailoğullarının kollarını toplayarak, Mekke'nin hâkimi oldu. Kureyş ismi onunla birlikte doğdu.
             Kusay, Harem bölgesini iskâna açarak, bölgenin içini ve dışını kabilesinin kolları arasında taksim etti. Karar organı olan Daru'n Nedveyi kurdu. Dini ve siyasi görevleri, yine Kureyşin boyları arasında paylaştırdı.
            Kusay'ın oğullarından Abdümenaf ile Abdüddar, soy olarak Kureyş'in ana omurgasını oluşturmuştur. Ana omurganın bu iki kaidesi, Mekke'nin siyasi ve iktisadi hayatında daima rekabet içerisinde yaşamışlar ve bu durum, Muhammed Aleyhisselamın tebliğinde de devam etmiştir.
            Abdümenafoğulları ile Abdüddaroğulları arasındaki ilk siyasi ihtilaf, Kâbe'nin görev ve yetkileri üzerine çıkmıştır. Buna rağmen, Muhammed Aleyhisselamın büyük dedesi olan Abdümenaf'ın çocukları, çevre bölgelerle ticari anlaşmalar yaparak, Kureyş'in Mekke'yi aşan bir ticari güç elde etmesini başardılar. Bu konuda Dr. Fatih Orum, şunları yazıyor: 'Öyle ki Mekke, Yarımadanın kuzeyi ve güneyi arasında ticareti yönlendiren bir merkez haline gelmiş, zenginleşmiş ve itibar kazanmıştı.' (Bkz, Mekke'nin Siyasi Yapısının Rasullullah'ın Tebliği Faaliyetine Etkisi isimli makale, Kitap ve Hikmet Dergisi, sayı:3 Sf:34)
            Kur'an Mekke'nin bu durumunu şöyle anlatıyor:
            'Kureyş'in emniyeti ve dokunulmazlığı için; kış ve yaz yolculuklarının emniyet ve dokunulmazlığı için; bu evin (Kâbe'nin) Rabbine kulluk etsinler; O (Rab) ki (bu yolculuklarda yaptıkları ticaret sebebiyle) onları açlıktan kurtarıp doyurdu ve onları korkudan güvene kavuşturdu.' (Kureyş, 1–2–3–4)
            Abdüddaroğulları ile Abdümenafoğulları arasındaki ikinci siyasi kriz, Yemenli bir tüccarın Mekke'de haksızlığa uğraması üzerine çıktı. Kureyş ikiye yarıldı. Gelişmeler Hilfül-füdul denen bir oluşumun doğmasına neden oldu. Kureyş'in boyları olayda karşılıklı saf tuttu.
            Muhammed Aleyhisselam'ın nübüvvetine daha 100 yıla yakın bir zaman vardı. İsmail'in çocukları olan Kureyşlilerin, siyasi ihtilafları derin izlerle tarihe kazınıyordu.
            Fakat asıl siyasi ayrışma, Abdümenafoğullarının kendi içinde çıktı. Bunun bir kolunda Haşim ve bir kolunda Ümeyye vardı. Haşim, Muhammet Aleyhisselamın büyük dedesiydi.
            Bunun başlıca sebebi, şerefli olma meselesiydi. Kim kimden şerefçe üstün sorgulaması, Mekke siyasetinin en etkili figürüydü. Denilebilir ki din bile, bu kaygıyla kabul ediliyor ya da reddedilebiliyordu.
            Muhammed Aleyhissam'ın davetine; Haşimilerin ılımlı ve yumuşak davranmasına karşılık, Ümeyyeoğulları sert muhalefet gösteriyordu. Kabile ruhu, Mekke'ye egemen olma duygusu, Kâbe hizmetlerinin ele geçirilmesi gibi tercihler, her şeyin önüne geçiyordu. Ve tüm bunları şeref meselesiyle ifade ediyorlardı.
             Dolayısıyla son Nebi kimden çıkmalıydı. Haşimilerden mi? Yoksa Ümeyyeoğularından mı?
            Netice itibarıyla Muhammed Aleyhisselam, Nübüvvete doğru, Mekke'de olup biteni zaten görüyordu. Kureyş siyasi ihtilaflarını devam ettirmekten kaçınmıyordu. Mesela şu olay çok ilginçtir:
            Muhammet Aleyhisselam 15 yaşındaydı. Kureyş ile Kaysoğulları arasında savaş çıktı. Tarihe Ficar Harbi olarak geçen bu savaş, haram ayları içerisinde yapıldığı için, büyük tepkilere neden oldu.
            Harp sonrası anlaşmaya gidildi. Hilful Fudul yani barış anlaşmasına, Mekke'nin önde gelenleri katıldı. İlginçtir 15 yaşındaki Muhammet de, bu anlaşmaya davet edilenleler arasındaydı. Anlaşmanın özeti, tamamen siyasi bir karardı. Mekke'de veya Mekke'ye dışarıdan gelmişler arasında zulme uğrayan birisi olursa derhal onunla beraber olmak, onun hakkını alıncaya kadar mücadele etmek üzere sözleşme yaptılar.
            Fakat bu anlaşmanın ruhu, ırkçılığın kışkırttığı cahiliye onuruna ters düşüyordu.
            Kısaca Hz İsmail'in çocukları, Kusay döneminde Mekke'nin hâkimi haline gelir. Kusay otoriteyi oğulları Abdüddar ve Abdümenaf arasında taksim eder. Buna rağmen siyasi ihtilaflar, onun ölümünden sonra ortaya çıkar.
            Ardından Abdümenafoğulları arasında Haşimi ve Ümeyye rekabetiyle siyasi kavga bir başka renge bürünür. Haşimin oğlu Abdülmuttalip, onun oğlu Abdullah, onun oğlu Muhammed nübüvet ile görevlendirilince Mekke'de kıyamet kopar.
            Şayet doğru ise Velid ve Ebu Cehile ait olduğu söylenen şu sözler, siyasi ihtilafın hangi boyutlarda olduğunu gösterir:
            'Abdümenafoğulları ile şeref hususunda anlaşmazlığa düştük. Onlar halka yemek yedirdiler, biz de yedirdik. Kavga edenler arasında arabuluculuk yaptılar, biz de yaptık. Ödemeye güç getiremeyenlerin diyetini ödediler, biz de ödedik. Onlar halka bağışta bulundular, biz de bulunduk. Taa ki kulak kulağa giden, iki yarış atı durumuna geldik.
            Onlar şimdi kendisine gökten haber gelen bir Nebiye sahip olduklarını söylüyorlar. Şimdi biz, onun dengini bulup, onlara nasıl yetişelim. Hayır! Allah'a yemin olsun ki biz hiçbir zaman ona inanmayız ve onu tasdik etmeyiz.' (Bkz, İbni Hişam, Siretün Nebeviye, cilt:1 Sf:316)
            Bu siyasi ihtilaf, Bedir savaşında kendini gösterdi. Medine'ye hicrette kendini gösterdi. Ümeyyeoğullarının büyük bölümü, Mekke'nin fethinden sonra Müslümanlığı kabul etti. Buna rağmen, onların durumu hala tartışma konusuydu. Zira Müslüman olduk deyip, bütün siyasi makamlara talip olmuşlardı. Onların bu tavrını ve durumunu, Kur'an'dan öğreniyoruz.
            'Müslüman olmalarını bir lütufta bulunmuş gibi sana hatırlatıyorlar. De ki ‘Müslüman olmanızı bir lütuf gibi bana hatırlatıp durmayın,. Tam tersine eğer doğru kimselerseniz, elçisi ile sizlere doğru yolu bildirdiği için, Allah size lütufta bulunmuş oluyor.' (Hucurat, 17)
            Muhammed Aleyhisselamın tebliğine, Kur'an'ın bütün uyarılarına rağmen siyasi ihtilaflar hiç bitmedi. Önceki elçilere karşı yapılanı, ümmet Muhammet Aleyhisselama yaptı. Onun vefatından sonra, Sıffin ve Cemel vakalarında İsmailoğullarının çocukları birbirini boğazladı. Ömer, Osman ve Ali suikasta kurban gitti. Haşimi-Ümeyye çekişmesi, Abbasi- Emevi devlet yapıları içerisinde de devam etti.
            Şia dini değil, siyasi hesaplaşmaların sonunda ortaya çıktı. Müslümanım diyen devletlerin mücadelesi, mezhep ekseninde sürdü.
            İşin ta başında olduğu gibi; siyasi hükümranlık duygusu, iktisadi menfaatler, sosyal statüler hep dinin önüne geçti. Söz ve yetki sahipleri; Allah'ın indirdiği dini, halkın dini haline getirerek varlıklarını devam ettirdiler. Bu yolda Müslüman, Müslüman'la kavga etmekten, savaşmaktan hiç çekinmedi.
            Yaklaşık 2 bin yıllık coğrafyaya bakın, tarihi süreçleri inceleyin ve bugüne kafa yorun, değişen ne var.
            Allah'ın tüm uyarılarına, Kur'an'ın tüm bilgilerine rağmen; insanoğlu dini siyasi ikbali için kullanmaya ve yozlaştırmaya devam ediyor..

Bu yazı 1101 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum