Hüseyin TUNÇAY

Hüseyin TUNÇAY

htuncay45@gmail.com

Keziban Orada mısın?

27 Kasım 2015 - 11:12

Benim okulumun kırmızı kiremitleri, demirden bayrak direğim, pencerelerimde camım, öğrencilerimi çağıracağım zilim, gece beni aydınlatacak elektriğim, seyredecek televizyonum, öğrencilerime 'yağ satarım bal satarım' nağmeleriyle oyun oynatabileceğim bahçem olmadı hiç.
                 Alt katı hayvan barınağı, ikinci katına yılların yorduğu tahta merdivenden çıktığım, tavanı gibi tabanı da toprak üç odalı binam vardı. Tamı tamına iki oda bir salon. Odalardan birisi benim, diğeri dershanem. Salon ise karlı günlerin oyun yeri, yazı için toprak havuzu, fasulyelerle yazı yazdığımız eğitim alanı.
                1980'li yılların başı. Kayısılarıyla ünlü bir ilimizin ilçesine bağlı köyün on iki haneli mezrası. Ben, onların ilk öğretmeniyim, burası da benim ilkokulum. Bir dediğimi iki etmiyorlar, sırayla günde üç öğün yemeğimi de getiriyorlar. Seviniyorlar okul açıldı diye. Artık sabahın ayazında kalkıp bir saat yol yürümeyecekler, elleri ayakları üşümeyecek. Kar ve tipi tehlikesi yok. Yollarını vahşi hayvanlar kesmeyecek. Anne ve babaların yürekleri rahat. Yazı tahtasını, sırasını, masasını kavak ağacından yaptıkları, çocuklarımız ve öğretmenimiz üşümesin diye her gün üç-beş odun gönderdikleri okullarına sımsıkı sarılıyorlar. İstanbul'a haber salıyorlar; 'Okulumuz açıldı, öğretmenimiz geldi.' diye.
             Sınıfında kaloriferi, ayağında botu, sırtında kabanı, sayısını bilemediği onca kalemi, defteri, kitabı ile pembe boyalı çantası da yok. Defteri bitince, başından itibaren cümleleri siliyor, silerken de büyük bir özen gösteriyor sayfalarım yırtılmasın diye. Sonra  başlıyor tekrar yazmaya.
              Yazdan yaza mezraya uğrayan jipin kornasını taklit en güzel eğlencelerinden biriydi. İhtiyar heyeti üyesi Bayram'ın oğlunu ilçeye götürdüğümde o güne kadar sahibi olamadığı bisikletin ardından bakakalmıştı. Kim bilir ne hayaller kurmuştu. Varlık içinde huzur bulamayanlara inat, yoklar ve yokluklar arasında ne kadar da mutluydular.
            Aradan haftalar, aylar geçtikçe onlar bana, ben onlara alışıyordum. Bazı geceler;  odamdaki gaz lambası bir de uzaklardaki ışıklara bakıyor, elektriği olan köylerde çalışacağım günlerin hayalini kuruyordum.
            Tecrübemi geliştirmek için çevre köylerdeki meslektaşlarımla görüşüyor, onlardan yararlanıyor, var gücümle çocuklarımı eğitmeye çalışıyordum. Hemen okuyuversinler, öğreniversinler diyordum'
             Bir sabah kahvaltımı yaptıktan sonra dış dünya ile bağlantımı sağlayan ilk maaşımla aldığım radyomu dinliyorum. Çocukların sesini duyunca saatime baktım. Vakit gelmişti. Apar topar sınıfıma geçtim. Okumaların, şarkıların ve oyunların birbirini takip ettiği dopdolu günlerden birini yaşadık yine. Ertesi sabah temkinliydim. Çocuklardan önce sınıftaki yerimi aldım. Bir erkek öğrencim dikkatimi çekti. Kara lastiklerinin üstüne basmış öyle giriyordu sınıfımıza. Hiç böyle yapmazdı. Merak edip sordum. 'Öğretmenim dün siz dersimize girerken ayakkabılarınızın üstüne basmıştınız. Bugün ben de öyle yaptım.' dedi. Doğru söylüyordu. Telaşla derse girerken ayakkabılarımın üstüne basmıştım. Yaptığımın hata olduğunu sebebiyle birlikte açıkladım.
            Çocuk gözüyle öğretmen buydu. O, her şeyi ile taklit edilirdi. O, yanılmazdı ve hata yapmazdı. 
            Öğrencimden aldığım cevap bana öğretmenlik hayatım boyunca daha dikkatli ve titiz olmayı öğretti. Mesleğimin ilk yılında, çocuk gözüyle öğretmenin ne olduğunu anlattı. O 'kara lastiği' kulağıma küpe yaptım.
             Oradan ayrıldıktan iki yıl sonra; 'Hocam, taşlarını katırlarla taşıyıp temeli attığımız okulumuzu bitirdik. Sana da kalacak yer yaptık, hemen gel.' diye mektup yazan Mehmet Amca'yı unutmak mümkün mü?
             Ya çocuklarım'
            'Ben de askere gideceğim.' diyen Keziban, minik Ali, sesi güzel Ensar, kara gözlü Medine, sobamıza odun kıran Köksal, pür dikkat okul şarkılarını dinleyen Ramazan, iğde kokulu yaylalara gitmek için bana hayvan getiren Burhan, narin yapılı Songül'Hâlâ orada mısınız?
             Biliyorum hâlâ oradasınız. Temelini attığımız kırmızı kiremitli okulu ben göremedim ama seslerinizi duyuyorum. Ben sizi unutmadım, onca yıla rağmen. Sizi, öğrencilerime anlattım. Bir an oralara geldik hep beraber. Gönüllerimizde, sevincinizi ve zahmetinizi yaşadık. Gözlerimiz buğulandı' Duygulandık...
              Sonunda defter sayfamıza en güzel yerine şunu yazdık: 'Sizi çok seviyor ve sahip olduğumuz her şey için teşekkür ediyoruz.'      
 

Bu yazı 1022 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum