Hüseyin TUNÇAY

Hüseyin TUNÇAY

htuncay45@gmail.com

Lider Dediğin

09 Ekim 2015 - 18:06

1982 yılında Antalya Avcı Er Eğitim Tugayı'ndaki vatani görevimde sabah sporlarının koşu sorumlusuyum. Arkadaşlarım ve takım komutanlarımızla koşar adım nizamiyeye kadar gidip geliyoruz. Bir sabah bölük komutamız da bize katıldı. Elinde tüfek bizimle beraber koştu. Hep beraber; 'Her şey vatan için' deyip, 'Yaylalar' türküsünü söyledik. Hepimize şevk, heyecan ve güven duygusu verdi. O gün adımlarımız  sert, sadamız gür, ahengimiz mükemmeldi.
          Acemilik işte... İlk hafta bölük alanımda arayıp bulamadığım mescitte ikinci hafta cuma namazı kılıyoruz. Sağa selam verdiğimde takım komutanlarım asteğmen Bekir ve asteğmen Selami'yi, sola selam verdiğimde ise bölük komutanım Nihat'ı görüyorum. Tarif edilmez duygular içindeyim. Heyecanlanıyorum. Gözlerim buğulanıyor. Şükrediyorum. 'Biz' olmuşuz diyorum.
           Beni mutlu eden; değerlerimizi komutanlarımda görmekti.
           Sözü siyasi hayatımızdaki 'liderlik' anlayışına getireceğim. Büyük ümit ve beklentilerle kurulan ilke, ideal ve ülküleri olan siyasi kurumlar bir süre sonra 'lider' partilerine dönüşüp, liderin etrafında menfaat halkaları oluşuyor. Karar ve istişare organlarının bir hükmü yok. 'Tek adam'lık başlıyor, hata ve günahlar görülmüyor; 'Padişahım çok yaşa' dendikçe gurur, kibir ve enaniyetin esiri olunuyor. Dolayısıyla bozulma başlıyor. Doğruyu söyleyen 'dokuz köyden kovulup', şakşakçı taife işbaşı yapıyor.
           Yaşadığımız olaylar, insan şahsiyetinin rantla, makam ve koltukla nasıl köleleştirildiğini bir defa daha gösterdi.
           Dün olduğu gibi bugün de; aç ve muhteris liderlerin gözünde çapak, burnunda kıl olabilmek için birbirini ezen, olmadık Bizans entrikalarının birini bırakıp diğerini oynayan, en masum değerlerimizi menfaatleri için tevil eden 'fırıldaklar' ile şahsiyetini ve şerefini dipsiz kuyuya atıp sürünen ve ertesi sabahın ufkunda 'lâşe' arayan çakallar var.
            Tarih, bunun şahitliğini yapıyor.
KİBİR
              Halkı temsil edenler, 'halk' gibi yaşadığı, 'hakkı' savunduğu ve hayata geçirdiği ölçüde itibar görüyor, samimiyetine inanılıyor. Aristokrat tavırlı halka uzak insanlara rağbet edilmiyor.
               Kişi başına düşen milli geliri on bin dolarlarda olan bir ülkenin insanı; gösterişli yerlerde oturup, israfı alışkanlık haline getiren, Afganistan dağlarındaki keçi kılından 'nano' teknolojiyle dokunmuş özel elbise giyen, mazlumlara adalet götüremeyen, toplumumuzdaki gelir adaletsizliğini görmezden gelenlerle, çektiği sıkıntıları dillendirmeyen ve çözüm bulamayanlara da masafeli duracaktır.
KRAL DAİRESİ
                   Merhum siyaset liderlerimizden birisiydi. Gazetelerde, dini bayram tatilini güzel bir kentimizdeki lüks otelin 'Kral Dairesi'nde geçirdiğini okumuştum.
                    Bu siyaset liderlerinin davranışını hâlâ hazmedebimiş değilim. Tevazu gösterip bizim gibi yaşasa gözümde daha da büyüyecekti. Bayram ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağını kara kara düşünen, çocuğuna bayramlık alamadım diye yüreği yanan insanların yaşadığı bir ülkede böyle mi yapılmalı? Siyasetçi, boynuna en pahalı kravatı, koluna paha biçilmez saati mi takmalı?
HALININ ALTINA GİZLENEN AYAKLAR
                    Siyaset adamlarının 'çat kapı' ziyaretleri vardır. Parti genel başkanı ekibiyle başkentimizin varoşlarındaki bir mahalle sakinini ziyaret ediyor. Belli ki ev sahibi en güzel odasına buyur etmiş misafirlerini. Geleneğimizdir, Tanrı Misafirine itibar ederiz.
                   Fakat ortada bir gariplik var. Ev sahibi, yüzündeki mahcup ifade bir yana, ayaklarını halının altına gizlemiş. Acaba çorabı mı yok diye fotoğrafa tekrar baktım. Vardı.
                    Mesele, halının altına gizlenen ayakların sahibinde değil, kültürümüzü 'kapı eşiğinde' unutan (!) misafirlerdeydi. Tablo şöyleydi: Genel başkanının bir konuşmasında, 'Bu arkadaşımız halka dokunuyor.' dediği yardımcısının dışındakiler bu 'hane'ye ayakkabılarıyla girmişti. Başkan yardımcısının ayakkabılarını kapıda çıkarması da 'zevahiri' kurtarmamış, onların arasında kendini mahcup hisseden ev sahibi de ayaklarını halının altına gizleme ihtiyacı duymuştu.
                     Aynı ülkenin birbirine yabancı insanları...
                     Millet olarak; adalet üzere çalışan, söz verdiğinde yerine getiren, emanete ihanet etmeyen, yalandan, talandan ve kibirden uzak, değerlerimize bağlı tevazu sahibi, dili edepli, kendisi medeni, feraset ve basiret sahibi, kışın ayazında bizim gibi üşüyen, selde, yağmurda ayağı ıslanan, damı akanın halinden anlayan, ellerdeki nasırlara hürmetkâr, kul hakkını aziz bilip rızkını temiz ve helâl yoldan kazanan, mazlumun gözyaşını silip, zalimin başına balyoz gibi inen liderleri göremeyecek miyiz?
                      Yoksa layık mı değiliz?
LİDER VE YÖNETİCİ*
Yönetici insanları çalıştırır,
LİDER onlara ilham verir.
Yönetici kudrete bel bağlar,
LİDER iyi niyete.
Yönetici korku uyandırır,
LİDERLERDEN sevgi yayılır.
Yönetici 'ben' der,
LİDER 'biz' der.
Yönetici 'kimin'  hatalı olduğunu gösterir,
LİDER 'neyin' hatalı olduğunu.
Yönetici nasıl yaptırılacağını bilir,
LİDER nasıl yapılacağını.
Yönetici saygı görmek ister,
LİDER saygıyı hak eder.
Öyleyse bir LİDER ol,
YÖNETİCİ değil...
*(Zimbabwe hükümet binasındaki bir şiir)
 

Bu yazı 1172 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum