Reklam
Reklam
Kazım GERMİYANOĞLU

Kazım GERMİYANOĞLU

kgermiyanoglu@hotmail.com

Bir Eşek Hikayesi

31 Mayıs 2015 - 18:26

Gazetemiz Yazı işleri Müdürü ve Başyazarı Sayın Ahmet İNCE' nin kaleme aldığı Üstat Necip Fazıl Kısakürek ve Şair Eşref'in nükteleriyle süslediği 'EŞEK' başlıklı yazısı, beni yıllar öncesine, ta 70'li yıllara götürdü.
Gençliğe adım attığımız yıllardı. O yıllarda genç, yaşlı, kadın, erkek hatta çocuk, hiç kimse boş durmaz, sürekli çalışır, mutlaka bir şeylerle meşgul olurlardı. Yani üretici olduğumuz, henüz tüketim toplumuna geçiş yapmadığımız yıllardı. Bağı olan üzümünü, tarlası olan tütününü, ekinini, bostanını eker biçer, yaz boyunca bunlarla meşgul olurdu.
Tarlası olmayanlar başkasının işine amele olarak gider, dayıbaşıların organize ettiği tütün amelelerini taşıyan minibüsler vızır vızır çalışırdı. Dükkânı olanlar dükkânlarında çalışır, kimi pazarcılık yapar iken kimi de inşaatlarda çalışarak geçimini sağlardı. Çarşıda, caddelerde serili halı ipinden geçilmez, her taraf rengârenk halı yünü ile bezenirdi. Kış aylarında da hemen hemen her evde halı dokunur, evlerden yükselen kirkit sesleri Gördes'in tenha sokaklarının sessizliğini bozardı. Genellikle kadınlar öğleye kadar halı yevmiyelerini hak eder, öğleden sonra ise bir komşu ya da akrabaya ziyarete gidilirdi. Yani, Gördes'in altın devrini yaşadığı çok canlı ve hareketli günlerdi o günler. İ
nsanlar arasında da bir dayanışma ve muhabbet vardı. Ben de, çocukluk yıllarımdan itibaren kendi tarlamızda tütüncülük, rahmetli babamın yanında kunduracı çıraklığı, rahmetli Cengiz Terzi Abi'nin yanında kahveci çıraklığı derken, yaşımız biraz daha büyüyünce daha değişik işler yapmaya başladık. Arkadaşlarla bir gurup oluşturarak, tütün amelesi olarak özellikle aşağı nahiye köylerini adım adım dolaştık. Çalışmaktan büyük zevk alırdık.
 Gençlik yıllarında yaptığımız işlerden biri de inşaat işçiliği idi. Lisede okuduğumuz yıllarda oluşturduğumuz bir ekiple yevmiyeli olarak inşaatlarda çalışırdık. Özellikle beton atılacağı zaman aranan elemanlardık. O zaman ki beton işçiliği kolay değildi. Kürekleri alır önce bol çakıllı kumu harmanlar, elli kiloluk çimento torbalarını kucaklar harmanın üzerine atarak kürekle bir tarafını parçalar torbaları tozutarak boşaltırdık. Bundan sonra çimento ile kumu iyice karıştırıncaya kadar en az üç defa küreklerle bir sağa bir sola aktarırdık. Kum çimento rengini alıncaya kadar devam eden bu yarıştan sonra musluğu sonuna kadar açılmış hortumu, harç yığınının hemen yanına yere koyarak bütün çevikliğimizi kullanıp suyu taşırmadan ve kaçırmadan kuru harcı hortumun üzerine atardık. Bir yarıştır başlardı.
Nefes nefese kaldığımız bu yarışın sonunda harcımız, büyük bir dağ yığını gibi ortaya yığılırdı. Bu sırada inşaat sahasından ustaların sesi yükselir; ' Hadi gelmiyor mu daha? Çabuk olun! Çabuk!'. Tam soluklanacağımız zaman gelen bu talimat üzerine hemen yerde bulunan tahta teskerenin üzerine kürek kürek attığımız harcı, iki kişi dört kolundan tutarak hızlı bir şekilde beton dökülecek yere ulaştırıp kalıpların arasına boşaltır, böylece ustaların sesi kesilmiş olurdu.
Diğer işçiler ise, omuzlarına bağladıkları çimento kâğıtlarının desteklediği harç dolu tenekeleri omuzlarına attıkları gibi bir solukta ustalara ulaştırırlardı. Hele birde beton işi üst katlarda ise, kurulan merdivenlerden ve iskelelerden hoplaya zıplaya türlü cambazlıklarla bu işi yapmak zorunda kalırdık. Seri bir şekilde gidip gelmeler, doldurup boşaltmalar neticesinde dağ gibi harç yığını, ustaların önüne, kalıpların içine boşaltılmış olurdu. Ustalar da aynı çabuklukla, kalıplara boşaltılan harcı ellerindeki malalarla yayıp düzelterek tahta mastarlarla vura vura oturmasını sağlarlardı.  Bundan sonra ikinci fasıla geçilir; tekrar harç hazırlığına başlanırdı.
Zahmetli olmasına rağmen, oldukça muhabbetli geçen bu işler arasında birbirimize takılmadan da edemezdik; şakalaşmalar, laf atmalar, gırgır, şamata vaktin nasıl geçtiğini anlayamazdık. En muhabbetli zamanı ise çay molaları idi. Ustalar; ' Çay molası! Haydi, işi bırak!' dedikleri anda herkes elinde ne varsa sağa sola atarak hemen mola yerine çökerdi. Dutlucalı İbrahim Usta (Allah rahmet eylesin), yetmişe dayanan yaşına rağmen ustalıkta büyük bir performans gösterirdi.  
Ancak, çok konuştuğundan diğer ustalar tarafından sık sık ikaz edilir, o ise ağır duyan kulaklarını bahane ederek duymamazlıktan gelir, konuşmasını sürdürürdü. Ama boş konuşmaz; ortaya attığı laflarla bizi güldürür, kırar geçirirdi. Mola verildiğinde hemen dizleri üzerine çökerek sigarasını yakar, en fazla çayı da o içerdi. Çay molalarında umumi istek üzerine defalarca anlattığı bir hikâye vardı İbrahim Usta'nın; Eşek Hikâyesi. Defalarca dinlediğimiz ama onun anlatmaktan, bizim de dinlemekten bıkmadığımız bir hikâye.
İbrahim Usta sigarasını derin derin çeker, çayından büyük bir yudum alarak yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemeyle başlardı anlatmaya;
Vaktin birinde ilçeye bir kaymakam gelmiş. Bu kaymakam çok yardımsever bir kaymakammış, kim giderse gitsin, isteğini mutlaka yerine getirir, boş çevirmezmiş. Bütün köyde kentte o konuşulur olmuş. Kaymakam da kaymakam...
İbrahim Usta çayından bir büyük yudum daha alıp sigarasını derin derin çektikten sonra anlatmaya devam eder:
Köyün birinde kendi halinde garip bir Mehmet Ağa varmış. Bir gün köy kahvesinde konuşulurken kulak misafiri olmuş. Kalkmış muhtarın yanına varmış:
- Muhtar, yeni gaymagam çoğ eyimiş, ne istesen veryomuş deyola, ööle mi? Demiş.
Muhtar:
-          Öyle Memet Emmi, ne istesen veriyo. Çok eyi bi Kaymakam. Demiş.
-          Ecaba, bene bi eşek veri mi ki?
Muhtar:
-          Vemez olur mu heç neye vemesin, get iste, demiş.
Mehmet Ağa hemen ilçenin yolunu tutmuş, doğru kaymakamlığa varmış, kaymakamla görüşmek istediğini söylemiş. Kaymakamlık kapısı çok kalabalıkmış. Millet kuyruk olmuş herkes bir şeyler isteyecek. Neyse epeyce bekledikten sonra sıra Mehmet Ağa'ya gelmiş, 'hadi gir, ne istiyorsan söyle' demişler. Mehmet Ağa elinde şapkası ezile büzüle girmiş kaymakamın karşısına. Kaymakam eliyle işaret ederek:
-          Yaklaş amca, şöyle gel. Demiş.
Mehmet Ağa bir iki adım daha atmış durmuş.
Kaymakam:
-          Söyle Ağa, sen ne istiyorsun? Demiş.
Mehmet Ağa, boynunu bükmüş gayet masum bir sesle:
-          Şey! Demiş.
-          Söyle söyle çekinme, demiş kaymakam.
Bizim Mehmet Ağa bir çırpıda söylemiş derdini:
-          Gaymagam Beğ, Ben saa Eşşek demee gedim.
Kaymakamın yüzünün rengi birden değişmiş, anlamamazlıktan gelerek:
-          Ne? Demiş.
Mehmet Ağa tekrar etmiş:
-          Ben saa eşşek demee gedim.
Kaymakam birden ayağa fırlamış:
-          Sen ne diyorsun be adam? Rıza Efendiii çıkarın şu herifi buradan! Diyerek bağırmış.
Mehmet Ağa'yı apar topar dışarı çıkarmışlar.
-          Ne yaptın be sen adam? Kaymakam Bey'i kızdırdın!
Mehmet Ağa omuzlarını çekmiş:
-          Ben bişe etmedim. Eşşek deme gedim dedim.
-          Hiç koskoca kaymakama eşşek denir mi be adam! Ne yaptın sen?
-          Yav! Bem eşşek yoğdu, eşşek alma gedim akedeş, ne deyem başka?
-          Hee! Demişler. Sen biraz daha bekle bakalım, şu kalabalık bir dağılsın, sonra tekrar istersin, yalnız öyle söyleme. Ben sizden eşek istemeye geldim, de tamam mı? Demişler.
-          Eyi! Demiş, beklemiş.
İbrahim Usta sigarasını söndürüp, çayını yudumlarken bu hikâyeyi daha önce dinlememiş olanlardan birisi dayanamayıp:
-          Eee' Mehmet Ağa eşeği alabilmiş mi bari usta? Der.
İbrahim Usta gülümsemesini arttırarak:
-          Şimdi oraya geldik, püf noktası, sabret, der ve konuşmasını sürdürür:
Akşam olup kalabalık dağılmış, kaymakamlıkta kimse kalmamış. Bir Mehmet Ağa ve bir de görevliler kalmış kapının önünde.  Kapı açılmış, kaymakam görünmüş, Mehmet Ağa hemen ayağa kalkarak saygısını göstermiş. Onun bu davranışını gören kaymakam yumuşamış ve sormuş:
-          Söyle bakalım Ağa, sen ne istemiştin?
Bu defa Mehmet Ağa gayet dikkatli, kendisine söylendiği gibi:
-          Gaymagam Beğ, ben eşşek istemee gedim, demiş.
Kaymakam bu cevap karşısında gülerek elini Mehmet Ağa'nın omuzuna atmış:
-          İçeri geldiğinde neden böyle demedin, eşek istiyorum desen şimdiye çoktan eşeğini alır giderdin, demiş.
Bunun üzerine Mehmet Ağa biraz sitem ve öfke ile Kaymakamın gözlerinin içine bakarak:
-          Fırsat vemedin ki Gaymagam Beğ. Ormandan domuz çıka gibi çıkvedin garşıma!..
Bu söz karşısında Kaymakamın durumunu siz düşünün artık'
Bunlar, eski(!) Türkiye'nin ve eski(!) Gördes'in güzellikleri.
Allah(C.C.) bizlere o günleri ve bu günleri aratmasın. ÂMİN.
 

Bu yazı 3266 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum