Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Sırtımız Çürüyor mu?

15 Şubat 2020 - 15:15

Bir ülkenin nüfusu kadar, o nüfusun ülke genelindeki dağılımı da büyük öneme sahiptir. Sanayi, tarım, hizmet sektörlerindeki nüfus oranları, her yönüyle toplumun ana omurgasını oluşturur.
            Bu dağılım iktisadi olduğu kadar, sosyal ve psikolojik bakımdan da ayrı bir değer göstergesidir.
            Özellikle son 30 yılda, ülke olarak müthiş bir şehirleşme olgusu yaşıyoruz. Kırsaldan şehre göç olarak adlandırılan bu olgu, ülkenin değerler sistemini de görülmemiş bir değişime tabi tutuyor.
            Şehirler hızla büyüyor. Çoğunlukla plansız ve programsız göçler yüzünden, şehirler de bir sürü olumsuzluklarla büyüyor. Trafik, ulaşım, eğitim ve sağlık hizmetleri yeterli gelmiyor.
            Kırsalın hızla boşalması, başta tarımı etkiliyor. Kendine yetebilen bir ülke, bu yüzden en önemli tarım ürünlerini ithal eder hale geliyor. Gerek işlenen toprak miktarının azalması, gerek tarımdaki çalışan potansiyelinin hızla düşmesi, toplumsal omurganın çatırdadığını gösteriyor.
            Daha geçen yıl yaşadığımız patates soğan hikâyesi, aslında ne kadar hassas bir noktaya geldiğimizin göstergesiydi. Ancak mesele geçiştirildi ve üzerinde durulmadı. Çünkü gelecekte ve belki yarınlarda, benzer hikâyelerle karşılaşmamız kaçınılmaz olacak.
            Göç ve şehirleşme olgusu, bizim ülkemizde negatif unsurlarla devam ediyor. Bunu fevkalade önemsiyorum. Zira hiçbir planı yok, programı yok. Yaptırımı yok. İktidarların gelecekle ilgili bir projesi, bugüne kadar olmadı. Bu bizi nereye götürür? Sağlıklı ve bilimsel düşünen her kafa, bu soruyu soracaktır.
            Zira yaşadığımız göç ve şehirleşme olgusunun şartlarını, ülkem için bir beka meselesi olarak görüyorum. Bu beka sözcüğü, siyasetçilerin ağzında çokça konuşuldu. Onların söylemi hep seçimlere ve oy almaya yönelikti. Asıl meseleye, ne yazık ki kafa yormuyorlar.
            Ülkenin son 50 yılının pratiği içinde büyüdüm. Kaç devir geldi ve geçti. Göç dalgalarının bütün sebeplerini, birebir gözlemledim. Şehirleşmenin boyutlarını da. Yıllarca ticaretle uğraştım, tarımla uğraştım. Şehirlerde yaşadım. Bu sürecin bütün olumsuzluklarına şahit oldum.
            Aslında bir tarafta resmi bilgi ve veriler vardı. Bir tarafta da pratikte yaşananlar. Ben bilgiyi verilerle birlikte, pratiği gözlemleyenlerdenim. Belki bu yüzden, bu meseleye daha duyarlı bakıyor ve kaygılanıyorum.
            Yaklaşık 2 yıl önce, 'Sırtımız Sağlam mı?' başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Derdim aynıydı, kaygım aynıydı. O yazının bir yerinde, aynen şunları söylemiştim:
            'Bir zamanlar dünyada, kendine yetebilen 7 ülkeden birisiydik. Bugün et ithal ediyoruz. Baklagiller ithal ediyoruz. Tahıl ithal ediyoruz. Ne acıdır, saman ithal ediyoruz.
            En fazla 20 yıl sürer bu iş. Artık o köylerde, o topraklarda çalışacak insan bulunmayacak. O dağlarda, kaval çalan çobanlar olmayacak.
            Ürpertilerim var. Kaygılarım var''
            Kaygı ve ürpertilerimi doğrulayan bilgi ve veriler, geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Türkiye'nin son nüfusu açıklandı ve nüfus dağılımının karakteri rakamlarla ortaya kondu. Bu veri ve rakamlara göz atıldığında, yaşadığımız meselenin ciddiyeti de ortaya çıktı.
            Adrese dayalı kayıt sistemine göre;  31 Aralık 2019 tarihi itibarıyla, ülke nüfusu 83 milyon 154 bin 997 oldu. Bir önceki rakama göre, artış 1 milyon 151 bin 115 olarak gerçekleşti.
            Son 5 yılda köy nüfusu 214 bin azaldı. Bugün itibarıyla 6 milyon kişi köylerde yaşıyor.
            Bu rakamlar, göç dalgasının devam ettiğini ve şehirlerin hala cazibe merkezi olduğunu gösteriyor. Bütün karmaşasına ve zorluklarına rağmen, şehirlere göçün bir sebebi ya da sebepleri olmalı.
            Başta, tarım artık karın doyurmuyor. Girdi maliyetlerinin yüksekliği yüzünden, çoğu zaman çiftçi zarar ediyor. Ekmemek, ekmekten daha karlı hale geliyor. Kırsaldaki yaşlı nüfus, emeklilikle idare ediyor. Ya onların çocukları? Onlar asgari bir ücret ve sosyal güvenlik kaygısıyla, arkasına bakmadan şehir merkezlerinin yolunu tutuyor.
            Bugün ülkemizde tarım dışı işsizlik %16'ya çıkmıştır. Ne kadar endişe verici bir rakamdır bu. Sadece bu kadar değil, mesela işlenen toprak miktarına bakalım. Son 20 yılda, işlenen tarım arazisi %12 oranında azalmış. Ya köylerdeki nüfus yapısı ne durumda dersiniz? Ortalama çiftçi yaşı 52 olarak tespit edilmiş. Yani benim dediğim, 20 yıl sonra köylerde insan kalmayacak, toprağı işleyecek insan bulunmayacak.
            Tabi bu arada, ilginç bir durum daha var. Devlet son 17 senede, tarıma 141 miyar lira destekte bulunmuş. Sadece 2018'de yapılan tarımsal destek 22 milyar lira. Buna rağmen göç dalgası durdurulamıyor.
            Bunun bir açıklaması olmalı diye düşünüyorum. Bugüne kadar verilen destekler, üretimi geliştirici, kapasiteyi arttırıcı, istihdam yaratıcı bir karakterde olmadı.
            Petrol, doğalgaz gibi enerji kaynakları olmayan bir ülkeyiz. Potansiyelimizin çoğunluğu, onları satın almaya harcanıyor. Üstelikte dünya fiyatlarına göre son derece pahalı kullanıyoruz. Orta ölçekli sanayi tesislerimiz var. Genelde imalat sanayisi ile istihdam yaratmaya çalışıyoruz.
            Dar ve sabit gelirli nüfus sayımız, önemli bir yer tutuyor. Genç işsiz sayımız çığ gibi. Üniversite mezunlarının büyük bölümü iş bulamıyor. Bugüne kadar avantajlı bir yönümüzle hep idare ettik. Topraklarımız sayesinde karnımızı doyurabildik.
            Soğan, patates 5 lira olunca kıyamet koptu.
            Aslında yaşanan; çarpık bir göç ve şehirleşme olgusunun, bizi nereye getirdiği idi.
            Bu şartlarda, geleceğe emin bakabilir miyiz?
            Yeni anlayışlara, yeni plan ve programlara ve yeni projelere ihtiyacımız var. Üstelik hiç gecikmeden başlamak gerekiyor. Beka dediğimiz şey, öyle kolay yoldan sarf edilecek bir söz değildir.
            Mesele, bu ülkede yaşayan her vatandaşın meselesidir. Önce bunu kavramamız lazım. Bunu niye söylüyorum?
            2 yıl önce kaygılarımı dile getirmiş ve 'Sırtımız Sağlam mı?' diye sormuştum. Son bilgi ve veriler, sırtımızın çürümekte olduğunu gösteriyor. Boş lakırtılardan, seviyesiz siyasi tartışmalardan, kamplaşma ve bölünmelerden hızla uzaklaşıp, asıl bu tür meselelere kafa yormamız gerekiyor'

Bu yazı 1119 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum