Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

O Namaza Ne Oldu?

15 Ocak 2020 - 13:34

Uzun zamandır, bu yazıyı kaleme almayı planlıyordum. Kur'an araştırmalarında namazla ilgili ayetleri ve arasındaki bağlantıları görüp, günümüzdeki çözülmeyle karşılaştırdığımda, beni hüzün ve sıkıntı basıyordu.
            Ve yazmaya karar verdim.
            Kur'an bilgisi ışığında, gördüğüm can acıtıcı bir gerçek var. Müslümanlar hızla namazdan uzaklaşıyor. Pek çok konuda olduğu gibi, namaz konusunda da Kur'ansız Müslümanlığın geldiği, dramatik bir nokta söz konusu.
            Yapılan araştırmalar, ortaya çıkan rakamlar kadar, gözlemlerimizde namazın hızlı bir biçimde terk edildiğini gösteriyor. Süslü püslü camiler var ve fakat içinde namaz kılanı parmakla sayılacak kadar az.
            Bu noktaya nasıl gelindi?
            Bu sorunun tek cevabı yok. Ancak Kur'an bilgisiyle cevap aranabilirse, birden fazla sebebin olduğu ortaya çıkacaktır. Bunu anlatmak istiyorum.
            Öncesi olmayan bir din anlayışı ve öğretisi, bugün gelinen noktada birinci derecede etkili olmuştur. Din gerçeğini Miladi 610 ile yani Muhammed Aleyhisselamın nübüvveti ile başlatmak, pek çok konuda içinden çıkılmaz dert ve problemler doğurmuştur. Namaz ibadeti de onlardan sadece birisidir.
            Kur'an bilgisine aykırı bu anlayış ve öğreti, bugün hala devam ediyor. Nedir bu diyeceksiniz? Namaz, miraç gecesi farz kılındı. Nebimiz, bize onu hediye olarak getirdi. Aslı 50 vakitti, Allah'la hâşâ pazarlık yapa yapa 5'e indirdi. Diyanet bu görüşü hala savunuyor, vaaz ve hutbelerde ve özellikle Miraç gecesinde ballandıra ballandıra anlatıyor.
            Bu öğreti, Kur'an'ın anlattığı namaz hakikatinin ruhunu öldürmüştür. Ruhu olmayan namaz ibadeti, zamanla jimnastik hareketlerine dönüştürülmüş,  gelenek ve mahalle zorlaması ile insanlara kabul ettirilmiştir. Ne acıdır ki yaşam biçimleri değişip, gelenekler kırılınca, ilk darbeyi alan namaz ibadeti olmuştur.
            Bugün, namazın hakikatini anlatan bir din öğretisi yoktur.
            Olmayınca; bir kesim hızla onu terk etmiş, bir kesimde bir sürü fıkhi yorumla ibadeti içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. İlmihal bilgileriyle namaz, korkulacak ve ürperilecek bir formata büründürülmüştür. Namazı bozan en az 50–60 tane madde, bir o kadar abdestle ilgili madde ile insanlar ürkütülmüştür. Bazıları da hâşâ Allah'tan özel yetkiliymiş gibi, kılınan namazın kabul olup olmayacağına dair fetva verir olmuştur. Böylece namaz, Kur'an'daki hakikatinden kopartılmış ve her an bozulup düzülebilen, tehlikeli ve müşkül bir ibadet olarak takdim edilmiştir. Bu cehalet öğretisi, insanların hızla namaza karşı tutum almasına neden olmuştur.
            Salât kelimesi Kur'an' da birden fazla anlamda kullanılmıştır. Mesela dua etmek anlamına gelir. (bkz, Tevbe, 103) Bağışlamak, arındırmak anlamına da gelir. (bkz, Bakara, 157) Bir başka anlamı da ‘ibadet yerleri' içindir. (bkz, Hac, 40)
            Fakat namaz anlamına gelen salât kelimesi, çoğunlukla ‘ikame' kelimesi ve türevleriyle birlikte kullanılmıştır. Ekımu's-salât, yukımune-salât ve el mukimine's-salât gibi. Bu tür kullanımlarda, salât kelimesinin namazdan başka bir mana içermediği kesindir.
             Muhammed ümmetine verilen namaz emri; ‘namazı kıl' şeklinde değil, 'O namazı kıl' şeklindedir. Bu ayrıntı asırlarca gözden kaçırılmış ve namaz ibadetinin ruhu bozulmuştur.
            Niye mi?
            Çünkü ‘salât' kelimesinin başındaki elif-lam takısı, Arapçada belirlilik ifade eder. Böyle okuyunca, ilgili ayetlerin 'O namazı kıl' şeklinde emrettiğini anlarız. Bu ne demektir. Namaz zaten bilinen bir ibadettir. Önceki ümmetlere de farz kılınmıştır. Muhammed ümmetine emredilirken, bilinirliğine özellikle vurgu yapılmıştır.
            Zira Allah, Müslüman olmanın şartını Âdemden itibaren üç temel kaideyle ifade etmiştir. Namaz kılmak, oruç tutmak ve tevhit. Bir insan; 'Müslüman'ım' diyorsa, bu üç ana ilkeyi kabul etmiş demektir.
            Dolayısıyla ‘ben Müslüman'ım' diyen birisine, şu soruyu sormak büyük hakarettir: 'Namaz kılıyor musun?'
            Nitekim şu ayet, bu tarihi sürekliliği bize anlatıyor:
            'Bundan (Kur'an'dan) önce, kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, buna (Kur'an'a) inanırlar.
            Onlara okunduğu zaman, ‘ona inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden gelen gerçektir. ŞÜPHESİZ BİZ BUNDAN ÖNCE DE MÜSLÜMANLAR İDİK!' dediler.' (Kasas- 52, 53)
            Konunun daha iyi kavranabilmesi için şu ayete kulak vermek gerekir:
            'Ehl-i kitap, kendilerine o beyyine gelinceye kadar bölünüp parçalanmamıştı.
            Hâlbuki onlara emredilen sadece şuydu: Doğrudan doğruya yalnız Allah'a boyun eğerek ondan başkasına kul olmayın, O NAMAZI KILIN, ZEKÂTI DA VERİN. İşte sağlam din budur.' ( Beyyine- 4 ve 5)
            Dr. Yahya Şenol, 'O Namaz' isimli kitabında bu ayetle ilgili olarak şunları söylüyor:
            'Ayette ‘sağlam din budur' şeklinde tarif edilen dinin esasının; tevhit, namaz ve zekât olduğu, dolayısıyla ne zamandan beri ‘din' varsa o zamandan beri bu üç unsurun da var olduğu anlaşılmaktadır.' (age, sf:19)
            Namazın farz kılındığını bildiren ayetler geldiğinde, Mekke'de namaz kılan, zekât veren Müslümanlar olduğu bilinen bir gerçektir. Bu konuda Dr. Fatih Orum, şunları söylüyor:
            'Sahih-i Müslim'de geçen bir rivayete göre Ebu Zerr el Gıfari, Resulullah'la karşılaşmadan önce de namaz kıldığını söylemektedir. Tarihi rivayetlere bakılırsa, namaz kılanların Ebu Zer ile sınırlı olmadığı görülecektir. Mesela Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'in de Kâbe'ye yönelerek namaz kıldığından bahsedilir.' (Kitap ve Hikmet dergisi, sayı:4, sf: 19)
            Netice itibarıyla; Kur'an'ın 'O namaz' dediği bu ibadet emri, Âdem'den itibaren bütün Nebilere ve ümmetlere farz kılınmıştır. Nitekim pek çok ayet, bu gerçeği teyit etmektedir. Şimdi onlardan bazılarına bir göz atalım:
            'Allah Nuh'a buyurduğunu, sana vahyettiğini, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya emrettiğini sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır.' (Şura, 13)
            Hz. İbrahim, Beytin yerini hazırladıktan sonra Rabbine şöyle dua etmişti:
            'Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri, O NAMAZI DOSDOĞRU KILANLARDAN EYLE. Ey Rabbimiz! Duamı kabul et.' (İbrahim,40)
            Kur'an İbrahim, Lut, İshak ve Yakup Aleyhisselam'ın kıssalarını anlattıktan sonra, şöyle buyurmaktadır:
            'Onları, emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık. Kendilerine hayırlı işler yapmayı, O NAMAZI DOSDOĞRU KILMAYI ve zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar daima bize kulluk eden kimselerdi.' (Enbiya, 73)
            Yine İsmail Aleyhisselam da namaz konusunda çok titizdi. Onunla ilgili ayet şöyledir:
            'Kitap'ta İsmail'i de an. Gerçekten o, sözüne sadıktı, nebi ve resul idi. O, ehline O NAMAZI ve zekâtı emrederdi. Rabbi nezdinde de hoşnutluk kazanmış kimse idi.' (Meryem, 54, 55)
            İsrailoğullarına da verilen emir aynıydı. Namaz onlara da farz kılınmıştı. Kur'an bunu şöyle dile getiriyor:
            'NAMAZI DOSDOĞRU KILIN. Zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte rükû edin.' (Bakara, 43)
            Musa Aleyhisselam'a emredilen de elbette farklı değildi. Ayete kulak verelim:
            'Biz de Musa ile kardeşine şunu vahyettik: ‘Mısır'da kavminiz için evler hazırlayın. Evlerinizi birer kıble yapın ve O NAMAZI DOSDOĞRU KILIN. İnananlara da müjde verin.' (Yunus,87)
            Lokman Aleyhisselamın oğluna verdiği nasihati, Kur'an şöyle anlatıyor:
            'Yavrucuğum! O NAMAZI DOSDOĞRU KIL, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.' (Lokman, 12)
            Namaz konusunda önceki ümmetlerin, zamanla bu ibadeti terk etmeleri yada hafife almaları, Allah tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Kur'an'daki o bilgilerle, günümüzde yaşananların farklı olmadığını görüyorum. Bu yüzden kederlenip üzülüyorum. Aşağıdaki ayete 'ben Müslüman'ım' diyen herkes, dikkat kesilmeli diye düşünüyorum:
            'Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki bunlar NAMAZA GEREKEN ÖNEMİ göstermediler. Nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler.' (Meryem, 59)
            Namaz Allah'a kulluktur. Dua namazladır. Zikir namazladır. Yalvarmak namazladır.
            Namaz ‘belli vakitler üzerine' farz kılınmıştır. Dolayısıyla telafisi yoktur. Hud suresi 114 ve İsra 78 ayetleri, bu vakitleri 5 olarak bize anlatmıştır. Müslüman için, namazı terk etmek diye bir kavram olamaz.
            Zira savaş halinde bile, Allah namaz kılmayı emretmiştir. Bedir'de ikindi namazı, birer rekât halinde kılınmıştır.
            Uyku ve unutma dışında, namazın kılınmıyor olması düşünülemez. Unutan hatırladığında, uyuyan uyandığında vakti geçmiş namazı hemen kılmak zorundadır. Dolayısıyla Kur'an'da, kaza namazı diye bir kavram yoktur. Bunu dinin içine sokup, Müslümanların inancını saptıranlar, yarın Allah'ın huzurunda nasıl hesap verecekler.
            Namaz insanı olgunlaştırır. Kötülüklerden ve kötü işlerden alıkoyar. Şayet alıkoyamıyorsa, kıldığın namaz, namaz değildir. Allah bize, bunun metodunu da öğretmiştir. Namazda okuduğumuz surelerin ya da ayetlerin anlamını bilmek gerekir. Her vakitte, her rekâtta bilerek ve anlayarak okumak insanı inceltir, insan yapar.
            Bunu yine Kur'an'a dayanarak söylüyorum. Ayeti dinleyelim:
            'Bu kitaptan sana vahyedileni ANLAYARAK OKU VE NAMAZI TAM KIL. Namaz her çeşit fuhşu ve kötülüğü engeller. Allah'ın zikri (Kitap'ı) elbette en büyük zikirdir. Allah yaptığınız her işi bilir.' (Ankebut, 45)
            O namaz, Âdem'den itibaren aynı namazdı. Bütün Ümmetlere Nebiler vasıtasıyla emredilen aynı namazdı. Zamanla ümmetler onu hafifsedi, sonra da terk etti. Kur'an onların durumunu anlatarak, Muhammed ümmetini uyardı.
            Buna rağmen bir şey değişmedi.
            Çünkü bugünkü namaz, Kur'an'ın anlattığı 'o namaz' değil.
            O zaman bende sormak zorundayım: 'O namaza' ne oldu??

Bu yazı 1592 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum